Kültür, toplumdaki insanlar arası ilişkileri inceleyen kurallar, örf ve adetler, gelenekler, fikirler ve düşünceler, maddi-manevi değerleri, yaşam tarzı, toplumda bilinçli ya da bilinçsiz şekilde uygulanan bir dizi düşünce, inanç ve değerler bütünüdür. Toplumun kendi işleyiş kurallarına göre belli bir özellik ve farklılık kazanmasıdır.(1) Bir milletin yaşamına dair tüm özellikleri kültürünü meydana getirir. Kültür deyince akla ilk güzel sanatlar gelse de dini hayat, spor, ticaret ve eğitim velhasıl insanı ilgilendiren tüm sosyal boyutlar kültürün birer parçasıdır.
Eğitimin farklı bakış açılarından yüzlerce tanımı yapılmıştır. Eğitim; çocukla başlayan, çocukta yaradılıştan var olan kabiliyetlerini keşfettirerek geliştirmesine imkân sağlamak, iyi bir insan olabilmesi için ait olduğu ve yaşayacağı toplumunun kültürüne göre yetiştirmektir. Eğitimin, insanı sosyalleştirmek, yenilik ve gelişmelere uyum sağlamak, fırsat ve imkân eşitliğinin sağlanmasına destek olmak, ülkelerin gelecek amaçlarını gerçekleştirmek, ekonomik olarak kendisi, ailesi ve ülkesi için değerli önemli hale gelmesini sağlamak gibi sosyal fonksiyonları bulunmaktadır. Ayrıca ait olduğu toplumun kültürel birikimini benimseyerek koruması ve gelecek nesillere aktarım sağlaması gibi işlevi de vardır.
Kültür, doğumdan sonra kazanılmakta ve öğrenilmektedir. Öğrenilen bilgilerin ve kazanılan alışkanlıkların kendisinden sonra gelenlere aktarılması işini başarabilen tek varlığın insan olduğu kabul edilmektedir. Bu nedenledir ki öğretmenler bu anlamda kültürel mirasın aktarıcıları arasında görülmektedir. (2) Kültürün temel fonksiyonları; bir toplumu diğerinden ayırmak, topluma ait değerleri bünyesinde toplamak, sosyal dayanışma aracı olmak, koordinasyonu sağlamak, sosyal kişiliğin oluşumunu sağlamak, grup ve toplum hayatını düzenlemek gibi temel fonksiyonları yanında toplumsallık, öğrenilebilir, değişebilir, aktarabilir, sürekli, ihtiyaç giderici, öğeleri arası ahenkli, kurallar sistemi ve bütünleştirici olması gibi özellikleri vardır. (3) Kültürü, sahip olunan kıymetli bir değer ve bir sonuç olarak görüp buna hizmet eden en önemli kurum da şüphesiz eğitimdir. Nitelikli eğitim-öğretim sonucunda belli bir alanda sahip olunan sistemli bilgiyle kişinin; kibar, nazik, toplumunun örf ve adetlerine uygun davranmasıyla kültürlü insan vasfını kazanmaktadır.
Osmanlı döneminde eğitime baktığımızda; camilerin yanında kurulmuş vakıflara ait binalarda dini eğitim tabanında, ilköğretim olarak sıbyan mektepleri, devletin himayesi ve denetiminde, ücretsiz, ezbere dayalı yürütülen temel eğitim çoğunlukla erkek çocuklarına yöneliktir. Sonraları rüştiye, idadi ve sultani adıyla yeni okullar da açılmıştır. Enderun adıyla devşirme ve devlet adamlarının çocuklarından yönetici yetiştiren okullar bulunmaktadır. Yabancı ülke ve gayrimüslim çocuklarına fırsat verilmiş olması dikkat çekicidir. Halk için yaygın eğitim olarak ahi ocaklarında, kahvehane/kıraathane ile tekke-zaviyelerde din adamları ve ediplerce karşılanmaktaydı. Askeri okulların açılmasıyla eğitimde yenileşme hareketi başlamıştır. Medreselerde müderrisler/profesörler ilim adamları yetiştirerek imparatorluğun medeniyetini inşada ulema ve ilmiye sınıfını oluşturma faaliyeti ağırlıklı önemli rol oynamıştır.
Eğitim ve kültür ilişkisine baktığımızda; en geniş anlamı ile eğitim, toplumdaki kültürlenme sürecinin bir parçasıdır. Fidan’a göre, insanın kişilik yapısı, içinde doğduğu ve yetiştirdiği kültür tarafından belirlenir. Her toplum kendi kültürünün özelliklerini yeni kuşaklara aktarır. İnsanın çocuk, genç ve yetişkin olarak kendi toplumuyla bütünleşmesi, toplum içinde, etkinlik kazanması ve yetişmesi sırasında karşılaştığı bilinçli ve bilinç dışı öğrenmeler kültürel özelliklerin yeni kuşaklara aktarılmasıyla gerçekleşmektedir. Kültürlemenin bilinçli olarak yapılan kısmına eğitim denilmektedir. (4) Kültürlenmek için temel şart ait olduğu toplumun kültürünü benimsemektir. Bu arada başlık parası, berdel, kan-namus davası gibi insan hak ve özgürlüklerini sınırlayan tehdit eden kültürümüze ait ancak olumsuzluk içeren unsurlardan vazgeçmeliyiz.
Osmanlı dönemi eğitimde; hocadan, muallim/muallimeden eğitmen/öğretmene talebeden öğrenciye ve geçilmiştir. Edebi yazımlara ve filmlere de konu olduğu gibi elinde sopayla resmedilen, yaygın olmasa da cezalandırma yöntemi olarak falaka, geçen XIX. yüzyıl sonunda yasaklanmıştır. Geçen yüzyılda ise öğrencinin okulda bir şekilde cezalandırılması, kayıt olurken ebeveynlerin çocukların yanında “eti senin kemiği benim” denmesi sonucu evde, bırakalım şikâyet etmeyi; “kim bilir ne yaptın?” veya “hocanın vurduğu yerde gül biter” anlayışıyla okulda yaşananlar evde telaffuz bile edilemezdi. Hocanın/muallimin ilmine saygı ve güven yanında korku kültürüyle disiplin anlayışı yerine günümüzde; “çocuğuma fiske bile vuramazsın hatta dokunamazsın, şöyle diyerek psikolojisini bozmuşsunuz” noktasına gelmiştir. Yabancı bazı ülkelerde öğrenciler, öğretmenlerine elleri ceplerinde ve ismiyle hitap edebilirken bizde ceketini düğmeleyerek ve öğretmenim/hocam diyerek hitap etmekte ve saygımızı korumaktayız. Bunun yanında nadiren de olsa öğrenci/velisi tarafından darp edilen hatta hunharca katledilen öğretmenler de olmaktadır.
Halk arasında “âmin alayı” olarak adlandırılan bu törene “bed’-i besmele cemiyeti” de denilmekteydi. Âmin alayı genellikle kandil, pazartesi veya perşembe günleri düzenlenirdi. Âdete uygun olarak okula başlayacak çocuğun ailesi bir gün önceden mektebin hocasına haber gönderirdi. Hoca da merasim günü çocukları sıraya dizer, öndekiler yüksek sesle ve koro halinde ilâhiler okuyarak, arkadakiler de beyit aralarında “âmin!” diye bağırarak neşe içinde çocuğun evine gelirlerdi. Çocuğun ailesi tanınmış ise komşu okulların hocaları ile öğrencileri de törene davet edilirlerdi. İstanbul’da oturan ailelerin okula başlayacak çocuğu törenden önce Eyüp Sultan’a götürerek birlikte dua etmeleri âdetti… Tören sonunda çocuğun ailesince hazırlanmış yemekler yenilir, hocaya, kalfaya, ilâhi okuyan ve âmin alayına katılan bütün çocuklara hediyeler ve harçlıklar dağıtılırdı… Âmin alaylarının önemli bir pedagojik değer taşıdığı ve bilhassa çocuklarda büyük bir okuma arzusu uyandırdığı muhakkaktır. (5)
En değerli varlığımız çocuklarımızı ailenin merkezine koyup kahraman/kral haline dönüştürmeye başladık. Doğumu, kırkı, diş bulguru, konuşması, sünnet olması, yaş/doğum günü gibi önemli gün ve olaylar yanında anaokulunu oyun dönemi sayıp ilkokula başlamasını “Amin Alayı” kadar önemsemeyerek ciddi bir töreni unutmuşuz. Birinci sınıfta okuma-yazma öğrenildiğinde sınıf öğretmeninin isteğine bağlı olarak yapılan “okuma bayramı etkinliği” bile artık güncelliğini yitirmektedir. Belki de buna anaokulu/sınıflarının yaygınlaşması, velilerin aceleciliği ve çocuklarının üstün zekâlı olduğunu ispat çabasıyla okuma-yazmayı ilkokula başlamadan öğrenmiş olmaları sebep olmaktadır. Okul dışında yapılan mezuniyet törenlerinin de kültürümüzle uygun düşmeyen ortam ve davranışlara yol açmamasına özen göstermeliyiz.
Eğitim, sosyal becerileri geliştirerek sosyal sermaye birikimine katkıda bulunabilir. Eğitim kurumları, bireylere kültür ve değerlerin aktarılması yanında, bireylerin statü ve gelir düzeyine olan etkisiyle sivil katılıma ve sosyal uyuma etki edebilir. (6) kültür ve değer aktarımını sadece okuldan beklemek yerine ailenin çocuğunu Cuma ve bayram namazlarında camiye getirmesi, bağış ve yapılacak hayır işlerini çocuğun eliyle yaptırması, paylaşma-dayanışma kültürünü uygulamalı yaşatılması örnek uygulama sayılabilir. Dini inanışlarımız, adet-gelenek-göreneklerimizin etkisi eğitim kültüründeki saygı, disiplin ve iletişimi şekillendirirken küresel dünyanın etkisi de değiştirmektedir.
Eğitim ve öğretimin üretim içinde yapılması, eğitim ekonomisini zenginleştirmesi yanında, yeni bir eğitim kültürü de yaratarak, eskinin edilgen okul kültürüne ket vurmuştur… Köy Enstitüleri, eğitim kültürüne getirdiği yeni örnekle eğitimi, eski okulun (ya da bugünkü okulun) bıktırıcı, bunaltıcı kısır ortamından kurtarmış, üretici yaratıcı ve demokrat insanlar yetiştiren, bir kültür ortamına çevirmişti. Bu eğitim olayı, dünya eğitiminde hala tek ve özlenir örnektir.(7) Bugün tasarım beceri atölyeleri (bilim, sanat, kültür, spor ve yaşam atölyeleri) kurularak bir anlamda eğitim-üretim ve yaşam ilişkisi yeniden kurulmaya çalışılmaktadır.
Tarım toplumunda köyde, sanayi toplumunda şehirde sosyo-ekonomik düzeyi iyi olan elitlerin yanında halkın genelinin yaşadığı mahalle kültüründe eğitime verilen değer, Artvin’de üniversiteli oranı, Kayseri’de ticarete önem verilmesi, Doğu Anadolu’da kız çocuklarının okutulmasındaki farklar bizim halk olarak eğitime bakış ve eğitim kültürümüzün göstergelerinden birkaçıdır. Eğitimdeki kültürel birikimimizin tümünü bugün değerlendirirsek beğenmediğimiz eleştireceklerimiz de olacaktır.
Evlerde ansiklopediler ve kütüphanelerin nadir olduğu dönemde anne-babalar çocuklarının ödevlerinde yetersiz kaldıklarında, mahallede lise-üniversite mezunu/kamu çalışanı komşulara müracaat edilirdi. Üç-beş arkadaş birleşerek halk kütüphanesine gidilir ve ödevler bitirilirdi. Yirmi yıl öncesine okulların açıldığı ilk bir ay, kitapçıları gezerek eksik kitap tamamlama telaşıyla geçerdi. Bugün devlet, ders kitaplarını ücretsiz olarak okulun ilk günü öğrencinin sırası üzerinde hazır edilmektedir. Bir dönem ağır sırt çantalarından artık çantasız eğitime geçilmektedir. Kazanımlarını hesap etmeden verilen uzun ev ödevleri artık gerilerde kalmış olmalıdır. Her sınıfta etkileşimli akıllı tahta ve tabletlerle dünyanın her yerinden eğitimi güncel takip etmek mümkün olmuştur.
Batılı ülkeler kendi eğitim felsefelerini diğer ülkelere yerleştirme gayreti içindedirler. Bu gayret sosyolojik açıdan sömürgeleştirme olarak nitelenebilir. Dünya Ortak Eğitim Kültürü kuramına göre ulusal eğitim sistemlerinin ve programlarının geliştirilmesi evrensel eğitim modellerine göre olmalıdır. Hatta devlet kurumları ve devletin kendisi, ulusa özgü/öznel kurumlar olmayıp, baskın olan uluslar üstü bir dünya (batı) ideolojisi tarafından biçimlendirilir. Eğitim dâhil devletlerin tüm etkinlik ve politikaları evrensel normlar ve kültüre göre biçimlendirilir. (8) Küreselleşme, hızla dünyayı köy haline getirirken Avrupa Birliği ile başlayan ülkeler arası siyasal-ticari-ekonomik işbirlikleri diğer yandan kültürel farkların azalmasına da yol açmaktadır.
Ülkemizde her vilayette devlet üniversitesi açılması, özel okul ve üniversitelerin yaygınlaşması eğitim yoluyla hayata hazırlanma adına imkân ve fırsat eşitliği sağlanması kültürel değişimi de hızlandırmaktadır. Kültürü oluşturan sadece doğa, bina ve cansız varlıklar değil bizzat değerli olan insan olduğuna göre eğitim kültürünü bu zincirde yer alan başta öğrenci-veli-öğretmen-okul/eğitim yöneticilerinin söylem ve eylemlerinin, davranış kalıplarının incelenmesi gerekmektedir. Bu zincirdeki insanların üslup, davranış, hoşgörü, değerleri, düşünce yapısı eğitim kültüründeki değişimin tezahürüdür.
Bugünlerde internetin, bilgisayarın ve teknolojinin yaygınlaşmasıyla eğitim kültürümüz de yabancı içerik, yöntem ve tekniklerden etkilenmektedir. Müzik evrenseldir diyerek öğretilen ama bize ait olmayan danslar yerine hiç olmazsa milli bayramlarda ve törenlerde halk oyunlarımızın sergilenmesi kültürel değerlerin korunması yaşatılması için gereklidir. Bilgi, günümüz için en güçlü ve değer olarak görülse de onu gerçek kâmil insan elinde ise topluma faydaya dönüşebilir. Aksi halde güç, insanlığa sömürü-savaş-zulüm aracına dönüşebilir. Parayla ve teknolojiyle satın alınamayacak sahip olunamayacak şeydir kültür.
Acil uzaktan eğitim-öğretimin çok uzun sürmesi halinde yeni bir eğitim kültürü oluşturacağı, yüz yüze eğitimin olumlu yanları olarak görülebilecek kültürel çoğulculuk ve eleştiri-tartışma kültürü gibi özelliklerin bu durumdan zarar görebileceği gibi endişeler ortaya çıkmıştır. (9) Eski normale dönülemeyeceği yeni normalde hibrit/karma eğitime devam edileceği öngörülmektedir. Bu durum hem öğrencilerde hem de velilerde otokontrol geliştirerek ders programına göre bilgisayar ve ekran başına geçerek dersleri takip alışkanlığı kazandıracaktır.
Yarım yüzyıl önce toplumumuzda, “çocuklarımız bizim çektiklerimizi çekmesin, rahat etsinler, geleceklerini garanti altına alalım” zihniyetiyle mal-mülk edinmek ve birikim kültürü hâkim iken bugün onların iyi eğitim alması için elinde-avucundakini harcamak, yetmezse borç-harç/kredi kullanarak kariyer yolculuğunu başarıyla tamamlamaya çalışmaktadırlar. Helikopter ebeveynlerin çoğaldığı günümüzde anne-babaların eğitim, sosyo-ekonomik düzeyleri artmışsa da çocuklarına yönelik endişeleri azalacağına artmıştır. Mahallede koruyucu hiçbir donanım olmadan akranlarımızdan düşe kalka bisiklete binmeyi öğrenirdik. Sokakta, bahçelerde, boş arsalarda ve okul bahçelerinde hava kararana kadar oynar, eve gelince yorgunluktan uyur kalırdık. Susayınca musluğa ağzımızı dayar kana kana içerdik. Stadyum ve pazar yerlerinde anne-babalarımızdan gizli su-ayran-limonata-simit satıp ayakkabı boyayarak harçlık çıkarma denemeleri yapardık.
Okullarımıza servisle değil yaya yürüyerek yalnız veya arkadaşlarla giderdik. Okul girişlerinde özel güvenlik personeli yoktu. Hademe/müstahdem/hizmetli (bugünün temizlik/destek personeli) amcamız/teyzemiz vardı, onlar okulların her şeyiydi. Yemekhanemiz yoktu ama evde annemizin beslenme çantamıza koyduğu ev yapımı yiyeceklerimiz vardı. Yaz tatili geldiğinde köyleri yakın olanlar amcalara/dayılara/dedelere yardıma gidilirdi. Köyün/mahallenin camisine/Kuran Kursuna gidilir namaz kılmayı, duaları-sureleri ve Kuran-ı Kerim okumak öğrenilirdi. Yaşımız biraz büyüyünce akraba veya komşulardan esnaf ve zanaatkârların yanına geçici çırak verilirdi.
Bizi diğer milletlerden ayıran bizi biz yapan özelliklerimiz yoksa kültürümüz de biz de yokuz demektir. Türk toplumu olarak birarada tutan harç/tutkal yok demektir. Biz önce ailemizde, çevremizde, eğitim kurumlarında, işyerlerinde ve sosyal hayatımızda kültürümüzü öğrenmeli, öğretmeli, yaşamalı ve yaşatmalıyız. Bu konuda tüm öğretmenlerimiz müfredatın örtük yüzünde kültürümüzü işlemelidir. Bir insan ömründe bile yaklaşık üç farklı kuşakta kültürün farklı boyutlarda değişikliğe uğradığına şahit oluyoruz. Bu bizim aslımızdan köklerimizden tamamen uzaklaşıp yabancı olmamızı gerektirmiyor. Yenilik ve değişime kültürümüzün köklerine sadık kalarak uyum sağlayabiliriz.
(1) Ahmet Avcı, Eğitim Bilimine Giriş, Türdav Yayın Grubu, Elit Kültür Yayınları, 2014- İstanbul
(2) Özcan Demirel, Planlamadan Değerlendirmeye Öğretmen Sanatı, Ankara, Pegem Akademi Yayınları, 4. Baskı
(3) Salih Güney, Davranış Bilimleri, Nobel Yayınları, 4. Basım, 2008-Ankara
(4) Ö. Demirel-Z. Kaya, Eğitimle İlgili Temel Kavramlar, Pegem Yayınları, 6. Basım, Ankara
(5) https://islamansiklopedisi.org.tr/amin-alayi
(6) C. Günkör, M. Ç. Özdemir, Sosyal Sermaye ve Eğitim İlişkisi, Dergi Park Türk Eğitim Bilimleri Dergisi, Archive Volume 15, Issue 1, Pages 70 – 90
(7) Pakize Türkoğlu, Köy Enstitülerinin Eğitim Kültürüne Getirdiği Demokratik Değerler ve Eleştiri Günleri, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 10-11, Güz 2014-Bahar 2015 s. 115
(8) Karip, E. (2005), “Küreselleşme ve Lizbon eğitim 2010 hedefleri” Kuram ve Uygulamada Eğitim Yönetimi Dergisi. Sayı 42. s.195-209.
(9) Kevser Yıldırım, İstisnai Bir Uzaktan Eğitim-Öğretim Deneyiminin Öğrettikleri, Alanyazın Eğitim Bilimleri Eleştirel İnceleme Dergisi, Cilt -1, Sayı 1, Yaz 2020