’ kendimi karşıma alıp öğüt vermeliyim.(…) benim, Turgut Özben’in özbenliği. Kelime oyunu yapıyorum, oyuna getiriyorum. Kendimi ele vermiyorum.(…) her ‘şeyi anlatma, belki sözlerinin arasında, farkında olmadan beni ele verirsin. Belki anlar: insan bu bilinmez. Sen gene dikkat et ; her ‘şeyi ayrıntılı anlatma o kadar. bütün ‘şey’ ayrıntıda değil midir zaten? Ayrıntılarda ele vermez mi insan kendini? Başkalarına anlatamadıklarınla beslenir, varlığını sürdürür herhalde. Başkalarından sakladıklarınla gelişir(…) belli etme zayıflığını bunu da atlatırız.’
Kelimelerimin üzerinde gezinen parmakların ne zamandır hissiz? Umut taşlarından yapılan kolyeyi geleceğimden çıkartan onlar değil mi? Oysa uykusuz gözlerde kül pembesi fedakarlıklardan bahsediyorsun.
Mükemmel geçmişlerde sonsuz fedakarlıklara sarmalanmış ömürleri işliyoruz Curriculum Vitaelerimize. Oysa geleceğe kalan gerçeklere karşı duruşudur insanın akıllar bunları işler hafıza duvarlarına.
Turgut Özben aralara sıkıştırsaydı ama yapamazdı der mektubunda sanırsınız ki kendini ansiklopediye gizliden eklerken gerçekte spoiler olan o değil de Oğuz Atay’dır.
Nasıl bu kadar konuşup da suskun kalabilir ki insan?
Oysa ayan beyan ortada Şairin dediği gibi
“yere dökülen bir un sessizliği mi
göğe bırakılmış bir balon sessizliği mi
işini bitirmiş bir org tamircisinin
tuşlardan birine dokunacakken ki
dikkati ve tedirginliği mi.”
suskunluk mu kaldı fedakarlıktan geriye, görmez ve duymaz olan.
“insan, gerçeklere karşı durur, yaşar ve olduğu gibi olmayı sürdürür.” pencereden dışarı bakıp, “güzel bir gün ve ben yaşıyorum.”, demesi de bu yüzdendir, “benim işim değil.” demesi de…