1. Anasayfa
  2. Değerlendirmeler

Ekmeyi Biçmeyi Öğrenmezsek-1

Benim öğrenciliğim döneminde ilkokulda öğretmenlerimizin ev ödevi olarak ıslatılmış pamuk içinde fasulye çimlendirme yaptırdığını, yerli malı haftasını, orman haftasında okulun sınırlı toprak alanı/bahçesine fidan diktiğimizi hatırlıyorum. Sonrası bende yok…

Ekmeyi Biçmeyi Öğrenmezsek-1
0

Herkesin bildiği klasik bir hikâye de şudur ki! Şehirde yaşayan zengin bir adam, bir hafta sonu oğlunu da yanına alarak köyde yaşayan bir tanıdığına birkaç gün misafirliğe gider. Aslında adamın amacı oğluna köylülerin ne kadar fakir ve basit bir yaşamı olduğunu öte yandan kendilerinin ne kadar zengin ve çok şeye sahip olduklarını göstermektir. Dolu dolu geçen hafta sonu dönüşünde oğluna sorar, gördün mü bak biz nelere sahibiz. Oğlu da tam tersine bir cevap verir. Evet, baba gördüm; “bizim bir köpeğimiz onların dört, bizim küçük bir havuzumuz onların da upuzun bir dere, bizim spot ışıklarımız onların da gökyüzünde yıldızlar, bizim evin önünde yirmi metre bahçe onların göz alabildiğine bir vadi, biz organik onlar da doğal besleniyorlar. Sağol baba,  ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için” der.

Gerçek doğal hayat kırsalda yani şehirlerin dışında köylerdeymiş. İhtiyaçlar hiyerarşisini tamamlamış insanlar ki bunlar daha çok ünlü ve zenginler, sonunda şehirden uzaklaşıp kendilerine bir çiftlik kurarak tarım ve hayvancılık yapmayı seçiyorlar. Çünkü şehrin tüm imkânlarına sahip olmalarına rağmen huzur ve mutluluğu toprağa yani öze dönmekte buluyorlar. Geçmişte bu yolu seçenler daha çok orta yaş üstü iken günümüzde gençler özellikle de uzaktan çalışabilecek bir mesleğe sahip olanlar da köyde yaşamı tercih etmeye başladı. Belki de ev kiralarının ve şehirde yaşamın maliyetlerine maaşların yetmemesiyle tercih belki de zorunluluğa dönüştü.

Toprakla meşgul olmanın önce insanın kişisel sağlığına sonra da tüm insanlara çok faydalı olduğunu atalarımız, sağlık otoriteleri ve bizzat deneyimi yaşayanlar yıllardır ifade ediyor. Önce nedenini bilmeden kendimizi iyi hissetmediğimiz zamanlarda toprak üzerinde çıplak ayakla yürümek tavsiye ediliyor. Bunun stres ve ağrı azaltma, uyku düzenleme, kan dolaşımı tansiyon, pozitif enerjiye, cildi güzelleştirmeye, bağışıklık sistemine hele güneşli bir havaysa kemik sağlığına da iyi geldiğini uzmanlar belirtiyor. Özellikle çocukların toprakla oynamasının sağlıklı gelişim ve yetişmelerine olumlu katkı sağladığını pedagoglar da söylüyor.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) ağaç dikilmesini ve çevrenin yeşillendirilmesini tavsiye etmiş ve örnek olmuş, ağaçlara ve bitkilere bile şefkat ve merhametle davranılmasını tavsiye etmiştir. Öte yandan toprak, adına vatan deyip üzerinde yaşadığımız, sığındığımız ve bizi doyuran ve yaşatan Allahın mucizesi en kutsal değerimizdir. Bir avuç veya bir taşını düşmana vermemek için uğrunda canımızı feda edecek ve şehit olmayı göze alacak kadar değerlidir.

Mecazi olarak kullandığımız “toprak olmak, toprak kabul etmez, toprak paklar, topraktan geldik toprağa gideceğiz, toprakla uğraşmak, kara toprak, gözünü toprak doyursun, bir avuç toprak, toprağa bakmak, toprağa düşmek, toprağa vermek, toprağı bol olsun…   ” gibi deyimlerden “toprağı işleyen, ekmeği dişler”, “ineğin sarısı, toprağın karası”, ”bir avuç altının olacağına bir avuç toprağın olsun” gibi atasözlerimizle günlük konuşmalarımızda toprağı sıkça kullanmaktayız.

Yunus Emre de toprak imgesini dizelerinde en fazla kullanan şairlerden biridir. “Bir avuç toprak, biraz da suyum ben.  Neyimle övüneyim işte buyum ben.” diyen Yunus, toprak imgesini dizelerinde; insanın yaradılış maddesi, ahret hayatı, tamah ve bencillik, erdemli bir yaşama yönelmek, rahmet ve tevazu, değerin ifadesi olarak farklı anlamlarda kullanır. Toprağa kötü ve çirkin olanlar atılırken, onda sadece gül ve çiçek biter. Aynı zamanda hava, su, ateş ile birleşen toprak yaşamın temel kaynağıdır.(1)

Aşık Veysel ise en çok bilinen onbir dörtlükten oluşan “Kara Toprak” adlı şiirinde toprağı; “Her türlü isteğim topraktan aldım.. Yemek verdi ekmek verdi et verdi… Âdem’den bu deme neslim getirdi… Bir çekirdek verdim dört bostan verdi… Toprağa bakarsam dua alırım… Hakkın gizli hazinesi toprakta… Bütün kusurumuzu toprak gizliyor… Benim sadık yârim kara topraktır.” Diyerek veciz bir şekilde anlatmıştır.

 

Tarım; bitkisel ve hayvansal ürünlerin üretilmesi, bunların kalite ve verimlerinin yükseltilmesi, bu ürünlerin uygun koşullarda muhafazası, işlenip değerlendirilmesi ve pazarlanmasını ele alan bilim dalıdır. Sürekli artan nüfusun beslenme ihtiyacının karşılanması, sanayiye sermaye aktarılması, ihracata doğrudan ve dolaylı katkıda bulunulması bakımından belirleyici rol oynayan tarım tüm dünyada olduğu gibi ülkemiz ekonomisinde de vazgeçilmez bir sektördür. Bu sebeple Tarım politikasının amacı şunlar olmalıdır; (2)

  • Artan nüfusun beslenme ihtiyacının karşılanması,
  • Üretim düzeyi ve verimin artırılması,
  • Üretimde doğal etkenlerin etkisinin azaltılması,
  • Tarımsal ürünlerde kendine yeterlilik düzeyinin yükseltilmesi,
  • Tarımsal gelirlerin artırılarak süreklilik kazandırılması,
  • Tarım ürünleri ihracatının artırılması,
  • Sağlanan girdiler ile tarımla uğraşan kesimin kalkınmasının sağlanmasıdır.

Tarımın olmadığı ve sağlıklı insanın yaşadığı bir dünya düşünemiyorum. Belki giyinme gibi diğer ihtiyaçlarımızı bir kez karşıladığımızda belki üç yıl gibi uzun zaman kullanabiliriz. Ancak yemeden beslenmeden üç gün aç duramayız. Bu sebeple önce hayat ve sağlık diyerek tarım ve hayvancılığa ve bu alandaki mesleklerde nitelikli insan yetiştirilmesine özel önem vermemiz gerekiyor.

Onbeş sene önce kadar İstanbul’da mesleki eğitimden sorumlu yönetici olarak görev başladığımda “geleceğin meslekleri hangileri olacağını düşünüyorsun?” diye sorduklarında; herkesin söylediği bilişim teknolojilerini değil, sağlıklı yaşam, güvenli gıda, yaşanabilir çevre, sürdürülebilir enerji ve güvenlik olduğunu söylüyordum. Bugün de bunların geçerli olduğunu iddia ediyorum. Tabi ki bilimin ve teknolojinin geldiği noktada tüm bu ana yaşam ve meslek alanlarına etkilerini ve mesleklerin dijital dönüşümünü gözardı etmiyorum.

Bu nokta da geçmişte meslek eğitimi almış meslek lisesi, meslek yüksekokulu ve fakülte mezunlarının kendi mesleklerinin mutfağında işin içinde/başında değil idari yönetim kademesinde masa başında tasarım, tanıtım ve pazarlama gibi beyaz yakalı olarak çalışmayı tercih ettikleri biliniyordu. İşte en kritik nokta da burada neyi nasıl yapmalıyız ki gençleri iş kıyafetlerinin de onlara çok yakışacağına, kendilerine çok değer katacağına, toplumda itibarı olacağına, iş ve kazanç gibi bir problemleri kalmayacağına, üretmenin ve değer katmanın kutsal aynı zamanda haz verdiğine inandıralım… (DEVAMI HAFTAYA…)

Facebook Yorumları

Erol DEMİR 1967 yılında Gölcük’te doğdu. Piyale Paşa İlkokulu, Gölcük İmam Hatip Ortaokulu, Gölcük Endüstri Meslek Lisesi, Anadolu Üniversitesi Bilecik Meslek Yüksekokulu Elektronik programını ve Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdi. Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde İşletme Yöneticiliği alanında yüksek lisansı “Eğitim Yöneticilerinin Sorunları ve Çözüm Önerileri” konusunda tezini tamamlamıştır. Halen İstanbul Ticaret Üniversitesinde işletme alanında doktora öğrencisidir. 1990 yılında Türkkablo fabrikasında kalite kontrol teknisyeni olarak çalıştı. Öğretmenlik hayatına 1991 yılında Hakkari’de başladı. 1994 yılında Gölcük Mesleki Eğitim Merkezi’ne elektronik öğretmeni olarak atandı. 1995 yılında müdür yardımcısı oldu. 2000 şubat ayında Gölcük Mesleki Eğitim Merkezi Müdürü oldu. 2003 yılında Gölcük İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünde Şube Müdürü olarak çalışmaya başladı. Aralık–2007 ile Haziran-2016 arası İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğünde Şube müdürü olarak çalıştı. Temmuz – 2016 ile Temmuz - 2022 arası Bakırköy İlçe Milli Eğitim Şube Müdürlüğünden sonra halen İstanbul İl Milli Eğitim Şube Müdürü olarak görevine devam etmektedir. Evli ve 3 çocuk sahibidir.

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir

Yorumunuz

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.