Buğday Tanesi, Milli Eğitim Bakanlığınca hizmete sunulan Eğitim Bilişim Ağı (EBA) üzerinde yüklü bir filmin adıdır. Tam bir yıl önce vizyona giren film, halen milletvekili olan Avukat Serkan Bayram’ın seyredenleri ağlatacak kadar çok acıklı gerçek yaşamından kesitleri izleyicilerle paylaşıyor.
Filmin yayınlanmasından üç ay sonra aynı adla ‘Buğday Tanesi: Milyonların Hikâyesi’ olarak 192 sayfada altı bölümde kitaplaştırılmış. Kitabı okuyanların filmi seyrettiklerinde, filmin senaryosuyla aynı olduklarını görecekler. Ben önce filmi izledim sonra kitabı okudum.
Gerçek hayat hikayesi şöyle başlıyor. 1975 yılında Erzincan’ın bir köyünde yakılan bir anız ateşi, rüzgârın yön değiştirmesiyle kontrolden çıkar. Su kovaları, kazma, kürek ve çuvallarla yangına müdahale etmeye çalışan çaresiz köylüler arasında genç çift Emine ve Mustafa da vardır. Gittikçe büyüyen acımasız alevlerin arasındaysa gözlerinden bile sakındıkları bir yaşındaki bebekleri Serkan da alevlerin arasında kalır ve vücudunun büyük bir bölümünde kalıcı yanıklar oluşur ve ellerini kaybeder.
Bir yaşında başına gelen bu elim kaza sonrasında kırk bir gün hastanede yoğun bakımda yatar. “Bu çocuk artık yaşamaz, büyük ihtimalle ölür” dedikleri minik Serkan’ın sol elindeki başparmak hariç diğer parmakları tamamen yanmış kullanılamaz yumru haline gelir. Aile bütün ekonomik gücünü bebekliği boyunca biricik çocuklarının tedavisi için harcar. Üç yaşında hastanede geçirdiği ameliyatla bacağından alınan dokuyla başparmağını kullanabilir hale getirilir.
Altı yaşına geldiğinde diğer çocukların elleriyle kendi elinin benzemediğini fark eder. Eline ne olduğunu annesi anlatır. Ailenin tüm fertleri küçük çocuğu teselli etse de durumu kabullenmesi uzun sürer. İlkokula başladığında sınıf öğretmeni ve arkadaşları ellerini görmezden gelirler. Tek parmağıyla kalem tutup yazmayı öğrenir. Kara tahta yerine alıştırmalarını öğretmeninin yaptığı kum tahtası üzerinde tamamlar.
Babasının işi gereği ailece İstanbul Beşiktaş’ta yaşamaya başlarlar. İlk günler tarihi-turistik yerleri gezerler. Serkan, insanların ellerini görmemesi için sürekli elleri cebinde gezer. Dikilitaş Mehmetçik İlkokulunda sınıf öğretmeni Ali Güney, Serkan ile yakından ilgilenir, sohbet eder, şakalaşır ve durumundan habersiz gibi davranır.
Nasrettin Hoca piyesinde başrolü Serkan oynar. Özgüven kazanarak topluma karışmaya başlar. Bu, hayatının ilk olumlu-önemli dönüm noktası olur. Artık babasının dediği gibi üniversite okuyup büyük adam olacağına yürekten inanır. Mahallede komşu çocuklarla da arkadaş olur. Artık sokakta misket ve futbol oynayan mutlu bir çocuktur.
Büyüyüp ergenlik çağına ulaştığında meraklı insanların ellerine bakıp ne olduğunu sormasıyla arada bir yine “neden benim başıma bunlar geldi” diyerek hayata küstüğü de olur. Ancak çarşı pazarda eli-ayağı olmayan kendisinden beter durumda olan engellileri görünce haline şükreder. Yazları annesiyle köyüne giderek şehir yerinde yapma imkanı bulamadığı çocukluğunda çok sevdiği şeyleri yapar.
Liseye başlayınca kendine gelir. İnsanlığa faydalı bir insan olmak için çok çalışıp başarılı olacaktır. Kendisi gibi engelli olanlara yardım etmeyi de kafasına koyar. Serkan, çok zeki ve çalışkan öğrencidir artık. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini iyi bir puanla kazanır. Ev-okul arasında gidiş gelişlerde toplum baskısını hisseder. Hatta bir müddet önünde “sorma” yazan tişört giyerek dolaşır.
Sinemada Malcolm X filmini seyredince hayatına onun gibi mücadele ve engeliler için çaba sarf ederek tanınmış biri olmaya karar verir. Bunun için okul hayatı boyunca dernek ve vakıflarda engelliler için toplantılar düzenler. Okul kantininde “Engeller aşılmak içindir. Engel-sizsiniz” yazılı bez afiş önünde; “ engelli bireyin önünde kendi zihninde oluşturduğu ben yapamam ve çevresindekilerin de O yapamaz-edemez diyerek koyduğu engeli anlatır. Bu iki engeli aşması halinde bunların dışındaki engellerin kolaylıkla aşılabileceğini anlatır. Bir insanı değerli diğer canlılardan farklı kılanın düşünebilmek olduğunu, bu yeteneğini kullanarak tüm engelleri aşabileceğini açıklar. Hiçbir engeli olmayan sağlıklı bireylerin ise empati yaparak her engelli yerine kendilerinin olabileceğini düşünmelerini böylece tüm insanların aynı şartlarda yaşama hakkı olduğuna onları ikna eder.
Okulunu da başarıyla bitirdikten sonra hakim olabilmek için yazılı sınavda başarılı olur ve mülakat sınavına girer. Ancak “alışılmışın dışında çevrenin yadırgayacağı vücut bozukluğu” bulunduğu gibi insanlık onuruna aykırı bir mevzuat gerekçesiyle başvurusu ret edilir. Bu onu mesleğine daha çok sarılmaya, en umutsuz davaları kazanmaya özellikle de engellilerin davalarını almaya iter. Siyasetle yakından ilgilenmeye başlar. Sivil toplum kuruluşlarında aktif görev alarak ihtiyaç sahibi engelli çocukları sevindirmek onu çok mutlu eder.
Ortopedik Engelliler Federasyonu toplantısında konuşmacı olarak; “ülkemizde var olan iki milyona yakın ortopedik engelli vatandaşımızın haklarını kullanabilmeleri ve sosyal hayata katılımlarını sağlayabilmek için öncelikle bakış açımızı değiştirmek gerektiği, kamu görevlerinde liyakat ve yetenekli insanların engeli sebebiyle hâkim, vali ve büyükelçi olamadığını, oysa yetmiş sene önce ABD başkanı Roosevelt’in dört kez seçilip oniki yıl boyunca tekerlekli sandalyesiyle görev yaptığını” anlatır.
İlk kez 2011 yılında İstanbul’dan milletvekili adayı olur ama seçilemez. Ancak bir yıl sonra partinin il yönetim kurulu üyesi olur. 2015 yılında memleketi Erzincan’dan aday olur ama yine kaybeder. Seçimler yenilendiğinde ise milletvekili seçilir. Hem de hastanede geçirdiği 41 gün sonunda hayata tutunduğu gibi 41 yaşında milletvekili seçilir. Canlı yayınlanan TV programında şahsi cep telefon numarasını verir ve sosyal medya hesaplarında da paylaşır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi genel kurulunda ülkemizde 10 milyona yakın engelli vatandaş adına konuşup onların sesini duyurmak için geldiğini, sağlıklı insanların engelli olanlara karşı anlayışsız davranışlarıyla en büyük engeli oluşturduğunu söyler. Her gün yüzlerce telefona cevap verir ve onların dertlerine derman olmaya çalışır.
Geçirdiği trafik kazasında omuriliği zedelendiği için yürüyemeyen lise öğrencisi Sarp’ın annesi Sena Hanım da telefonla milletvekili Serkan Bayram’ı arar. Gerçekten de telefonu milletvekilinin açtığına inanamaz. Çocuğunun durumunu psikolojisinin bozulduğunu, hayattan koptuğunu, okumak istemediğini, kimseyle görüşmediğini ve kendini odaya kapattığını anlatır.
Serkan Bey ilk fırsatta Sarp’ı evinde ziyaret eder, onunla konuşmaya çalışır ancak ilk görüşmede sağlıklı bir iletişim kurulamaz. Bu konuda uzmanlardan yardım istemeye karar verir. Kendisi de engelli olan uzman Ayşe hanıma Sarp hakkında bilgi verir. Birlikte ona yardım etmeye karar verirler. Anneyi arayıp durumu anlatırlar. Ayşe, Sena hanımla buluşur ve Sarp hakkında detaylı bilgi alır. Anneye “önce sen kendini iyi hissetmelisin, çocuğun seni üzgün-bezgin ve bakımsız görmemeli yani iyi ve normal görünmelisin” der. Şimdi Sarp’a ben bakayım sen de benim önereceğim psikolog arkadaşıma gidip görüş sonra beraberce neler yapacağımızı konuşalım der.
Bu arada milletvekili Serkan Bey, Ankara’da tekerlekli basketbol takımını idman yaptığı spor salonunda ziyaret eder. Takım koçuyla görüşür ve ona da Sarp için neler yapabiliriz diye sorar. Çalışmasını tamamlayan takımla birlikte sahanın ortasında toplanarak cep telefonuyla bir video kaydı yaparlar. Hepsi birden “biz başardık, sıra sende! Kendine inan ve engelleri aş. Bunu başarabilirsin Sarp Dikmen. Sene bunu başarabilirsin!” diye seslenirler.
Annesi eve döner ve oğluyla konuşmak ister. Bu esnada Sarp’ın cep telefonunda sosyal medya mesaj bildirimleri akmaya başlar. Telefonunu açan Sarp kendisi için hazırlanan videoyu görünce çok sevinir. Kendisi de lise takımında basket oynadığı için çok etkilenir. Hele de altında yüzlerce olumlu yorumu okuyunca çok mutlu olur. Birlikte Ayşe hanımın daveti üzerine görevli olduğu Rehabilitasyon Merkezine giderler. Sarp kendisi gibi engelli çocuklarla tanışır ve onların yaşadıkları sağlık sorunlarını kabullendiklerini buna rağmen yaşama sevinci içinde hayata devam ettiklerine şahit olur.
Milletvekili Serkan, okulları ziyaret ederek özellikle engelli öğrenci olan sınıfları ziyaret edip onlarla konuşur onlara moral verir ve onların yüzünü güldürür. Öte yandan Mecliste engellilerin kamu görevlisi olabilmesi adalet sistemine hakim-savcı olarak katılarak kanuni engellerin kalkması için çaba sarfeder. Tüm siyasi parti gruplarını ziyaret ederek Kanun maddesinde değişiklik önerisi hakkında onları bilgilendirir ve destek sözü alır. Çabaları sonuç verir ve teklifi yasalaşır.
Filmin veya kitabın tamamını anlattığımı-anlatacağımı sanmayın. Anlatmayı burada kesip sizi biraz merakta bırakayım. En önemli son kısmını en iyisi siz filmi en kısa zamanda seyredin ve kitabı temin edip okuyun derim. Bu kitap; hayata tutunma mücadelesi, ihtiyaç duyanların için bir umut ışığı, okuyacaklar için bir ilham kaynağı olacaktır.
Olayın başkahramanı Milletvekili Avukat Serkan Bayram, Küçükçekmece İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü davetiyle ilçemizin en büyük salonunun olduğu PAGEV Plastik Teknolojisi Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi öğrencilerinin doldurduğu salonda filmi izlerken sürpriz yapıp çıkageldi. Filme kısa bir ara verip öğrencilere hitap ederek onlara moral-motivasyon konuşması yaptı. Sahip olduğumuz başta sağlık olmak üzere tüm nimetlerin farkında olmalarını ve daima şükretmelerini, ülkemizi-milletimizi-devletimizi-bayrağımızı ve dahi tüm milli-manevi-ahlaki değerlerimizi çok sevmelerini, bu sevgiyi de çok çalışarak-üreterek elele vererek refah seviyemizi yükseltmeleri gerektiğini anlattı.
Abartmadan söyleyebilirim ki bu zamana kadar gençlerin sessiz-sedasız bir filmi seyrettiklerini, konuşmacıyı can kulağıyla dinlediklerini ve coşkuyla alkışladıklarını görmedim. Bizlere de adımıza kitap imzalayarak hediye etti. Hatıra fotoğrafları çektirdi. Tanıştığımız kısa süre içinde mütevazi kişiliğiyle gönlümüze yer etti.
Gelelim şimdi bu gerçek yaşamdan alacağımız-almamız gereken derslere; inanç-azim-kararlılıkla çalışıldığında eğitimin insana kattığı değerin sadece bireyin kendisine değil çevresine-topluma-ülkeye faydasına şahit olduk. Başımıza ne gelirse gelsin, hangi şartlarda olursak olalım hiçbir zaman ümidimizi kaybetmemeliyiz. Bir hayal ve hedefimiz olması gerektiğini, önümüze çıkan engellerin bizi yolumuzdan alıkoyamayacağını bilmeliyiz. Son cümlem de kitap isminin üstünde yazan slogan olsun;
“YERE DÜŞTÜĞÜNDE DEĞİL, VAZGEÇTİĞİNDE KAYBEDERSİN!”