Makine zekası, kariyerleri ve sorumlu vatandaşlığı yerine getirmek için gereken yetkinlikleri tamamen değiştirerek hızla ilerliyor. Eğitimi dönüştürmekle birlikte çocuklarımız, eleştirel düşünme, yaratıcılık, girişimcilik, işbirliği, kaynaklardan yararlanma yeteneği gibi üst düzey yeterliliklere değer veren bir dünyada yarının yetişkinleri olacaklar.
Fakat bu yetkinlikleri, ezberci bir modele dayanan veriye dayalı eğitim yaklaşımlarıyla geliştirebilmemiz mümkün gözükmüyor. Bir asırdan daha fazla bir süredir çocukları endüstriyel çağa hazırlama dönemi çoktan geride kaldı ve çocukları geçmişe değil geleceklerine hazırlamak için okulu yeniden tasavvur etmemiz gerekiyor.
Okulun gerçek amacının, gençleri gelecekte daha üst düzey yetkinlikleri kazanmalarına katkıda bulunarak tatmin edici bir yaşam sürmeye hazırlamak olduğu gerçeğiyle yüzleşmeli ve müfredatımızı da bir an önce bu amaç doğrultusunda yenilemeliyiz.
Her çocuğun kendine özgü ilgi alanları, yetenekleri ve potansiyeli vardır. Yeni yürümeye başlayan çocuklar meraklı, yaratıcı, cesur ve başarısızlığa karşı isteklidirler. Dinamik, inovasyon odaklı dünyamızda yetişkinler için gerekli olan bu temel özellikler lise döneminde, birçok okulda ve birçok öğrencide büyük ölçüde kaybolmaktadır. Gençlerin bu özelliklerini kaybetmeleri öğretmenlerimizin hatası değil; sistemin tasarımının doğasından kaynaklanmaktadır.
Öğrencileri ve eğitimcilerimizi düşük seviyeli kapasitelerin yüksek riskli standart testlerle sıralamaya amansız odaklanmanın verdiği zararları görmezden gelemeyiz. Bu yoğun standardizasyon, ülkemiz gençliğini, önemsedikleri şeylere derinlemesine gitme, farklı yetkinlikler oluşturma ve ileriye doğru farklılaştırılmış yollar yaratma fırsatından mahrum bırakmakta ve onları içinde yaşadıkları toplumu geliştirici amaçlar edinerek katkı sunan üyeler haline gelmelerine engel olmaktadır.
Teknoloji, medya ve inavasyonun ön plana çıktığı 21. yüzyıl dünyasında her öğrencinin bireysel özelliklerinin tanımlanarak ilgi istek ve yetenekleri doğrultusunda eğitim almasını sağlamanın önemini kavramalıyız. Çocuklarımızın ve öğrenmelerinin standartlaştırılmadığı bir eğitim anlayışına inanmalı ve biran önce bu dönüşümü gerçekleştirmek için tüm gücümüzle çalışmalıyız.
Eğitim sistemimiz, toplam test puanlarını artırmak ve test puanı ‘başarı’ açığını kapatmak gibi içi boş bir hedefle, veriye dayalı politikalar yoluyla eğitimi iyileştirmek için onlarca yıl harcamaktan bir an önce vazgeçmelidir. Hatırı sayılır miktarda zaman ve para harcadıktan sonra, üniversite kapılarında yığılmış öğrenciler ve motivasyonu kırılmış öğretmenler dışında elimizde gösterecek çok az şeyimiz var.
En zorlu şartlarda dezavantajlı öğrencilerimizle çalışan eğitimcileri hiçbir seslerinin olmadığı, inanmadıkları ve uzun vadede fayda sağlamayan önlemlerden sorumlu tutuyoruz. Daha yüksek sınav puanları peşinde koşarken, çocukları gelecekleri için hazırlamıyoruz – bozuyoruz ve okulun gerçek amacı ile olan tüm bağlantılarını kaybediyoruz.
Eğitimcileri mikro düzeyde yönetmeye ve motivasyonlarını düşürmeye değil onlara güvenmeye ve onları çağın gerekleriyle donatmak ve desteklemek gerektiğine inanmalıyız.
Bu amaçları gerçekleştirmede sınıflarımızda ve okullarımızda derin bir uzmanlık ve deneyime sahibiz. Alandaki eğitimcileri dinlemeli ve onlardan öğrenmeliyiz. Öğrencilerin temel yetkinlikleri geliştirmelerine yardımcı olan öğrenme ortamları yaratmada onları desteklemeliyiz. Gerçek hesap verebilirlik çerçeveleri geliştirmek için eğitimcilere güvenmeliyiz.
Onlarca yıldır, azalan güven, saygı ve ekonomik destek seviyeleriyle öğretmenlere sorumluluk ve görev tanımlarının üstünde mücadele etmelerine dönük beklentiler yükledik. Üç yıldır süregelen salgın eğitim sistemimizdeki kayıpları sürekli bir erozyon durumuna dönüştürdü. Bu erozyonu durdurmak adına okullarımızın, çocuklarımızın ve ulusumuzun geleceği için gerekli önlemleri almamızı zorunlu kılıyor.
Anayasamız ve eğitim ve öğretimle ilgili yasalarımızda her bir öğrencinin eğitim görmesi en temel hak olarak vurgulanmakta ve bu haktan ilgi istek ve ihtiyaçları doğrultusunda eşit bir şekilde yararlanacağı belirtilmektedir. Ülkemizin okul öncesinden üniversite eğitimine en doğusundan en batısına her bir öğrencimizi, çağın gerekliliği olan teknolojik ve güncel araç gereçlerle donatıp, girişken ve inovatif yaklaşımı savunan bir eğitim anlayışıyla yetiştirmedikçe eğitimde fırsat ve olanak eşitliğini sağladığımızı söyleyemeyiz.
Ailelerinin gelir düzeyi yüksek çocuklar mükemmel bir erken çocukluk ve okul öncesi eğitimi alıp iyi finanse edilen okullarına devam ederken ve dört yıllık seçkin kolejlerde kayıtlara hakim olurken, en çok desteğe ihtiyaç duyan ailelerinin kısıtlı imkanlarıyla ve birde üstüne salgın sürecinin olumsuz şartlarıyla mücadele etmeye çalışan dezavantajlı bölgelerdeki ve şartlardaki okullarımızda eğitim alan öğrencilerimizi görmezden gelemeyiz.
Ülkemizdeki her çocuğa ‘mutluluk ve kendini gerçekleştirme arayışında adil bir şans veren eğitim önceliklerine şu an ihtiyacımız var. Gelecek on yıl değil, gelecek yıl değil, şimdi ihtiyacımız var. Eğitimcilerimiz ne yapacaklarını biliyorlar ve eğitimle ilgili tüm kesimlerimizin de onları desteklemesi eğitimde kaybettiğimiz zamanı bir an önce kazanmamız ve ülkemizin geleceği adına büyük önem arz ediyor.