Hep söyleriz, gördüğümüz ve gerçek sandığımız olayların belki de görünmeyen başka bir gerçek yüzü de olabilir. Gerçekten de böyle mi acaba? Her olayın bilinmeyen bir başka yüzü var mıdır? İnsan kaynakları konusunda uzun yıllar çalışmış, daha önce de okuyucularımla paylaştığım “Gerçeğin Görünmeyen Yüzü” adlı kitabın yazarı Tuğba Camuzoğlu bu kez “Gerçeğin Görünen Yüzü” adlı kitabını yayımladı. Her kitap, iyiyse de kötüyse de (kötü kitap var mıdır? Ki kime göre kötü) okunmayı, eleştiriyi ve gerekiyorsa desteği de hakeder. İlk kitabında gençlere meslek yaşamı boyunca edindiği tecrübeleri paylaşarak onlara iş hayatıyla karşılaşmadan kendilerini bekleyenleri anlatmıştı. Bu kitabında ise kendisi dâhil oniki iş insanıyla söyleşisinde her birine farklı sorular sorarak ilginç sayılabilecek cevaplar almış. Bu söyledikleri ise daha çok iş hayatına yönelik uyarılar gibi. Kitapta paylaşılan fikirleri sizinle özet olarak aşağıda paylaşıp sonunda yorumlamaya çalışacağım.
Genel olarak insanlar başarılarını açıklamak ve paylaşmak, başarısızlıklarını da gizleme eğilimindedir. Aksine hatalardan ders alınabilmesi ve aynı hataları herkesin yapmaması için bunların da cesaretle deneyim paylaşımı olarak yazılmasını önemseniyor. Çünkü bir insan ömrü, her alanda tüm seçenekleri yaşayıp doğruyu bulmasına yetmeyecektir. Kesinlikle önce sevdiğiniz mesleği seçmeli sonra da bu alanda kendimizi geliştirmeliyiz. İşimizin başında olmalı, dijital dönüşümü kaçırmamalıyız. Eğer börekçi dükkânı açacaksak mutlaka yufkadan, malzemeden ve lezzetten anlamamız gerekiyor. Atalarımız ne güzel demiş; “sevdiğini alamıyorsanız aldığınızı seveceksiniz”. Her işin mutlaka zorlukları olacaktır, cefası çekilmeyen işin sefasını sürmek hayaldir. Hayal dünyasında ömür tüketmemek gerçeklerle yüzleşmek gerekiyor. Her mesleği öğrenmek için önce eğitimini alıp çok çalışmak ve çilesini çekmek gerekiyor. Belki o an için birçok zevk ve keyiften fedakârlık gerektiriyor. Ancak sonrasında başarı, kazanç, mutluluk ve tatmin hepsini unutturacak. Bireysel kazanmaya değil hep birlikte kazanmak felsefesiyle hareket edersek daha başarılı olabileceğiz. Zaten millet ve toplum olmak ortak ideallerin olmasıyla mümkündür.
İşverenlerin, şirket sahiplerinin ve yönetiminin zihniyeti şirkete yansımakta olduğundan kurumsallaşma çalışmalarında bu konuya önem verilmelidir. Pozitif enerjiye sahip olanlar kendilerini mutlu edeceği gibi birlikte çalıştığı ekibi de mutlu edip başarıyı daha kolay yakalayacaktır. Zaten kul hakkını gözetenler, kazandıkça ve kazancını kazandıranlarla paylaştıkça kazanmaya artarak devam ederler. Güzel bakanlar güzel görürler ve eksikliklere takılmayıp işin-hizmetin-ürünün olumlu yönlerini öne çıkarırlar.
Kimileri dijitalleşme, robot ve otomasyon alanındaki gelişmeleri ileri sürerek insan faktörünün giderek etkinliğini azaltacağını iddia etse de iş hayatında her zaman insan merkezde var olmak mecburiyetindedir. Yerli ve milli üretimin dağıtım ve pazarlamanın güçlü varlığı, özellikle de gıda sektöründe çok önemlidir. Salgın ve savaş döneminde bunun stratejik önemi apaçık görülmüştür.
İnsan kaynakları bölümü yönetici ve çalışanlarını genellikle herkes patron yanlısı olarak bilir. Patronlar tarafından ise bunlar sürekli çalışan personelin hakkını savunurlar diye düşünülür. Meslek aşkıyla hareket eden, çalışma hayatının zorluklarına katlanan, vicdan sahibi çalışanlar işini hakkıyla yaparlar. Her iki tarafın vicdanla hareket etmesi anlaşılmayı ve iş barışını kolaylaştıracaktır.
Kişilik özelliklerini dikkate alarak çocukluk hayallerini meslek ve iş olarak seçenler işini aşkla yaptıkları, hata yapmaktan korkmadıkları ve vazgeçmedikleri sürece başarılı olmaları mümkündür. Kişinin fiziksel özelliklerini de tabikî dikkate almak lazım. Eğer bir cerrah olmak istiyorsanız üst düzeyde el becerisi de gerekiyor. Meslek sahibi; kişilikli, eğitimli ve nitelikliyse zaten istihdam edilmesi de daha kolay ve çabuk olacaktır. Kişinin aldığı eğitim kadar yetiştiği aile ve çevre de başarısına etki etmektedir. Ruh, beden ve zihin üçlemesinde dengeyi koruyabilen her üçünü de geliştirip doyurabilen çalışanlar mutlu ve başarılı oluyorlar. Bunu sağlamanın yolu iş hayatı ve çalışma saatleriyle özel hayata aile sosyal vakitlerini dengeli yaşayabilmektir. Buna dikkat eden işverenler de işinde verimli sonuçlar alıyorlar.
İş hayatı ve eğitim tarafının beraber işbirliği yaparak hareket etmesi konusunda hala istenilen düzeyde değiliz. Sanki hala bir koordinasyon kopukluğu ve sistemsizlik var. Yetkinlik temelli bir mesleki eğitim sistemini geliştirmeliyiz. İşi ve işin bulunduğu yeri, çalışma şartlarını, ücretini, pozisyonu beğenmeyenler iş aramaya devam etmek zorundalar. Acaba özellikle gençlere yönelik yapılan bu tür eleştirilerde biraz abartıyor muyuz? Rahatına düşkün ve çalışmayı sevmeyen bir millet değiliz. Bence iş hayatı da kendi çalıştırma şartlarını ve gerçek yaşam şartlarını düşünerek kendilerini güncellemelidir. Aranılan insan olabilmek için işimizin uzmanı olmak yanında sosyal zekâ ve iletişim konusunda da kendimizi geliştirmeliyiz. Üniversite giriş sınavlarındaki 150–180 barajının kalkmasıyla birlikte planlı bir eğitim için şimdiden tedbir alınmazsa beş sene sonra üniversite mezunu işsizler ordusunu daha da artmış bir sorun olarak karşımızda bulacağız. Gençliği başta uyuşturucu olmak üzere tüm kötülüklerden korumalı, sağlıklı bir toplum için sağlıklı bir nesil yetiştirmeyi başarmalıyız. Bunu sadece devletin ana görevi olarak görüp kenara çekilemeyiz. Sivil toplum kuruluşları ve toplum olarak hepimiz aynı duyarlılıkta olursak her şeyin üstesinden gelebiliriz. Sağlıklı bir gençlik varsa sağlıklı bir toplum ve gelecek var olacak demektir.
Başarının efendisi olmak için çalışmanın kölesi olmak gerekiyor diyen atalarımız başta eğitim sonrasında çok çalışmaya vurgu yapmıştır. Eğitim, sadece bilgilerin ezberlenip öğrenilmesi değil, farklı bakış açılarına sahip olabilmek ve farklılıklara da saygı duyabilmeyi öğrenmektir. Ufkumuzu sürekli geliştirmeli ve genişletmeliyiz. Yaşadığımız çağ, iyilerin-doğruların cesurca söylenip-savunulması ve artırılmasını gerektiriyor. Yanlışlar toplum bünyesinde daha fazla yayılma ve bozulma eğilimindedir.
İş insanları gençlere; merdivenleri yavaş tırmanmaları, okulda öğrendikleri teorilerin iş yaşamıyla örtüşmesi için eğitim sürecinde mutlaka boş vakitlerde çalışmalarını ve kendilerini geliştirmelerini öneriyor. Herkesin uzman olduğu alanda çalışmasının, hizmet üretmesinin ve başarılı olmaya çalışmasının doğru ve gerekli olduğunu ayrıca istihdam edenlerin de mutlaka işin uzmanlarını çalıştırmalarının şart olduğunu belirtiyorlar. Yapmaya çalıştığınız halde başarılı olamadıysanız ömür boyu aynı işe katlanmak zorunda değilsiniz. Yeni bir meslek öğrenebilir ve yeni bir başlangıç yapabilirsiniz. Mutlaka kendiniz olmaya çalışın ve başkalarını taklit etmeye kalkmayın zaten bu bir anlamda komik duruma düşürür. Çaresizlik yok, çareler çok, bize düşen onları arayıp bulmak ve çare olmaktır.
Bazı TV programları halkı boş yere saatlerce oyalayıp cahilleştiriyor. Gençlerin buralarda vakit kaybetmemesi gerekiyor. Kimileri sanatçı olmayı ve bu alanda çok para kazanmayı kolay zannediyor. Bilmiyorlar ki bir saatlik dizi çekimi için onlarca insan bir hafta ter döküyor. Gençlerin oyuncu ve sanatçı olmasına saygı duymakla birlikte aslında onların gerçekten sanatçı mı yoksa ünlü olup kısa yoldan zengin olmak mı istiyorlar daha detaylı düşünmeliler. Sanatçı olmak için eğitim öncesinde doğuştan bir yeteneğe de sahip olmak gerekiyor. Bir öğretmen, alanının uzmanı olarak öğrenci karşısında dersini sahnede rol yapan bir sanatçı gibi keyifle anlatmalıdır. Kadınların eğitimine özel önem verilmelidir. Kadınlar her konuda mutlaka güçlendirilmelidir. Kadınlar iyileşirse dünya iyileşir.
En büyük ve en önemli sorunumuz çalışan insan kalitesinin iyi olmasıdır. Bunun garantili çözümü ise eğitim ve mesleki eğitimdir. Genellikle işverenler koşulsuz müşteri memnuniyetini ön planda tutarak satışların ve karın artmasını önceliyorlar. Artık bu sloganı değiştirmek zamanıdır. Tüm işverenler-şirketler “koşulsuz çalışan memnuniyetine” geçmelidir. Çalışanlar mutlu olmalı ki güzel hizmet üretebilsinler. Şikâyet yerine nitelikli eleman yetiştirmek için herkes kolları sıvamalı ve bir yerden başlamalıdır. Büyük şirketler kendi okulunu-akademisini açmalı, insana ve çalışana yani mesleki eğitime yatırım yapmalıdır.
Hem özel hem de kamu sektöründe sihirli sözcük LİYAKAT. İş hayatında önceden beri kadim kültüre ve değerlere önem verilir bu unutulmamalıdır. Herşeyi evraklara, protokol ve sözleşmelere bağlamak kanunların gücünden çözüm ummak sorunlarımızı çözmüyor. Adliyeler dosyalardan geçilmiyor ve anlaşmazlıkların çözümü yıllar sürüyor. Kazansanız da işinizi müşterinizi kazancınızı ve zamanınızı kaybetmiş oluyorsunuz. O zaman güven temelli insan ve toplum olmalıyız.
Bu kadar güzel ve faydalı fikirleri iş insanlarıyla bizzat görüşüp derleyen kitaplaştıran cevapları hiçbir şekilde sansürlemeden yayınlayıp okuyucuyla paylaşan arkadaşıma teşekkür ediyorum. Bu arada mülakata katılanlara da açık yüreklilikle tüm sorulara cevap verdikleri için tebrik ediyorum. Üniversitede tembel bir öğrenciyken reklam okuyup sonra gerekli tüm eğitimleri alan pilotumuzu kutluyorum. Meslek sahibi olmanın etik kuralları ve namusu olduğunu belirten kamu görevlisi önünde şapka çıkarıyorum. Her şeyden önce iyi insan olmak ve ardından iyi konuşulmasını önemseyen iş insanına teşekkür ediyorum. Mahalle kültürüne vurgu yapıp çocukluğunda kahveye gitmemiş ve kötü alışkanlıkları denememiş olmasını da alkışlıyorum.
Bu cevaplardan bana çok dikkat çekici gelen özellikle; çok önemli bir kamu kurumunun il yöneticiliğine; kendi ifadesiyle “hiç anlamadığı, tecrübesinin olmadığı ve mevzuatını bilmediği” halde bir bakan tarafından atanmış olduğunun itirafının yetkililerce değerlendirilmesini diliyorum. Bu kişinin meslek lisesi mezunlarına hala “ara eleman” yerine “nitelikli ana/aranan eleman” diyemediğine ayrıca üzüldüm Bir de biraz kişisel spor geçmişi olan ancak yeni başlayıp dört ayda bu alanın antrenörü/çalıştırıcısı/hocası olduğunu iddia eden insanın itirafını dikkat çekici buluyorum. Ticaret lisesi mezununun savcı olmasını, meslek lisesi mezunlarından bir şey olmaz deyip ikincil lise türünde görenlerin bilgisine sunuyorum. Tüm vatandaşlara ve çevremize resmi görevlerimiz dışında üstün gayretle yardımcı olmak onları mutlu ederek hayır duaları almanın önemine ve tadına varmış olmalarını önemsiyorum.
Öte yandan bir yayınevi kurup kitap basanların; editör çalıştırıp kitap künye sayfasına adını yazdıranların, işini düzgün yapması gerektiğini hatırlatmak istiyorum. Oniki kişiyle beş on sayfalık mülakatlar yapılarak hazırlanan kitapta; her bir mülakat başlangıç bölümlerinin ilk sayfaları, yeni bir sayfa başıyla hatta üstten biraz boşluk bırakarak yapılır. Yani herkese bir sayfa açılır zira bu emeği verenler kendilerini yeni bir sayfa açılmayı hakeder. Mülakat başlangıç sayfasında kişinin adını küçük soyadını büyük, unvanını, görevini ve kurumunu altına yazılmalıdır. Her mülakat başında kişilere farklı yazım şekli kullanılmaz. Aynı sayfada bir başlık ve yeni konu başlıyorsa mutlaka en az bir satır boşluk bırakılır. Başlık büyük harflerle yazılır. Yazar, “ülkemiz batmaya…” yazsa bile kastettiğinin “ekonomimiz çökmeye…” olduğunu anlar-bilir/düzeltir/önerir. Kitapta yazım ve imla hataları olmaz. Satır sonunda “bran- yazıp alt satıra şlar” yazılmayacağını bilmelidir. Yabancı kelimeler günlük yaşamda kullanılsa bile “brief ve done” yerine güzel Türkçemizle herkesin anlayacağı şekilde “kısa bilgi ve veri” olmasını yazarına önermesi gerekir. Demek ki eğitim şart. Hangi üniversiteyi bitirdiğine bakmadan yayıncılar meslek birliği en kısa zamanda editör mesleğini yapacak kişilerin ulusal meslek standartlarını oluşturup belgelendirmeyi şart koşulmalıdır. Yayınevleri de belgeli yeterlilik sahibi editörleri çalıştırmalıdır.