“Kız anadan görmeyinçe öğüt almaz, oğul atadan görmeyinçe sufra çekmez. Oğul atanın yetiridür, iki gözinün biridir. Devletli oğul kopsa ocağınun közidir.”
Dede Korkut
“Tarih, insanlığın en tehlikeli icadıdır.” der Paul Valery. Neden böyle demiştir bilinmez… Ya da “Kimiz, kimleriz biz, nereden geldik, nereye gidiyoruz?” diye mi sordu kendi kendine Gauguin gibi. O gün bu gündür, insanoğulları aynı soruyu kendilerine soruyor, yanıtlamaya çalışıyorlar. Yanıtlar, kişiden kişiye, toplumdan topluma, zamanla değişiyor, ama soru aynen kalıyor.
Gauguin’in çağdaşı olan Ukraynalı Yahudilerin kültürünü yansıtan Damdaki Kemancı müzikalinin bir güftesi bu gerçeği şöyle dile getiriyor:
Geleneklerimizden dolayı (bizde)
Herkes bilir kim olduğunu!
Buna karşılık kim olduğunu unutan ya da şaşıran Oidipus ve Elektra gibi mitoloji kişileri, klasik tragedyanın kahramanları oluyor. Törenlerin her şeyi meşru (yasal) kıldığı çağlarda söylenmiş öyküler, masallar, destanlar, kimliğin korunmasını öğütlüyor.
Okullarda, ulusal kültürün korunması ve tanıtılması amacıyla tarih öğretimine o kadar önem verilmesine karşılık hala neden kimlik sorunları görülüyor ki, ülkelerin çoğunda?
Kişiler/toplumlar tarihlerini biliyor, benimsiyorlarsa kimlik arayışı veya sorunu olmaması gerekiyor. Kişi, toplumun tarihini biliyorsa, “Kimsiniz, kimlerdensiniz?” sorusunun yanıtlarını da biliyor demektir. Herkes kimliğini biliyorsa, kimlik sorunu neden olsun ki?
Ancak, toplumun tarihi ya da tarihleri yazılmamışsa, yazılanlar okunmuyorsa okunanlar anlaşılmıyor ya da benimsenmiyorsa orada talihsiz bir durum: “tarihsizlik” var demektir.
Uygarlıkların sürekliliğinde ve gelişmesinde en önemli etken kuşkusuz ki eğitimdir. Eğitim, uygarlığı ve kültürü oluşturan insanın yetiştirilmesi ile ilgili olduğu gibi, onların bir kuşaktan ötekine aktarılmasında da temel araçtır. Aile ve çocuk eğitiminde kurumlaşma hiç şüphesiz o toplumun uygarlık düzeyini de gösterir. Geleneksel toplumun çocuğu, anaokulunda değil, mahallelerde akraba ve komşular arasında toplumsallaşırdı.
Eski Türklerde eğitim harsa dayalı bir şekilde gelişirdi. Aile içinde eğitimin amacı bireylere aynı davranışları kazandırmayı sağlamaktı. Okul ve benzeri kurumlar bulunmadığından aile eğitimi temeldi. Aileler taşıdıkları her erdemi, beceriyi mutlaka çocuklarına kazandırma çabasındaydılar.
Dede Korkut’ta aile içi eğitimin önemi ise şu söz ile önemli bir yer tutmaktadır: “Kız anadan görmeyinçe öğüt almaz, oğul atadan görmeyinçe sufra çekmez. Oğul atanın yetiridür, iki gözinün biridir. Devletli oğul kopsa ocağınun közidir.”
Paul Valery’nin dediği gibi tarih gerçekten insanlığın en tehlikeli icadı olup bu kültür, bu kimlik, bu mısralar tarihin tozlu sayfalarında mı kaldı? Ne dersiniz?