Pandemi günlerinde yaşadıklarımız ve hissettiklerimizi bugün yazmak ve okumak çoğumuz için ilginç gelmiyor olabilir. Covid–19 virüs salgını (korona) hayatımızın tamamını kaplamış durumda. Sadece birey, aile ve toplum değil ülke-dünya düzeyinde artık her şeyimizi salgına göre düzenlemek zorunda kalıyoruz. Bu zorunlu yeni değişiklikler kişilerin psikolojik/ruhsal olumsuz durumlar da oluşturabilmektedir. Fiziki ve ruh sağlığımızla ilgili yaşadıklarımız ve hissettiklerimizin bu dönemde paylaşmadıklarımız, paylaştıklarımızdan çoktur. Şahsen ben tam bir yıl önce “ Korona Virüs Salgınıyla Yaşamak” adıyla yazmaya başlayıp bir sayfası başlıklar olmak üzere ondört sayfada bırakmıştım. Çok uzun bir yazı olduğu ve henüz süreç devam ettiğinden tamam olmadığını düşünerek paylaşmadım. Bugün için çok fazla değer ifade etmediği düşünülen bu döneme ait duygu ve düşüncelerimiz aslında gerçekten önemli ve değerli bilgiler. İnsanı ilgilendiren her durum ve bilgi değerlidir. Yeni ekonomik sistem, insan ihtiyaç ve taleplerini önceden tahmin etmek, bilmek, hatırlatmak ve en ekonomik yoldan pazarlamak üzerine kurulmaktadır. Bunu başarabilenler başta sosyal medya olmak üzere tüm bilişim araçları üzerinde insana dair yer alan bilgi kırıntılarından dahi veri elde edenler olmaktadır.
Bu olağanüstü durum kimilerine göre her şeyde olduğu gibi eğitimde de olumsuz etkilere yol açmıştır. Hep alıştığımız normalimiz çocukların-gençlerin okullarında olamayışına üzülüyoruz. Pandemi bittiğinde yeni normali hepimiz merak ediyor ve şimdiden üzerinde tahminler yürütüyoruz. Üzüntülerimizi, beklentilerimizi daha da önemlisi bu süreçte neler yaptığımızı kaydediyor muyuz? Bireysel olarak herkes kendi durumunu biliyor. Peki ya toplumun geneli eğitim için ne düşünüyor-hissediyor ve neler yapıyor. Ben eğitim sektöründe çalışan, elimden geldiğince de takip etmeye ve faydalı olacağına inandığım bilgileri yazmaya ve paylaşmaya çalışan biri olarak bugünün tecrübelerinin yeterince yazılmadığını düşünüyorum. Öğrenci, veli öğretmen, yöneticiler ve diğer tüm paydaşlar neler yaşadı, yaşıyor, düşünüyor ve bekliyor tüm bunlar gelecek için önemli bilgiler olacak. Okul türleri, sınıflar, dersler, yaş grupları ve kişiler bazında bilimsel daha çok çalışma yapılmalıdır. İki çocuğu öğrenci olan eğitimci bir baba olarak onlarca ilgili iletişim gruplarından gelen araştırma/anket sayısı ancak ayda bir-iki tane olmuştur. Pandeminin başında, sırasında ve sonrasında olabildiğince çok şeyi gözlemlemeli, ölçmeli, değerlendirmeli ve sonuçlar çıkararak kayda almalıyız. Herkes ne biliyorsa paylaşmalı ki insanlık geleceği için faydalı veriler çıkarılabilsin.
Bu dönemde, sosyal medya araçlarını zaten kullanarak dertleşen, paylaşım yapanların ve akademik çalışmayı gerektiği için yapanların dışında yazıp-çizen kaydeden-paylaşan insan sayısı sınırlıdır. Aslında konuşmayı genelde çok seviyoruz ama yazanımız daha az. Ben özellikle öğrencilerimizin, öğretmen meslektaşlarımın, evlerindeki anne-baba velilerimizin ve eğitimle ilgilenenlerin yaşadıklarını yazarak paylaşmalarının çok faydalı olacağını düşünüyorum. Belki de öğrencilere bunlara yönelik ödevler verilmeli, öğretmenler kurulu, rehberlik servisi ve akademik ortamlarda değerlendirilmelidir. Bir zaman sonra bugün için sıradan bilgi zannettiğimiz bu tecrübeler yirmi yıl sonra unutulacak en azından detaylar hatırlanamayacaktır. 17 Ağustos 1999 – Gölcük Depremini saniyeleriyle yaşayan biri olarak bugün yirmi yılı aşan süre sonra hatırladıklarımın gittikçe azaldığını anlıyorum.
Bu günler gelip geçecek, inşallah tekrar sağlıklı-mutlu günlere ulaşacağız. Bu ne kadar sürecek? Bunu bizim sabrımız, sağlık otoritelerinin tavsiyelerine, devletin koyduğu kural, kısıtlama ve yasaklamalara uymamız belirleyecek. Aslında yapmamız gerekenleri, yapabileceğimiz basit şeyleri ve şimdiye kadar hepimizin öğrenmiş ve buna alışmış olması gerekiyordu. Sokağa çıkarken, alışverişe, sosyal-kamusal alana, devlet dairelerine giderken veya birden çok kişiyle aynı ortamda olmamızı gerektirecek iş ortamlarında maskemizi takarak birbirimiz arasındaki mesafeyle-temasa kişisel hijyenimize özellikle ellerimizi dezenfekte etmeye çok özen göstermeliyiz. Sonrasında getirilen kısıtlamaların; bizim, toplumun hatta tüm dünyayı içine alan insanlığın hayatiyeti için önemli olduğunu unutmadan kurallara harfiyen uymalıyız. Kimse görmese de, elimizde çeşitli gerekçe ve belgeler olsa da yapmamız/uymamız gerekenler için vicdanen rahat olmamız hepsinden önemli.
Komşularımızla camdan-kapıdan, arkadaşlarımızla güvenli mesafeden ve akrabalarımızla telefondan görüntülü görüşmeyle şimdilik yetineceğiz. Bu konuda birbirimize örnek ve destek olacağız. Karantinayı devlet uygulamadan biz kendimize uygulayacağız. Çünkü mevcut durum ve tablo bunu gösteriyor ve gerektiriyor. Karantina ciddi durumlarda uygulanan hayati bir sağlık önlemidir. Kültürel kodlarımız bize acı-tatlı günlerde bir arada olmaya-paylaşmaya mecbur hissettirse de olağanüstü durumlarda olağan dışı davranmaya gayret etmeliyiz.
Evlerimize kapanmak psikolojik açıdan zor olsa da dayanılabilir bir durumdur. Sosyal medyada etiket/tag olmuş sözler #seninicinevimdeyim #evdekalgüvendekal gibi sözler aslında çok önemli mesajlar çünkü bazıları bunlara uymuyor. Başta böyle davranmak kendimizi, ailemizi koruyorken herkesin bu şekilde duyarlı olması virüs bulaşım ve yayılımını önleyeceği için tüm insanlığa karşı bir görev olarak algılanmalıdır. Yan yana dizilmiş ve yanmaya başlamış kibritlerin arasından birini çektiğimizde yanma duruyor. Öyleyse ilk yanmayan kibrit biz olabiliriz. Özellikle virüsün bulaştığı testle belirlenmiş kişilerin sağlık kurallarına göre izolasyonla negatif olana kadar insanlarla temastan uzak kalması gerekiyor. Kurallara tümüyle uyuyorsak bu süreci atlatacağız, korkmayalım. Öte yandan kuralları ciddiye almıyorsak korkalım. Kaderci olmak tedbirleri almamıza engel olmamalıdır.
Evde kaldığımız zamanlarda kendimiz ve ailemiz için yapabileceklerimiz ilk anda sınırlı görünse de listelemeye başladığımızda hatta biraz araştırdığımızda ne kadar çok şey olduğunu göreceğiz. Eskiye oranla daha fazla okumak, faydalı filimler seyretmek, oyunlar oynamak, müzik dinlemek, spor yapmak, farklı yeni yiyecekler hazırlamak ve belki de anılarımızı yazmak… Belki de en önemlisi her konuda birbirimizle konuşmak. Konuşmak ve paylaşmak önemli bir ihtiyaç ve bir nevi terapi gibi. Her gün evde kalmak, her günün aynı olmasını gerektirmiyor, bu zihinsel dar kalıpla düşünmekten kaynaklanıyor. Öte yandan yoğun hayat koşuşturmacasının zorunlu durması, bize durup-düşünmeye geçmişin muhasebesini yapmaya fırsat vermektedir. İnsan olmak neyi gerektiriyor, kendimi için, yakınlarım, çevrem, toplum ve insanlık için neler yapabilirimi düşünebiliriz. Biraz iç dünyamıza yolculuk yaparak kendimizi-özümüzü keşfedebiliriz. Baharın gelmesiyle yeşillenen ağaçlarda cıvıldaşan kuşların sesini duyup da evde kalabilmek daha çok fedakârlık gerektirecek.
Öncelikle psikolojik açıdan tüm insanların aynı şartlarda olduğunu ve aynı sınavdan geçtiğini düşünmeliyiz. Bu sürecin sağlıklı geçirilmesi için pozitif ve iyimser olarak, umudu hiç yitirmeden, okuyarak, düşünerek, konuşarak, paylaşarak, olumsuz-negatif kişi ve olaylardan da uzak durmalıyız. Özellikle de çözüm ve pozitif durum içermeyen spekülatif paylaşımlara kulak asmayalım. İnsanların bedensel güce, zihinsel aktiviteye, kalpten sevmeye-sevilmeye ve ruhsal açıdan iyi olmaya ihtiyacı vardır. Hepsinin bileşimi mutlu olmamızı sağlıyorsa bunun için de çevremizin ve sosyal ağımızın olması gerekiyor. Kendimizi meşgul edecek ve iyi hissettirecek faydalı şeyler yapmaya çalışalım. Biraraya gelebildiğimiz kadarıyla veya uzaktan da olsa elimizden geldiğince hayata anlam ve değer katmaya çalışmalıyız.
Bir yılın sonunda; virüsün zengin-fakir, genç-yaşlı, hasta-sağlıklı ayırt etmeden bulaşabildiğini ve kimilerinin sağlığını kötüleştirerek evde veya hastanede yatmasına, ilaçlar kullanmaya, solunum cihazına bağlanmaya belki de yoğun bakıma girmeye hatta hayatını kaybetmeye sebep olduğunu gördük. Virüs hakkında yapılan araştırma ve çalışmalarla her geçen gün daha çok şey öğrenilmekte, başta tedavi ve aşı olmak üzere yeni bilgiler üretilmektedir.
Hepimiz her konuda aynı şekilde düşünmek ve inanmak zorunda değilsek de ortada virüsle ilgili bilinen bu gerçekler varken korunmak için hep birlikte aynı şeyleri yerine getirmek zorundayız. Her birimizin kurallara uyması hepimizi ilgilendiriyor. Öte yandan aşı olarak virüse karşı bağışıklık kazanmamız, tekrar virüsün bulaşmayacağı, taşıyıcı-bulaştırıcı olmamızı engellemeyeceği, hastalanmamıza veya ölmemize yüzde yüz engel olmayacağını da unutmamalıyız. Tüm dünyada vaka sayıları sıfırlanmadan kimse garantide olmayacak gibi.
Ülkemizde 15 Mayıs 2021 itibariyle; Günlük test sayısı: 204.637, vaka sayısı: 11.472, hasta sayısı: 1.084, vefat sayısı: 236, iyileşen sayısı: 38.814, bu hafta hastalarda zatürre oranı: %4,0, yatak doluluk oranı: %43,7, erişkin yoğun bakım doluluk oranı: %65,0, ventilatör doluluk oranı: %32,4, ortalama temaslı tespit süresi: 8 saat, filyasyon oranı: %99,9 olarak açıklanmıştır. Pandeminin ilan edildiği tarihten bugüne kadar (14 ay boyunca) test sayısı 50.667.653, vaka sayısı 5.106.862, vefat sayısı 44.537, ağır hasta sayısı 2.563, iyileşen sayısı 4.932.838 olarak kayıtlara geçmiştir. Tüm dünyada ise 163 milyon vaka, 3,37 milyon vefat tespit edilmiştir. Bu sayılar bir istatistikten öte durumun ciddiyeti adına çok şey anlatıyor.
Öyleyse her şeyin farkında ve bilincinde olarak insanca yaşamak için gerekli tüm davranışları sergileyelim. Varsın bir süre canımız her istediğinde berbere/kuaföre/lokantaya gidemeyelim veya herşeyi yapamayalım. Her şeye rağmen hayat, yaşamak ve sevmek çok güzel. Bu zor günlerde önce kendimizi sağlıklı tutarak, birbirimizi düşünmeye ve duyarlı davranmaya daha çok ihtiyacımız var. Çok şükür ki çaresiz değiliz, yaşamsal temel ihtiyaçlarımız var, bize hizmet veren sağlık sistemimiz ve çalışanları var. Bizim sağlığımız için ortak akılla imkânlar ölçüsünde herşey yapılıyor bize düşense kurallara uymak diye düşünelim. Kendimizi daha iyi hissetmek için arasıra kendimizi ödüllendirelim. Sabredersek tekrar birbirimize sarılacağımız günler gelecek. Pandemi öncesi aşırı önemsediğimiz şeyler olmadan-yapmadan yaşayabileceğimizi gördük. Değerli olanın insan hayatı olduğunu bir kez daha anladık.