Sizce bir soru kaç hayal eder? Hiç düşündünüz mu?
Çocuklarımızı hayatları boyunca hep bir imtihana tabi tutuyoruz. Sürekli bir rekabet içinde geçiyor ömürleri. Ya kardeşinden daha düzensiz, odasını toplamayan, ödevini zamanında yapmayan, karşı çıkan, itiraz eden bir çocuk, ya da sınıfındaki Ali ve Ayşe’den matematikten zayıf alan bir öğrenci olarak onları evde, okulda mukayese edip gereksiz, anlamsız bir öfkeye sürüklüyoruz.
Hal böyle olunca öğrenciler 1. Sınıftan itibaren başlayan ve hayatının büyük bir kısmına kadar devam eden sınavlardan daha başarılı olmak için oyundan, bilimden, sanattan uzak kalarak test çözmeye, deneme yapmaya başlıyor. Daha ilkokuldan itibaren başlayan sınavlar, kalın kalın soru bankaları, test kitapları çocukların hayal dünyalarında büyük yaralar bırakıyor.
Özgür ruhları, cıvıl cıvıl kuşları, gökyüzüne kanat çırpan serçeleri, bahara uçan kelebekleri bir rekabet cenderesine koyup duygularını, güzelliklerini, düşlerini yok ediyoruz.
Velinin; görümcesinin, eltisinin, komşusunun çocuğuyla gizliden gizleye yarıştırdığı, öğretmenin zümresinin sınıfındaki Miran ve Avzem ile rekabete koyduğu çocuğun badem çiçeği duyguları kör olası bir kıskançlığa dönüşüyor içinde. Böyle olunca sistemin de dayattığı sınavlara bağlı hayaller, solgun bir çiçek gibi soru çözmelere bağlı yeşermek zorunda kalıyor.
Elif Erva’nın matematik sınavından bir soruyu Avzem ve Miran’dan fazla yapması velinin mükemmeliyetçilik, öğretmenin okulda en iyi öğretmen olma gurunu okşamış olur.
Bütün bu duyguların arkasında elbette sınava bağlı hayallerin ve hayatların olmasından kaynaklanıyor.
Öğrencinin geleceğini ne yazık ki girdiği sınav sonuçları belirliyor. Bu yüzden bir sorunun değeri çok şey ifade ediyor.
LGS sınavına giren bir öğrenci için eksik 1 soru meslek hayatının önemli adımlarından olan fen lisesine girmemek demek. YKS sınavında yanlış yapılan 1 soru bir öğrencinin üniversite hayalini bir sene daha ertelemek demek. Ailesine en az 50 bin yük demek. Bir sene daha onlarca kaynak taramak, onlarca denemeye girmek demek. Arkadaşlarıyla oturup vakit geçirmeyi, gezip dolaşmayı, kendince eğlenmeyi daha fazla kitap okumayı, müzeyi, tarihi alanlara gitmeye 1 sene daha ötelemek demek. KPSS’de 1 soruya yanıltıcı cevap vermek demek, ilkokuldan itibaren hayalini kurduğu meslek hayatına belirsiz bir kaygı, kahredici bir stres yüklemek demek. Evlilik planlarını bir yıl daha ertelemek demek. Bir yılda 360 binden mahrum kalmak demek. Akrabanın, komşunun, tanıdıklarının psikolojik şiddetine maruz kalmak demek.
Bir soru bu kadar anlamlı ve değerli hale getirilmişse öğretmenler bunun için ne yapıyor? Bir öğrenciye bir soru daha fazla doğru yaptırmak, bir kelime daha öğretmek, yeni bilgilerle onu donatmak, her öğrenciyi ihtiyacına göre yetiştirmek için okuldaki zamanını ne kadar verimli kullanıyor, okul dışındaki zamanından ne kadarını öğrencilerinin daha iyi olması için harcıyor? En geç yarım saat erken gelip en geç yarım saat sonra mı okuldan ayrılıyor, yoksa 1 dakika daha erken derse girmeyeyim diye öğretmenler odasında zaman geçirecek bahaneler mi üretiyor?
Eve dönünce kaç öğretmenin aklı, gönlü, kalbi okulda kalıyor? Kaç öğretmen vicdanı rahat uyuyor? Kaç öğretmen her öğrencisine dokunamadığı için içini alev alıyor?
Kendi çocuğunun öğretmenine kızdığı kadar kendine ne kadar kızıyor? Kendini ne kadar zor affediyor?
Bir öğretmen kendi alanında daha iyi olmak için, mesleğinde gelişmek için kendini ne kadar güncelliyor? Ne okuyor, ne kadar araştırıyor?
Öğrencilerine daha faydalı olmak için kendinden, zamanından ne kadar feragat ediyor?
Bir soruyu daha fazla öğretmek için ne kadar çaba sarf ediyor?
Sahi öğretmenim! 1 soru kaç hayal eder?