Kulağa hoş geliyor değil mi? Bu sloganı bir çok kurum, şirket, işletme, dernek, örgüt sıklıkla kullanmaktadır. Bu slogan ne zamana kadar gerçek, ne zaman kadar bir reklamdır, işte bunu test etmek hiç de kolay değildir. Ancak bir kriz durumunda gerçek anlaşılabilir. Gerçekte ne demek istenmektedir?
Aile dediğimizde aklımıza gelen; aynı çatı altında yaşayan, birbirlerine akrabalık ve kan bağıyla bağlı olan, gelirlerini paylaşan anne-baba çocuk, duruma göre büyük ebeveyn ve evlenmemiş çocuklardan oluşan toplumun en küçük, en güçlü psikolojik ve sosyolojik yapısı aklımıza gelmektedir. Bu yapı içindeki bireyler birbirine görünmeyen bağlarla bağlıdır. Aile temel işlevlerini yitirmediği sürece birbirleri için mantıkla açıklanamayan özveride bulunabilirler. Aile içi ilişkiler daha çok duygularla yürür.
Ailenin bu güçlü yapısı her zaman şirketlerin ilgisini çekmiştir. Piyasada devamlı ve güçlü olmak isteyen birçok işletme, şirket hatta örgüt bu koşulsuz ve güçlü bağı kendi iç örgütlenmelerinde oluşturmak için çaba sarf etmektedirler. İşyerinde bir aile olmak mümkün müdür? Kısacası aile olunamasa da aile gibi olunabilir. Tanımdaki gibi bir yapı oluşması tabi ki mümkün değildir ancak ailenin sağladığı güven, huzur, sosyal onay gibi psikolojik destekler kısmen sağlanabilir. Şirketlerin, aile olmak ile kastettikleri; işletmenin verimlilik, karlılık ve büyüme hedeflerinin gerçekleşmesi için işverenle iş görenlerin birlikte çaba sarf etmesidir. Belirlenmiş satış ve büyüme hedeflerine ulaşmak ise ancak yönetici ve çalışanların motivasyonuna bağlıdır. Bunu sağlamanın en temel koşulu ise personelin işyerinde huzurlu, evinde mutlu olmasıdır.
İşveren; işyerinde yapacağı bir takım düzenlemelerle, önlemlerle ve eğitimlerle huzuru sağlayabilir ancak evdeki mutluluk konusunda yapabilecekleri son derece sınırlıdır. Buna karşın çalışanın evdeki mutsuzluğunun sonuçlarından işverenin olumsuz etkilenmesi kaçınılmazdır. Evinde mutsuz olan bir çalışanın verimliliği düşebileceği gibi işletmeyi kasıt olmadan zarara da uğratabilir. Daha da önemlisi bazı durumlarda işveren bu durumu geç fark edebilir yada hiç fark etmeyebilir. Genellikle bu personelin vermiş olduğu zarar tam olarak bilinemez ve ölçülemez. Kasıt olmadan yaptığı hatalar nedeniyle yetişmiş bir personeli işten çıkarmak ise işletme açısından ciddi bir maddi külfet getirir. Çünkü, yerine geçecek yeni personelin seçilmesi, yetiştirilmesi ciddi bir emek, zaman ve para kaybı demektir. Personel sirkülasyonu fazla olan şirketler daha fazla risk altındadır. O zaman işverenin bu konuda bazı önlemler alması gerekir.
Günümüzde yurt dışındaki birçok firma işyerindeki eğitimlerin yanı sıra çalışanlarının özel yaşamlarındaki mutluluğu artırmak ve onlara aile içi ilişkilerde destek olmak için kişisel gelişim eğitimleri konusunda psikologlar ile çalışmaktadırlar. İşverenin özel sorunlarınız beni ilgilendirmez savunması çalışanın kafasının içindeki sorunu bitirmez yalnızca suskunluğu getirir. Örneğin eşiyle, çocuğuyla, anne-babasıyla ya da flörtüyle sorun yaşayan bir kişinin doğal olarak iş verimliliği istenen düzeyde olmayacaktır. Dikkatini işine vermekte zorlanacaktır. Bu durumda olan kişiler işini kaybetme kaygısıyla sorunlarını gizli tutmayı tercih edebilirler. Bu durum işveren açısından daha büyük risk oluşturur çünkü farkında olmadığı bir soruna karşı önlem alma şansı yoktur. Örgütler için kullanılan bir söz vardır. “Zincirin gücü en zayıf halkası kadardır” ancak zayıf halkayı tespit etmek her zaman kolay olmayabilir.
Özellikle evli olan ya da evlenecek olanlara psikologlar tarafından verilecek evlilik, aile içi ilişkiler ile ilgili eğitim ve psikolojik destek çalışanların aile ve arkadaş ilişkilerinde rahatlamasını sağlayacağından, işine odaklanması kolaylaşacak ve motivasyonu da artacaktır. Bu durum verimliliği artıracağından işletmenin hedeflerinin gerçekleştirilmesi kolaylaşacaktır. Ancak bundan sonra bir aile ya da kurum kültüründen bahsetmek mümkündür. Yoksa “biz bir aileyiz“ sözü içi boş slogan olmaktan öte bir anlam ifade etmeyecek ve sözde aile ilk fırsatta dağılacaktır.