Bir Osmanlı Paşasının şanslı bir evladı olarak doğmasına rağmen şımarık ve nazlı büyütülmüş, tam bir eğitim almamış, giyime ve gösterişe düşkün batı hayranı, mirasyedi züppe Bihruz beyin hayatını konu alan Türk Edebiyatının ilk realist romanı da sayılan Araba Sevdası’nı okurken yazarı Recaizade Mahmut Ekrem’in hayatını merak edip araştırdım. Romanın arka kapağında “Ölümü nedeniyle okullar tatil edilmiş ve büyük bir cenaze töreni düzenlenmiştir.” Cümlesiyle bir yazarın cenazesi günü neden okulların tatil edilmiş olduğu merakımı daha da artırdı. Kendisinin Osmanlının son döneminde kısa süre Maarif Nazırlığı yaptığını öğrendim.
Recaizade Mahmut Ekrem; Takvimhane Nazırı (bakan) Recai Efendi’nin oğludur. Gazeteci, yazar ve siyasetçi Ercüment Ekrem Talu’nun da babasıdır. Şura-yı Devlet (danıştay) üyeliği, Mekteb-i Mülkiye ve Galatasaray Sultanisi’nde öğretmenlik, birkaç ay Evkaf ve Maarif Nazırlığı, Meclis-i Âyân (Meşrutiyet sistemi içinde bir Senato veya bir Üst Kamara benzeri bir kurum olup, yasama organı) üyeliği yapmıştır.(1) Recaizade Mahmut Ekrem’in babasının ve oğlunun da devlette önemli görevler yapmış bir insan olması, “doğduğun ev kaderindir” tezini güçlendirmektedir. Buradan yola çıkarak bir insanın çocukluğundan itibaren yetiştiği ailesi ve çevresi onun yaşamını önemli ölçüde etkilemekte olduğunu iddia edebiliriz. Kendisine rol model seçeceği iyi örneklerin olması, yol gösterip rehberlik edecek ve destekleyecek kişilerin olması da çok önemlidir.
Bir öğretmenin çocuğunun öğretmenlik, askerin oğlu ve torununun asker, avukatın oğlunun da avukat olması baba mesleğinin çoğunlukla seçilmesi, aynı aileden çok sayıda aynı meslek erbabının bulunması yaygın bir durumdur. Yine bir ailede milletvekili veya bakan olması ailenin devamındaki kuşakların da siyasette rol almış olduğuna da çokça rastlanmaktadır. Ancak bir aileden üç kuşak bakan üstelik de Milli Eğitim Bakanı çıkması oldukça nadir durumdur.
Bu araştırmamda; Kurtuluş Savaşı yıllarında, İstanbul’da Osmanlı Hükümetinin Maarif Nezareti, Ankara’da ise TBMM Hükümetinin Maarif Vekâleti olmak üzere iki Eğitim Bakanlığı bulunmakta olduğunu ve Milli Eğitim eski bakanlarımızdan Hamdullah Suphi Tanrıöver’in babasının ve dedesinin de Milli Eğitim Bakanlığı/Maarif Nazırlığı yaptığını öğrendim. (2) Bir ailenin üç kuşak neslinin milli eğitim gibi çok önemli bir kurumda bakanlık yapması bence dikkate değer bir konudur. Bu üç bakanımızı kısaca tanırsak bu görevlerin bir tesadüf olmadığını da görebiliriz. Eğer bu durum Osmanlı döneminde peş peşe aralıksız gerçekleşmiş olsaydı bakanlığın babadan oğula geçtiğini düşünebilirdik. Bakanlık gibi çok önemli bu göreve kişilerin eğitimi ve çalışma hayatı incelendiğinde; ehliyet ve liyakat gözetilerek sadece kan bağı veya ahbap-çavuş ilişkileri dikkate alınarak atama yapılmadığı görülmektedir.
Buna rağmen Köprülüler döneminde Sadrazamlığın babadan oğula geçtiğini ve bu aileden altı sadrazam çıktığını da hatırlamalıyız. Osmanlı imparatorluğunda memurluk bir aile mesleği şeklindeydi. Bir büroda çalışan memur öldüğünde veya emekliye ayrıldığında büyük oğlu bu işi yapabilecek kabiliyete sahip ise onun babasının kadrosunu alması kanundu… Bürokratların önceden bulundukları görevler, tayinlerinde dikkate alınan bir husustu. XVI. yy sonlarına kadar tayinlerde hiyerarşi ve liyakat ön plandadır. Bürokratlar, medrese çıkışlıydılar ve iyi eğitim almışlardı ancak deneyimli değillerdi. Sonrasındakiler profesyonel birer bürokrattılar ve oturmuş mesleki geleneğin temsilcisiydiler. (3)
Bu arada öğretmenlik mesleğine başladığım otuz yıl öncesinden bugüne kadar onbeş Milli Eğitim Bakanı değiştiğini de fark ettim. Yani sadece benim meslek hayatımda ortalama her iki yılda bir Milli Eğitim Bakanı değişmiş. Osmanlıda eğitim teşkilatı dönemi boyunca 1857-1921 yılları arasında Maarif Nezaretinde elliiki nazır/bakan görev yapmış ve her nazır ortalama 1,2 yıl görevde kalmıştır. Cumhuriyet döneminde ise 1920-2018 yılları arasında seksenbir Milli Eğitim Bakanı değiştiğini ve her bakanın ortalama 1,3 yıl hizmet yaptığını görmekteyiz. Devlette önemsiz bakanlık olmaz ama Milli Eğitim gibi stratejik bir bakanlıkta bu kadar sık bakan değişmesi, bir yılda ancak teşkilatını tanıyıp sorunlarına vakıf olarak çözüm planları yapmasına yetebilir.
Hamdullah Suphi TANRIÖVER, 1885 yılında İstanbul’da doğdu. Tanzimat dönemi devlet adamlarından ve ilk Maarif nâzırı Abdurrahman Sâmi Paşa’nın torunu, Maarif Nâzırı Abdüllatif Subhi Paşa’nın oğlu, Sâmipaşazâde Sezâi’nin yeğenidir. Tanrıöver soyadını kendisine Hamdullah karşılığı olarak Atatürk vermiştir. Çocukluk yılları büyükbabasının Çamlıca’daki köşkünde ve babasının Fatih Horhor’daki konağında geçti. İlk tahsilini Altunîzâde ve Numûne-i Terakkî idâdîlerinde tamamladı, daha sonra Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi’ni bitirdi. Bir süre Reji İdaresi Tercüme Kalemi, Defter-i Hâkānî Nezâreti Mektûbî Kalemi mülâzımlığı ile Şehremaneti Tercüme Odası’nda çalıştı. Ardından Ayasofya Rüşdiyesi’nde kitâbet, ma‘lûmât-ı medeniyye ve Fransızca; Dârülmuallimîn’de fenn-i terbiye ve lisân-ı Osmânî; Dârülfünun Edebiyat Fakültesi’nde edebiyyât-ı Türkiyye, fenn-i terbiye ve Türk-İslâm güzel sanatları tarihi dersleri verdi.
Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali sebebiyle İstanbul’da düzenlenen protesto mitinglerinde yaptığı konuşmalarla dikkati çekti. Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde Saruhan mebusu olarak bulundu. İstanbul’un işgali ve Türk ocaklarının kapatılması üzerine Ankara’ya gidip fiilen Millî Mücadele’ye katıldı. Antalya mebusu olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdi; aynı yıl Maarif vekilliğine getirildi. Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde İstanbul matbuatına karşı Millî Mücadele’yi savunan yazılar yazdı. Bu arada Matbuat ve İstihbarat umum müdürlüğü yaptı. Mehmed Âkif’in (Ersoy) yazdığı İstiklâl Marşı’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde millî marş kabul edilmesi için özel bir çaba sarfetti.
Yazı ve konuşmalarında sağlam bir tarih bilgisi ve şuuruna sahip olduğu dikkati çeker. Türk milletini ayakta tutan ve bekasını sağlayan milliyetçilik anlayışını üç temel unsur üzerine kurar. Bunlar dil, din ve dilek birliğidir; ancak vatan olmadıktan sonra bunların hiçbirinin önemi yoktur. Ona göre Haçlılar’ın parçalayıp yutmaya çalıştığı son Türk yurdu Anadolu’dur; Anadolu’yu ayakta tutacak tek yol ise millî kültürdür.(4) Hamdullah Suphi’nin çocukluğu çok yoğun bir kültür ortamı içinde geçmiş. Ondaki şiir beğenisi ve ilgisi de küçük yasta gelişmiş. İlk şiirlerini amcası Sezai Bey’in Paris’te çıkardığı Şura-yı Ümmet gazetesinde -imzasını amcasından saklayarak- İstanbul Dürbün, Âmâ, Hasat, Hordebin, Keçiboynuzu, Münekkit, Sermuharrir, Sivrisinek, Toplu İğne, Yatmaz gibi imzalar kullanarak yayımlamış.(5)
Hamdullah Suphi Tanrıöver; tarihçi, fikir adamı, siyaset adamı idi. Bu üç kaynağı da yalnız bir ülkünün, Türklük şuurunun emrinde kullandı. Bütün ömrü, hangi yerde ve mevkide olursa olsun, aynı ülkünün savunması ile geçti. Türk Ocaklarında yaptığı konuşmalarla tanındı ve edipliği yanında hatipliği ile de ünlendi. Siyaset ve idare tarihimize ünlü adlar yetiştirmiş köklü bir ailedendir. Soyundan ve tarihimizden tevarüs ettiği değer hükümlerini, küçük yaşta başladığı Batılı öğrenim ve eğitim içinde kaybetmemiştir. O da, Halide Edip gibi, yerli geleneklerimizle Batı medeniyetini uzlaştıran bir terkibi kafasında ve kalbinde kolayca yapabilmiştir. Bu vasfıyla Hamdullah Suphi Tanrıöver, yurtdışında elçi olarak yalnız devleti değil bütün soylu gelenekleriyle Türk kültürünü de haysiyetle temsil etmiştir. Munis Faik Ozansoy O’nun için; “Zarif adamdı. Türk nezâket ve terbiyesinin belki de aramızda son temsilcisi olmuştur. Güzeli, iyiyi, doğruyu söylemeye alışık ağzından, kaba değil, ahenksiz bir kelimenin çıkabilmiş olacağına ihtimal veremem.” Demiştir.(6) Hamdullah Suphi Tanrıöver, kültür ortamında doğup büyümüş, iyi bir eğitim almış, devletin çeşitli kademelerinde çalışıp kendini iyi yetiştirmiş, iyi bir fikir ve devlet adamı olmuştur.
Hamdullah Suphi Tanrıöver’in babası Abdüllatif Suphi Paşa, Osmanlı devlet adamı, ilk Türk nümismatıdır (Madalya ve eski para bilimiyle uğraşan kimse). 1818’de Mora’nın merkezi olan Tripoliçe kasabasında doğdu. İlk Maarif nâzırı olan Abdurrahman Sami Paşa’nın oğludur. Özel hocalardan ders aldı. Meclis-i Maârif-i Umûmiyye fahrî üyeliğine getirildi. Bu görevi esnasında Encümen-i Dâniş âzalığını üstlendi. Ayrıca encümenin yazılmasını tasarladığı bir genel tarih yazım ekibi içinde yer aldı. Subhi Bey’in bulunduğu ekip Hz. Mûsâ’dan Hz. Muhammed’e kadar olan bölümü kaleme alacaktı. 24 Ağustos 1867’de Maarif nâzırlığına getirildi. 6 Mart 1868’de Maarif Nezâreti’nden ayrılarak o sırada yeni kurulan Şûrâ-yı Devlet üyeliğine, ardından Adliye Dairesi reisliğine getirildi. Ahmed Vefik Paşa’nın başvekilliği esnasında Maarif Nezâreti’yle birlikte Evkāf-ı Hümâyun Nezâreti’ne tayin edildi. 1883’te Hamidiye Ticaret Mekteb-i Âlîsi’ni kurdu ve programını hazırladı.
Arapça, Farsça, Fransızca ve Yunanca bilen Subhi Paşa’nın sağlam ve güzel bir üslûbu vardı. Osmanlı Devleti’nde meskûkât ilmiyle bilimsel usullere göre ilk meşgul olan kişi Abdüllatif Subhi Paşa’dır. Osmanlı Devleti’nde 8 Nisan 1874 tarihinde ilk Âsâr-ı Atîka Nizamnâmesi’nin çıkarılması ve Sanâyi-i Nefîse Mektebi ile İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin (Müze-i Hümâyun) kurulması hep onun çabalarının sonucudur. Doğu edebiyatına ve Batı bilimine vâkıf, faziletli, aynı zamanda şair olan Subhi Paşa zengin ve kıymetli bir kütüphanesi vardı. Çok sayıda kitabından “Hakāiku’l-Kelâm Fî Târîhi’l-İslâm” Maarif nâzırlığı esnasında yazdığı bu eser, İslâmiyet’in ortaya çıkışından Hz. Ali’ye kadar olan ilk dönemlerini konu edinen bir tarih kitabı yazmıştır. (7) Suphi Paşa, dönemine göre maarif nazırının çocuğu olarak hayata şanslı başlamış, iyi bir eğitim almış, yabancı dil bilen, devletin çeşitli kademelerinde çalışarak kendini yetiştirmiş, elli yaşında maarif nazırı olmuş ve tarih kitabı yazmış nitelikli bir devlet adamıdır.
Hamdullah Suphi Tanrıöver’in dedesi Abdurrahman Sami Paşa, (Şair ve yazar, mütefekkir, devlet adamı, vali, vezir, nazır) 1795 yılında Mora’da doğdu. Bölgenin önemli isimlerinden Şeyh Ahmet Necip Efendi’nin oğludur. Babasından ve başka âlimlerden okuyarak iyi bir tahsil ile yetişmiştir. 1856’da Maarif Nezaretinin kuruluşunda ilk Nazır oldu. Bir sene sonra Girit Valiliğine de tayin edildi. Zamanının kudretli münşilerinden sayılırdı. Reşit Paşa ile başlayan sadelik ve tabiîlik cereyanına rağmen Sami Paşa edebî zevkçe pek muhafazakârdı. Münşeatı (çeşitli konularda sanatlı yazıların ya da mektupların toplandığı yapıtlar) ve şiirleri basılmıştır. Rümuz-ül-Hikem adlı tasavvufî ve felsefî eseri ile Kişver-i Derun adlı bir ahlâk risalesi vardır. Kibar, âlim ve zengin bir zat idi. (8) Abdurrahman Sami Paşa, bir şeyhin oğlu olarak ilim ortamında iyi bir tahsil görme imkânına kavuşmuş altmışbir yaşında Maarif Nezaretinin kuruluşunda ilk nazırı olmuştur. Şiir, tasavvuf ve felsefe konularında eser vermiş, değerli bir devlet adamıdır.
Bu araya eğitim hayatımız için ilginç iki bilgi notu eklemek isterim. Birincisi; Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığınca, cumhuriyet döneminde millî bir ansiklopedi yayımlama düşüncesiyle devlet tarafından ilk telif ansiklopedisi, Millî Eğitim Basımevi tarafından 1943’te fasiküller halinde yayınlanmaya başlanmış ve 1985’te tamamlanabilmiş ansiklopedi. Tamamı 33 ciltten oluşmaktadır. Birinci cildin basım tarihi 1946 olarak görülür; bu da sadece birinci cildin tamamlanmasının 3 yıl aldığını göstermektedir. 42 yılda vücuda geldiği için “yorgun ansiklopedi” olarak da bilinir. İlk 4 cildi “İnönü Ansiklopedisi”, 5. ciltten itibaren “Türk Ansiklopedisi” adıyla yayınlanmıştır.(9) İkinci olarak; Türk Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi dünyada Müslümanlar tarafından hazırlanmış ve tamamlanmış, hem madde listesi hem de içerik ve üslûp açısından özgün, telif niteliği taşıyan ilk ansiklopedidir. TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1. cildi 1988 yılında yayımlandı. 1993 tarihten itibaren İSAM-İslam Araştırmaları Merkezi tarafından hazırlanan TDV İslâm Ansiklopedisi 2013 yılı sonunda 44. cildinin, 2016 yılında da iki ek cildin yayımlanmasıyla matbu olarak tamamlanmış bir eser haline geldi.(10) İlk eserde 33 cilt için 42 yıllık ve ikinci eserde ise tüm teknolojik imkânlarla 28 yılda 44 cildin tamamlanmış olması bu iki eserdeki içerik ve emeğin değerini düşündürmektedir.
Osmanlı döneminde halkın bugünkü kadar eğitime erişimi kolay ve mümkün değildi. Cumhuriyet döneminde ise Anadolu köylüsünün, çiftçinin, esnafın, sanatkârın ve memurun zeki ve gayretli çocuklarının üniversiteye kadar erişimine imkân sağlandığını görmekteyiz. Sonrasında ise devletin her kademesinde önemli görevlere gelebilmesi, bakan, başbakan hatta cumhurbaşkanı olabilmesi önemli kazanımlardandır. Biz eğitimcilerin arada bir eğitim tarihimize göz atmak gerektiğini de hatırladım.
- https://tr.wikipedia.org/wiki/Recaizade_Mahmud_Ekrem
- http://www.meb.gov.tr/meb/
- https://islamansiklopedisi.org.tr/tanriover-hamdullah-suphi
- Erhan Afyoncu, Sorularla Osmanlı İmparatorluğu, Yeditepe Yayınevi, 2018-Mart, s.729
- https://www.turkedebiyati.org/yazarlar/hamdullah-suphi-tanriover.html
- https://www.biyografya.com/biyografi/12385
- https://islamansiklopedisi.org.tr/subhi-pasa-abdullatif
- https://www.biyografya.com/biyografi/13283
- https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrk_Ansiklopedisi
- https://islamansiklopedisi.org.tr/hakkinda/kisa-tarihce