2010 yılında, Google’un CEO’su Eric Schmidt, insanoğlunun 2003 yılına kadar ürettiği bilginin toplamının, bugün yalnızca 2 günde üretildiğini ifade etti.. Bu kadar çok bilgi akışı bizi daha zeki mi yapıyor yoksa daha aptal mı, tartışılır. Bilginin herkesin önüne musluğu açtığın anda suyun akması gibi ulaşması bilgiyi değersiz mi yapıyor? Hayır, bilgi bizim için, ona ihtiyaç duymamız ve ona erişmeyi istememiz durumunda anlamlı ve değerli oluyor. Zaman zaman hepimizin aklına okullar ne kadar gerekli sorusu geliyor değil mi?
Okullar gerekli çünkü okullarda öğretilen bilgileri çocuklarımızın ömür boyu hatırlamayacağını bilsek de bu bilgilerin verilmesini devletler ister. Çünkü bu bilgilerin bir kısmı çocuklarımıza millet olmak için gereken duygusal altyapıyı, aidiyet hissini verir, bir kısmı çocukların kendi başına öğrenebileceği bilgiler değildir, belli bir sırayla bir bilgi diğerinin üzerine inşa edilerek öğretilir. Matematik ve fen gibi… Bunlar dünya ve evrendeki sistemlerin nasıl işlediğini açıklayan temel bilimlerdir. Bazı dersler çocukların ruhsal ve bedensel olarak sağlıklı gelişimi ve estetik duygularının gelişmesi için gereklidir, bazı bilgiler çocuğun etrafındaki dünyayı anlamaları, bazıları ise kendi yönelimlerini bulabilmeleri için çocuklara geniş bir yelpaze sunar. Her şeyin ötesinde velilerin çocuklara tablet vermesi ile öğrenme gerçekleşmez. Öğretmenlerin bu anlamda yönlendirmesi çok önemli… Fakat buna ilaveten okul çocuklara sosyal bir ortam sağlar, farklı gelir ve eğitim seviyesindeki, hatta farklı inanıştaki ailelerden gelen çocukların oluşturduğu bir cemiyettir okul. Okul onlara hayatı öğrenmeyi, bir toplumda var olma ve toplum içinde yaşayabilmek için, başkaları ile geçinebilmeyi deneyimletir, ait olurken birey olabilecekleri bir yerdir okul. Bu kadar sürekli bir ortamı biz aileler çocuklarımıza istesek de sunamayız.
Yukarıda bahsettiğim gibi müthiş bir bilgi çağındayız. Bu çağ Sanayi 4.0 diye adlandırılsa da kısa zamanda birçok yeni çağ yaşayabiliriz.
Bir gerçek var ki artık zaman çok hızlandı. 10 sene önceki yaşam şeklimizle ve ilişki şekillerimizle şimdiki çok farklı. Batı uygarlığı 2 asır önce aklı önümüze çok önemli bir hazine olarak koydu. Ve yeni bin yılda akıl üzerine birçok teori ortaya konuldu. İnsanın yakın bir zamana kadar akademik hayattaki potansiyel başarısını ölçmek amacıyla ortaya atılan, hatta daha da önce insanları genetik bir temizliğe tabi tutmak amacıyla kullanılmış olan IQ testi, zaman içinde yerini EQ ya bıraktı. Daha sonra Harvard üniversitesi profesörü Howard Gardner’ın çoklu zeka kuramı başka bir yeni gerçeklik olarak önümüze çıktı.
ADAPTE OLABİLEN AKIL
Fakat bu çağın belki en öne çıkacak akıl adapte olabilen akıl olacak. Aslında bu özellik insanlık tarihi boyunca insanda süregelen bir özellikti. Fakat çağımızda çok daha önem kazanacak. Çünkü değişim çok hızlı. Hayatımızı istediğimiz gibi şekillendirebilmek ve tehdit altında hissetmemek adapte olabilme yeteneğimize bağlı.
Adaptasyon gücü ise kendi içinde birçok beceriyi içeriyor; eleştirel düşünme becerisi, problem çözme becerisi, değişimi algılama, stratejik düşünme, ihtiyaçları algılama… Adaptasyon gücü bize değişimin içindeki fırsatları yakalama şansını verir.
YENİ HIZLI TEKNOLOJİK DEĞİŞİM ÇAĞINDA DEĞİŞEN TÜKETİM ŞEKİLLERİ İLE HIZLA ÇOĞALAN FIRSATLAR
Evet fırsatlar… Hızlı değişimin bize olumsuz olarak sunduğu tehditlerin yanında sunduğu en önemli şey yeni fırsatlardır. Bu yüzden çağımız aynı zamanda buluşlar çağı. Çağımızın yeni ürünleri ve yeni tüketim anlayışları, yaşam şekillerimiz de hızla değişime uğruyor. Dünyadaki refah düzeyi artıyor. İnsanlara yeni ürünler ve hizmetler sunan ve en kıymetli şey olan zamanı insana sağlayan her türlü çözümü sunan ve tüketim şekillerine yön verebilen ülkeler yeni imparatorluklar olacak. İletişim ve teknoloji, eğlence alanlarında ve hatta eğitim alanında yeni çözümler üreten ülkeler hızla zenginleşecek ve diğerleri ile arasındaki fark hızla artacak.
ZAMANIN RIZKI DEĞİŞİM!
Zamanın rızkı değişim! Aslında bu açıdan yeni hayat, insanlara, eskiye göre daha çok ümit vaat ediyor. 3D yazıcılar insanlara kendi üretimlerini yapma imkanı sağlayacakken hayallerindeki ürünü hemen yaratma şansı verecek, tasarım da ürünler arasında seçim için belirleyici olabilecek. Tasarım öne çıktıkça üretim için makine parklarına ihtiyaç kalmayacak yakın bir gelecekte…
Artık yeni fikirleri ve projeleri olanlar için start up yatırımları giderek daha etkin olmaya başladılar.
Yapacakları yatırımın gelir getireceğine ikna edilecek birçok yatırımcı bir işin hayata geçmesi için gerekli sermayeyi ortaya koyabilecek. Bunlar zaten gelişmiş ülkelerde bir süredir uygulanıyor, ülkemizde de başlandı. Yani bir ihtiyacı belirlediyseniz, yeni bir ürün veya hizmetle piyasaya girmek istiyorsanız kendinize sermaye bulmanız da imkansız değil.
GİRİŞİMCİ RUHA SAHİP GENÇLERİ NASIL YETİŞTİREBİLİRİZ?
Yeni çağda bize belki de en çok gereken girişimci, ihtiyaçları görebilen ruh… Bu ruhu yakalamak sürekli değişen yaşam şekilleri ile yeniden şekillenen ihtiyaçların neler olduğunu fark edebilecek gözlem gücüne sahip olmayı gerektiriyor. Bunun yanında girişimci ruhun diğer cepheleri de cesaret, farklı disiplinlerden farklı unsurları ve donanımlı insanları bir girişim fikri etrafında bir araya getirebilmek ve bir arada ahenk içinde çalıştırabilmek, farklılığın yaratıcılığından faydalanmaktır.
“Böyle gençleri nasıl yetiştirebiliriz?” sorusu üzerinde çok düşünülüp tartışılması gereken bir konu… Çünkü üniversite mezunu olmak bunların hiçbirini karşılamıyor. Yakın gelecekte güvenli gelir elde etmek talebi karşılığını göremeyecekken, uzmanlıklara dayalı bağımsız çalışanlar ve girişimciler daha çok ihtiyacımız olacak iş modelleri olacak.
OKULLAR NE TÜR MERKEZLER OLMALI?
Bu durumda okullar bilgilenme merkezleri olmaktan çok, yetkinlik ve beceri kazanma merkezleri, yeteneklerin keşfedileceği, öğretmen ve öğrencilerin proje üreteceği kuluçka merkezleri aynı zamanda projelerin hayat geçirileceği yerler olmalıdır. Çocukların gözlem yeteneğini artırmak, sürekli evrilen yaşam koşulları ve şekillerini tespit edebilmeleri için hayatla iç içe olacakları zaman ve imkanların yaratılması gerekir. STK çalışmalarına katılmaları da öğrencilere bu anlamda olumlu katkılar sağlayacaktır.
Ancak böyle olursa öğrencilere yetkinlik kazanacakları deneyimler yaratabiliriz ve öğrenciler mezun olmadan kendi işlerini rahatlıkla kurabilecekleri deneyim altyapısını oluşturmuş, yaptıkları projelerle yetkinliklerini, becerilerini, yeteneklerini fark etmiş olurlar ve mezun olduklarında işe başlamaktan ziyade yola devam ederler. Ve bunu yaparken onlarla birlikte çalışacak kendi donanımını ortaya koyacak birçok girişimci arkadaşı da yanlarında bulurlar.
ÇÖZÜM NE?
Bütün bunların olabilmesi için eğitim bakanlığı uzmanları, öğretmenler, özel sektör, üniversitelerin, sanatçı ve bilim insanlarının bir araya geleceği platformların oluşması ve eğitim için bu ülkenin ileri gitmesi için ortak ruh oluşmalı ve farklı düşünce yapılarının oluşturacağı ortak akıl ile eğitime girişimciliği entegre edecek çözümler aranmalı ve yakın geleceğimizi şekillendirmede herkes aktif olarak elini taşın altına koymalıdır. Örneğin öğrencilerden çıkan bir fikrin hayata geçmesi için bu fikir ile ilgili bilgi ve deneyimi bir araya getirecek iş dünyası, üniversitelerden konunu uzmanlarından, bilim insanlarından oluşacak bir havuzda mentör sistemi oluşturulmalı, hatta öğrencilere iş planı hazırlama, finansman sağlama gibi beceriler daha lise yıllarında kazandırılmalıdır.