Son günlerde tüm dünyada olduğu gibi, pandemi ile savaşan ülkemizde de, en hafifi Egzama olmak üzere strese bağlı hastalıkların, şaşılacak şekilde artışına şahit oluyoruz. Yakınlarım benden her zamankinden daha fazla tavsiye ister oldu. ‘’Ben kendimi geçtim de hocam, çocuklarım bu süreci en hafif hasarla nasıl atlatır acaba, onun derdindeyim’’ cümlelerini duyuyorum. Yanlışa aslında tam olarak da burada düştüğümüzü düşünüyorum naçizane.
Bir eğitimde, karşımdaki büyük ekranda şu yazıyordu: ‘’Çünkü hayat evde başlar. Okul evin yansımalarını, çocuğun yüksek yararına olacak şekilde yönetmekten sorumludur.’’ Uzun uzun düşündüm bunun üzerine. Bizler bir çocuğun evde eğitildiğini, ailesinin yaşam tarzına göre öz şeklini aldığını unutmamalıyız. Evde çocuklarımız tarafından rol model alındığımızı unutmamalıyız. Hele hele pandemi döneminde, evde çok daha uzun süre çocuklarımız ile zaman geçirdiğimiz şu günlerde, biz kriz anlarını asıl karşılarsak, çocuğumuz da zaman içerisine aynı yöntemi kullanarak kriz anlarını yönetmeye çalışır. Biz çabuk pes eden veya hayata negatif bakan ebeveynlersek, çocuğumuzun da bunu yapmasına şaşırmamalıyız.
Ayrıca ebeveyn olarak da duygularımızın hayatımıza yön verdiğini unutmamalıyız. Nedim Güzel’in bir kitabında, güzel bir örnek olaydan bahsediliyordu. Sizlere çok kısa özetlemeye çalışayım: Bir denizci, çalıştığı gemi uzun bir yolculuğa çıktığı sırada gemideki bir soğuk hava deposunda kilitli kalır. Gemi varacağı yere varana kadar kimse o depoya bakmayacaktır. Mahsur denizci depoda açlıktan ölmeyecek kadar yiyecek bulur. Ama deponun dondurucu soğuğuna fazla dayanamayacağını da biliyordur. Cebindeki çakısıyla kapıyı açamayınca o çakıyla duvara, ölene kadar neler hissettiğini kazımaya başlar. Gemi gideceği yere vardığında deponun kapısını açan kaptan, zavallı denizcinin cesedi ile karşılaşır. Duvarlara kazıdığı acılı sonunu okur ve kendisi de hayretten dona kalır. Çünkü deponun o süre boyunca sıcaklık derecesi 19 dereceye ayarlıdır. O depoda en son 19 derecede taşınması gereken şaraplar taşınmış ve ayar öylece kalmıştır. Yani biçare denizci donarak ölmemiştir aslında, donacağını düşündüğü için ölmüştür. Zihin o kadar buna inanmıştır ki beden de ona uyum sağlamıştır. Yine başka Bir örnek olayda, rüyasında kaza yapıp yaralandığını gören bir kişinin vücudunda morluklar gözlemlenmiştir. Beynimizin neler yapabildiğini gördükçe, bu küçük et parçasına her geçen gün daha fazla hayran kaldığımı itiraf etmeliyim.
Çocuklarımızın her geçen gün zorlaşan hayat şartlarında edinmeleri gereken en önemli üç kazanımı sıralayın deselerdi ben de Direnç (Yılmazlık), Öz yeterlilik ve Öz denetim diye sıralardım. Unutmayalım ki ‘’Cevher baskı altında mücevhere dönüşür.’’ Evet bir ‘’Bordo bereli’’ olsunlar demek istemiyorum tabii ki ama karşılarına çıkan zorluklar ile baş etmeyi ve bunun kazandırdığı ‘’güç’’ hissini tatmalılar diye düşünüyorum. Ben Almanya’da yaşarken oğlum daha çok küçüktü ve en büyük problemimiz oğlumun yemek yememesiydi. Evet, yanlış duymadınız. Bunun için defalarca doktora gittik. En sonunda doktor bize ‘’Bana hiçbir Afrikalı anne, çocuğum yemek yemiyor diye gelmiyor, biliyor musunuz?’’ dedi. Uzun uzun düşüncelere daldım yine. Acaba Afrika’daki bir çocuk, sıcak evinde tüm imkânlar ona fazlasıyla sağlanmışken sadece okula gidemiyor veya sosyal hayattan engelleniyor diye egzama hastalığına da yakalanıyor mudur sizce? Demek istediğimi özetlemeye çalışayım. Yakın çevremdeki anne-babalar hem çocukları hiçbir şeyden geri kalmasınlar (piyano çalsınlar, kodlama öğrensinler, matematik-fen vb. tüm derslerden tek bir kelime bile kaçırmasınlar, pandemi şartlarında bile yarış halinde olsunlar, en iyisi olsunlar vs.) istiyorlar hem de bunu çocukları yorulmadan, üzülmeden ve hatta çok da emek vermeden yapsınlar istiyorlar. Çünkü bu onlarda duygusal patlamalara sebep oluyormuş. Gülüyorum kusura bakmayın. Nedim Güzel’in kitabında okuduğum bir şey vardı : ‘’ İstemek= İstem+ emek’’ çok hoşuma gider ve duygularıma tercüman olur bu tanımlama.
Peki ne yapmalıyız? Çocuğumuzu hiç yormadan geleceğe hazırlamak için, hap haline getirilen bilgileri mi, yoksa son günlerde kafamıza yerleştirileceği her platformda konuşulan çipleri mi beklemeliyiz(?) Yoksa önce kendimizi iyi organize edip, sonra da bizi örnek alan küçüklerimize pusula mı olmalıyız? Tabii ki seçim sizin. Ama ben olsam ikinciyi seçerdim ve öyle de yapıyorum, sekiz yaşında bir erkek çocuk annesi ve bir sınıf öğretmeni olarak.
İlk olarak sizlere ‘’Aptal Puma Sendromu’’ olarak bilinen durumdan kaçınmanızı öneriyorum. Kısaca açıklamam gerekirse: Pumalar avının peşinden sürdüğü koşuyu her zaman avının cüssesine göre ayarlarmış. Büyük bir hayvanın peşinden daha çok, küçük bir hayvanın peşinden daha az koşarmış. Çünkü pumalar, koşarken harcadığı enerji avından elde edeceği enerjiden daha az ise koşmayı bırakır, yenilgiyi kabullenirmiş. Aptal Puma Sendromu ise bunun tersini yapan, boş işler için gerektiğinden fazla enerji tüketen insanlar için kullanılan bir kavramdır. Kısacası attığınız taş ürküttüğünüz kuşa değmeli. İyi bir seçim yapmalıyız ‘’Ben ya da çocuğum bunu yapmayarak ne kaybeder? Veya yaparak ne kazanır?’’ hesabını iyi yapmalıyız. Kendi hırslarımızın esiri olmayıp, özellikle şu normal şartlarda yaşamadığımız süreçte çocuklara gereksiz, aciliyeti olmayan bilgi ve etkinlikler yüklememeliyiz. Köprüden önce son çıkışmış gibi, anaokullarındaki çocuklarına bile aşırı baskı yapan, sanki bir sonraki sene üniversite sınavına girecekmiş muamelesi yapan veliler görüyorum ve çok üzülüyorum.
İkinci olarak sizlere; önce kendi motivasyonunuzu sonra da çocuğunuzun motivasyonunu yüksek tutmanızı öneriyorum. Hani bir şarkı var ya ne yaparsan yap aşk ile yap diye. İşte tam olarak da öyle yapmalı. Yapılacak her işe mutluluk katacak yollar bulunmalı ve çocuğa da bunu aşılamalı. Yaptığı şeyleri eğlenerek ve zevk alarak yapmaz ise bilgi asla kalıcı olmaz ve başarıya ulaşmaz. Ailecek kendinizi bol bol gülümsetecek yollar bulun. İnanın çok zor değil. Bilim adamları, tartışılan bir ortamda bulunan sürahiden dahi su içmeyin derler. Çünkü su bile ortamın gerginliğini kaydeder. Düşünün çocuklarınızın neleri kaydedebileceğini. Aynı ödevi yaparken arada mola verip, kalkıp müzik eşliğinde hep birlikte dans eden aileler de görüyorum, elinde cetvel çocuğun masasının başında bekleyip, ‘’Yap artık şu ödevi yoksa kötü olacak.’’ diyen veli de görüyorum. Başarıya ulaşanı tahmin etmek çok da zor olmasa gerek.
İçerisinde bulunduğumuz an, oda, odanın kokusu rengi hatta üzerinde oturduğumuz sandalyenin bile aldığımız kararlar üzerinde inanılmaz etkileri olduğu deneylerle kanıtlanmıştır. Kötü kokan bir odada yargılarımız daha karamsar olurken aydınlık ve güzel kokan bir odada yargılarımız daha olumlu yönde olur. Sert bir sandalyede otururken daha iyi pazarlık yapar, sıcak bir içecek eşliğinde imzaladığımız sözleşmede çok da detaycı olmayız. Yani aslında sizin çocuğunuzun ‘’ Ben matematikten nefret ediyorum.’’ cümlesini kurmasına her zaman matematik öğretmeni sebep olmaz veya bu çocuğunuzun zekâsı ile ilgili bir sorun olduğunu göstermez. Gerekli şartlar sağlanmamıştır belki?
Burada sizlere ‘’Pygmalion’’ etkisinden de bahsetmeden edemeyeceğim. Daha havalı adıyla ‘’Kendini Gerçekleştiren Kehanet’’. Özetle ‘’Başarılarınız çevrenizdekilerin sizinle ilgili ne düşündüğüne göre değişebilir.’’ Psikolog Robert Rosenthal’ın yaptığı bir deneyde bir okulun ilkokul birinci ve ikinci sınıfına giden öğrencilere zekâ testi yapılıp ona göre sınıflara yerleştirileceği bilgisi verilir. Sınıflar oluşturulur. Bir sınıfa testten en yüksek notları alanları yerleştirdiklerini açıklarlar. Ve sene sonunda en büyük başarının bu sınıftan gelmesini beklediklerini söylerler. Sonuç bekledikleri gibi olur. En başarılı sınıf o sınıf olur. Ama aslında ortada bir zekâ testi de yoktur, test sonuçlarına göre oluşturulmuş bir sınıf da yoktur. Yapılan açıklama sadece o sınıfın kendini en zeki olarak düşünmelerini ve öyle çalışmalarını sağlamıştır. Yani başa dönecek olursak ‘’Başarılarınız çevrenizdekilerin sizinle ilgili ne düşündüğüne göre değişebilir.’’ Siz çocuğunuzun başarılı olacağına inanıp onu da inandırmalısınız. Ama tabii özgüven ile ukalalık arasındaki ince çizgiyi kaçırmadan. Biliyorsunuz ki son yıllarda sürekli kendini öven ama dünyadan pek de haberi olmayan yetişkinler ve çocukların sayılarındaki artış, gözle görülebilecek şekildedir, sırf bu sebepten dolayı.
Çocuklarımıza Aziz Sancar’ın ‘’Ben zekâya inanmıyorum, bizi birbirimizden ayıran emektir.’’ Sözünü ve Einstein’ın ‘’Ben zeki değilim yalnızca tutkulu bir meraklıyım.’’ Cümlelerini sık sık hatırlatalım. Bir hayalperest olmaktan veya nasılsa ben zeki değilim boş vermeliyim fikrinden uzak durmalarını sağlayacaktır. Her beyin geliştirilebilir hem de her yaşta. Size burada ünlü Londra taksicilerini örnek verebilirim. Londra’da taksi şoförü adayları dört yıl boyunca Londra Bilgisi sınavına hazırlanırlar. Bu sınavdan geçebilmek için gözlerini karartıp Londra’nın geniş çaplı yol ağının tamamını bütün detayları ile birlikte ezberlemek zorundadırlar. Bu çok çok zor bir iştir. University Collage London’dan bazı bilim insanları bu durumu incelemişler ve bu taksi şoförlerinin beyin taramasını sağlamışlar. Ve Şoförlerin beyinlerinde diğer kişilere göre çok büyük farklılıklar keşfetmişler. Beyindeki hipokampusun arka kısmı, diğer kişilere göre kıyaslandığında çok daha büyük bulunmuş. Özellikle bu meslekte uzun süre çalışanlarınki daha büyük bulunmuş. Buradan çıkarabileceğimiz sonuç; beynin sabit kalmadığı, sürekli geliştirilebilir ve yoğrulabilir olduğudur. Aynı şey Einstein’ın beyni incelendiğinde de kanıtlanabilmiştir. Einstein’ın beyninde sol elin parmaklarını denetleyen bölgenin genişlemiş olduğu fark edilmiştir. Çünkü Einstein keman çalma tutkunudur. Piyano çalan kişilerde de aynı şekilde beynin sağ ve sol bölgelerinde Omega şeklindeki gelişim gözlemlenmiştir.
Biz hafıza konusunda çocuklarımıza nasıl yardımcı olabiliriz? Hafızayı geliştirmek için derlenen bir yazıda şunları okumuştum: Not alarak çalışmak, gruplandırmalar yapmak, kendini sürekli test etmek, kısaltmalar kullanmak, başkalarına anlatmak, yüksek sesle tekrar etmek, hikayeleştirmek, yeterince uyumak, sorgulamak ve araştırmak, yeterince su içmek, kitap okumak hafızayı geliştirmek için kullanılan yöntemlerdir.
Hazır üç haftalık uzun bir tatile giriyorken birkaç öneri vermeden olmaz diye düşünüyorum naçizane.
- Çocuklarımızla çok sevdikleri oyunların nasıl kodlandığını öğreten kodlama programlarından ücretsiz olanlarından: Scratch, Code.org, Blockly Games, Codemoji, Tynker.com veya ücretli Kodris gibi programları yükleyip onları eğlenerek öğrenmeye teşvik edebiliriz.
- Çeşitli ‘’Evde Deney’’ kitaplarından yararlanarak evde deneyler yapabiliriz. Veya https://www.weareteachers.com/easy-science-experiments/ linkinden ve https://www.weareteachers.com/free-science-videos/ linkinden faydalanabilirsiniz.
- Matematiği eğlenceli hale getirmek için: Pet Bingo by duck, Quick Math JR.,Toon Math, Math Manıac, Geoboard, Adepted Mınd, Mentap Up, Khan Academy Türkçe
- Çocuklarımıza Satranç oynamaları için önerebileceğimiz siteler: LICHESS.ORG, CHESS.COM, , CHESSMATEC.COM, CHESS24.COM, CHESSKID.COM
KAYNAKLAR:
- Incognito Beynin Gizli Hayatı,David Eagleman; Domingo yayınları, 2011. ISBN:9786054729074
- Beyin Yönetmeni, Nedim Güzel; Ceres yayınları, 2018. ISBN:9786052048153
- https://www.youtube.com/embed/63KB4OL-sY0 linkinden Masaru Emoto’nun ”su” üzerine yaptığı deneyi hakkında kısaca bilgiler edinebilirsiniz.