İnsanın var oluşuyla kadın ve erkek birbirleri üzerinde egemenlik kurmak için sürekli rekabet içerisinde yer almışlardır. Bu yarışın çoğu zaman ezileni ise bilindiği gibi kadınlar olmuş, erkek, fiziki üstünlüğünün de avantajı ile kadını hegemonyası altına almıştır. Her ne kadar günümüz toplumlarında kadın-erkek eşitliği vurgulansa da erkeğin egemenliği her alanda hissedilmektedir (Aydın, 2018). Erkek egemen kültür; her koşulda iktidar olan, kendinden başka cinse kapı aralamayan, onun varlığını kabul etmeyen, kabul etse de varlığına saygı duymayan, erkeğin her yerde ve her zaman güçlü olduğu, sözünün -her türlü durumda- geçmesi gerektiğini dikte eden bir bakış açısıdır. Erkek egemen kültür genelde doğu kültürü ile özdeşleştirilmesine rağmen, her zaman ve her yerde görülebilir; zamandan ve mekândan bağımsızdır. Erkek egemen kültür kadın-erkek eşitliğine vurulan bir zincir, kadına ikinci sınıf insan muamelesini reva gören otoriter ve baskıcı bir yaklaşımdır. Kadına yönelik şiddet erkek egemen kültürde meşru ve normal görülür. Şiddet ise en basit anlamıyla kişinin çözüm bulma kapasitesinin yoksunluğudur. Olaylar karşısında çözüm bulamayan birey, karşısındaki canlının güçsüzlüğünü fırsat bilerek şiddete başvurur ya da onu tamamen ortadan kaldırmaya yönelir.
Son yıllara baktığımızda 2016’da 329, 2017’de 409, 2018’de 440 ve 2019 yılında 474 kadın erkekler tarafından katledilmiştir (www.sozcu.com.tr). Bu sayılar her yıl artarak devam etmekte olduğu görülmektedir. Rakamlar belki birçok insan için bir şey ifade etmeyebilir, ama o sayıların ete kemiğe bürünüp, çoluk çocuk sahibi oldukları, hayalleri, beklentileri olan, sevinen, yeri geldiğinde üzülen bir insanla özdeşleştirebilirsek, işte o zaman bir anlam ifade edebilir. Dünya genelinde kadınlar erkekler tarafından hayatları boyunca en az bir kez şiddete maruz kalıyor. Hayatında en az bir kez eşi veya yakın ilişki içinde bulunduğu erkek tarafından şiddete maruz kalan kadınların oranı %59 (Çetin, 2016), bu kayıtlara geçen oran, gerçeğin ise bu rakamdan çok daha fazla olduğu düşünülmektedir. Toplumlarda şiddet olgusu daha çok erkek aracılığı ile dışa vuruluyor. “Güçlüyüm o halde ezmeliyim” diye düşünen erkekler var oldukça kadına yönelik şiddettin azalma ihtimali pek görülmüyor.
Kadınlara karşı yerleşik bakış açımızı irdelediğimiz de kadınlara nasıl bir rol biçtiğimizi rahatlıkla görebiliriz. “Saçı uzun aklı kısa, kız kocaya oğlan hocaya, eksik etek, avrat malı kapı malı, kızını dövmeyen dizini döver, kadının sırtından sopayı karnından sıpayı eksik etmeyeceksin, evinin hanımı çocuklarının anası olacaksın, elinin hamuruyla erkek işine karışma, her başarılı erkeğin arkasında mutlaka bir kadın vardır” gibi deyim ve atasözlerini çokça duyarız. Bu bakış açısı erkeklerin egemen olduğu kültürlerde fazlasıyla baskındır. Bu düşünceye sahip her erkek, kadının bir meta olduğu, bir değerinin olmadığı veya toplumda/iş yaşamında bir yer işgal etmemesi gerektiğine inandıkları için ya benim olacaksın ya da öleceksin mantığını güder. Bu deyim ve atasözleri erkeğe sürekli alttan alta “güçlü olacaksın, ezeceksin, baskı kuracaksın” mesajı vermektedir.
Trafikte, önümüzde yavaşça seyreden bir aracın şoförü için “kesin bayandır” deriz, şoförlüklerini beğenmeyiz, araç park etme biçimlerini eleştiririz. Müdürlük veya yöneticiliklerinden hoşlanmaz, idaresi altında çalışmaktan memnun olmadığımızı her fırsatta dile getiririz. İş yerindeki baskıya, zorbalığa (mobbing) maruz kalan insanların yine büyük bir çoğunluğu bayandır. Düşüncelerinin arka planında olumsuz deyim ve atasözleri yerleştirilerek büyütülmüş erkeklerin iş yerinde kadın amirlerine ya da kadın iş arkadaşlarına saygı duyup, onlarla empati kurmasını zaten bekleyemeyiz.
Kadınlara yaşatılan bu kötü muamelelerin veya cinayetlerin sorumluluğu ne sadece Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının, ne Adalet Bakanlığının ne de İçişleri Bakanlığınındır. Sorumluluk her şeyden önce anne-babaların, özellikle de biz babalarındır. İlk başta bizler, kafamızdaki şemaları değiştirmeliyiz. Kafamızdaki şemaları değiştiremezsek alışkanlıklarımızı ve tutumlarımızı değiştiremeyiz. Annemize, eşimize ve çevremizdeki diğer kadınlara yaklaşımımızla çocuğumuza olumlu örnek olmalıyız. Biz, kadınları nasıl görüp değerlendirirsek, çocuklarımız da aynı şekilde bir yaklaşım tarzını benimseyeceklerdir çünkü onlar için en öncelikli rol-model bizleriz. Bunun yanında, belki de en önemlisi, kadın-erkek arasındaki eşitliğe sürekli vurgu yapmalı, davranışlarımızla da çocuklarımıza yansıtmalıyız.
Kadınlara karşı olumsuz düşünceler bir erkeğin zihnine ufak yaşlarda yerleştirilir. Özellikle erkek çocuk yetiştiren anne-babalar bu konuda çok daha duyarlı ve hassas olmalıdırlar. “Erkektir yapar, erkek adam ağlamaz, erkek kavga eder/etmelidir de, anneni-ablanı/kız kardeşini sen koruyacaksın, erkek adam yenilmez, erkeğin sözü yere düşmez-ikiletilmez” gibi söylemleri çocuk yetiştirme sürecinde kullanmaktan mümkün olduğu kadar kaçınmalıyız. Bu ifadeler yeri geldiğinde çokça söylenip pekiştirilirse, o çocuğun büyüyüp aile kurduğunda, eşi ile anlaşamayıp ayrılma noktasına geldiği zaman “ya benimsin ya toprağın” deyip, silahı çekip vurmasına da şaşırmamak gerekir. Çocukken tanık olunan veya maruz kalınan şiddetin, erkeklerin şiddet uygulama olasılığını kadınların da şiddete maruz kalma olasılığını iki kat arttırdığı gözlenmiştir (Altınay ve Arat, 2007). Bu nedenle çocuk evde, okulda, sokakta, sanal ortamda ve televizyonda şiddetle ne kadar az karşılaşırsa şiddete başvurma olasılığı da en aza inmektedir.
Biz aileler, özellikle erkek çocuklarına, başarısızlığın başarı, yenilmenin yenmek, kabul edilmemenin de kabul edilmek kadar doğal bir durum olduğunu öğretmeliyiz. Daha doğru bir tabirle, çocuklarımıza bu durumu hazmedebilmesini öğretmeliyiz. Bunu taraftarı olduğumuz futbol takımının başarısızlığında, oy verdiğimiz siyasi partinin seçim sonuçlarına yönelik verdiğimiz tepkilerden de gözlemleyebiliriz. O kadar mükemmeliyetçi yetiştiriliyoruz ki, lügatimizde başarısız olmak, yenilmek, kabul edilmemek olmamalı. Bu şekilde yetişen her insan, hırs ve öfkenin de etkisiyle, kendisinden -fiziksel anlamda daha zayıf bir canlıyı, gözünü dahi kırpmadan, yok edebilmektedir.
Şiddet dilini engellemenin ilk yolu sevgi dilini beslemektir. Çocuk sevgi dilini önce ailede sonra okulda kazanmalıdır. Okul, içinde yaşanılan toplumun bir parçasıdır. Toplumda görülen şiddet olaylarının okullarımızda da görülme olasılığı oldukça yüksektir. Çocuğu okullardaki şiddet olaylarından uzak tutmaya değil, şiddeti okullarımızdan uzak tutmaya çalışmalıyız. Şiddeti engellemek ise değerlerimizi güçlendirmekle mümkün olacaktır. Okullarımızda değerler eğitimi ile ilgili birçok çalışma yapılmasına rağmen hâlâ en büyük sıkıntıyı değerlerimizi çocuklara kazandırmada yaşıyoruz. Özellikle sevgi, saygı, hoşgörü, yardımlaşma, nezaket, merhamet, sabır gibi değerleri kazandırma konusunda fazlasıyla başarısız olduğumuz ortadadır. Okuldaki uygulamaları genelde bilgi düzeyinde bırakıp bir türlü uygulama aşamasına geçiremiyoruz. Değerler eğitimini sınıf panolarına hapsetmemeli, soyuttan somuta geçirmeli ve yaparak, yaşayarak kazandırmalıyız.
Şiddet çağımızın en büyük problemlerinden biri olarak değerlendirilmektedir. Okullarımız şiddetle sağlıklı bir şekilde baş edebilmesi için ortak politika belirlemeli ve şiddet eylem planı hazırlayarak tüm paydaşlarca hassasiyetle uygulamalıdır. Özellikle kalabalık okullar, güven ortamını zedeleyen ve şiddeti arttıran bir unsur olarak görülmekle birlikte (Verdugo, 1999; Aktaran Işık, 2004) okullarımızdaki mevcut öğrenci sayısını azaltmanın şiddet olaylarını asgariye indirme konusunda önemli bir tedbir olacağı düşünülmektedir.
Öğretmen ve kurum yöneticilerinin bu konuda üstüne düşen önemli sorumlulukları vardır. Öğretmen ilk başta sınıfında risk grubunda yer alan ve dezavantajlı öğrencileri tespit ederek başlamalıdır. Belirlediği öğrencileri dikkatli bir şekilde gözlemlemeli, zorbalık ve şiddet konusunda öğrencilerine hiçbir şekilde taviz vermemelidir. Öğretmen olumsuz davranışları ile dikkat çekmeye çalışan çocukları sosyal faaliyetlerin içine katmalı ve bu faaliyetlerde görevler vererek olumsuz davranışları azaltma yoluna gitmelidir. En küçük vukuatı dahi ciddiye almalı ve önemsemelidir. Bu gibi durumlarla karşılaştığında önce öğretmen olaya müdahale etmeli, altında yatan nedenleri anlamaya çalışmalı, şiddetin bir sorun çözme yöntemi olmadığını anlatmalıdır. Aile ile işbirliği halinde çalışılmalı, aile ziyaretleri düzenleyerek çocuğun yaşadığı aile ortamı ve yaşam alanını analiz etmelidir. Şiddet içeren film, dizi veya bilgisayar oyunlarını ne düzeyde takip ettiğini öğrenmeli, aileye gerekli bilgilendirmelerde bulunmalıdır. Aynı zamanda okul içinde ve dışında çocuğun aidiyet hissettiği arkadaş çevresi de öğrenci davranışlarını anlamada önemli ipuçları verebilmektedir. Öğrencideki olumsuz davranışın tekrarı halinde ise okul rehberlik servisine yönlendirmelidir. Okul rehberlik servisi ise önleyici ve koruyucu rehberlik çalışmaları ile güvenli okul ortamını oluşturmaya katkı sağlamalıdır.
Bu çalışmaların yanında öğretmen, kadın-erkek cinsiyet eşitliği konusunda da hem sınıfa örnek olmalı hem de bu konu üzerinde öğrencilerin fikirlerini almalı, yerleşmiş algıları değiştirmek için çaba sarf etmelidir. Sınıfta öğretmen cinsiyet ayrımcılığına müsaade etmemeli, her iki cinsiyetin eşitliğine yönelik olumlu bir dil ve yaklaşım benimsemelidir. Sınıf içi uygulamalarda öğretmen, her cinsiyete eşit söz fırsatı ve eşit sorumluluklar vermeye azami derecede dikkat etmelidir. Kültürel ön kabullerle okula başlayan çocuklar için öğretmen ve yöneticiler kurumları, cinsiyet eşitliğine duyarlı mekânlar haline getirmelidir. Okulların cinsiyet eşitliğine yönelik uygulamaları erkek egemen kültürün yaşam alanını daraltacaktır.
Olumlu bir okul iklimi ile güvenli bir okul ortamı şiddet olaylarının önüne geçebilecek iki önemli unsurdur. Kurum yöneticilerinin öncelikli hedefi, bu iki unsuru kurumda gerçekleştirmek olmalıdır. Okullarda şiddet dilini benimsemiş, şiddeti bir sorun çözme yolu olarak kullanan öğrencilere yönelik gerekli önlemler alınamıyorsa ilerde, sadece kadının değil, bir başka canlının yaşam hakkını elinden alan bir caniye dönüşmesine seyirci kalıyoruz demektir.
Yaşar DİLBER
Okul Psikolojik Danışmanı
Bursa-Şubat 2020
Kaynakça
Altınay, A., G. ve Arat, Y. (2007). Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet, Research Report, Punto, İstanbul.
Aydın, K. (2018). Kadınların Düşünce Hayatında Erkeğin Egemenliği: Ev Kadınları Üzerine Bir Araştırma (Erzurum İli Örneği), Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (AKSOS), S.4, 161-186.
Çetin, F.G. (2016). Susma, Sıradanlaşma, Meşrulaştırma, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü, https://www.nevsehir.edu.tr/12677.
Işık, H. (2004). Okul Güvenliği: Kavramsal Bir Çözümleme, Milli Eğitim Dergisi 164.
https://www.sozcu.com.tr/hayatim/yasam-haberleri/kadinlar-2019-yilinda-da-katledildi/