Yazar Sabahattin Eyüboğlu, “Mavi ve Kara” adlı kitabının muhtelif bölümlerinde; ülkemizdeki 1955 yılı öncesi eğitim, okul ve meslek eğitimi konusundaki düşüncelerini anlattığı yazılarında ilginç bulduğum pasajları paylaşarak günümüzde hala geçerliliği olup olmadığını değerlendirmeye çalıştım.
“Anne-babalar çocuklarının adam gibi insan olmasını istemeli. Elinde diploma, paralı işe girsin de ne halt ederse etsin. Bugünkü kurt-kuzu dünyasında kurt olmasını mı isterler…”
“Tüketici okuldan üretici okula geçmişiz, ezberciliğin yerine yaşayan-yaşatan bilgiyi koymuşuz. İnsanoğlunun seve seve sevine sevine de çalışacağını işe koşacağını kanıtlamışız. İşçilikle öğrenciliği birleştirerek her ikisini de angarya olmaktan kurtarmışız… Ne demekmiş işçilik! Okul, efendi yetiştirirmiş ter kokulu eli nasırlı işçi değil, işçiyi köle sayan düşünüşün tepkisi bu. Okulun üretici değil tüketici olmasını istiyorlardı…”
“Bizde devletin büyük çoğunluğumuza çevrilen eğitim-öğretim çabalarını köstekleyen aydınlar, Batı kültürünü mutlu azınlıkların devletlilerin zenginlerin beslediği dahi teklerin yaptığını ileri sürerler, kuyruklu yalan.!”
“Çok zaman yitirdiğimiz için kurduğumuz ve kuracağımız okulları çağımızın ve yurdumuzun gerçeklerine uydurmak çevrelerine getirecekleri aydınlık ve iş gücünü arttırmak için neler yapılabilir? İş ve üretim ilkelerini bütün okullarımızın programlarına ne ölçüde sokabiliriz?”
“El sanatları bir milletin kültürünün tezahürüdür. İş ve eğitim ilkesi dünyanın er geç gideceği yoldu. Köy enstitülerinde oysa değişmesi gereken…”
“Çocuğu işe alıştıralım ve bu iş eğitimini herhangi bir işçiye bırakmayarak gerçek bir ustaya verdirelim ki çocuğun maddeye dokunuşu hoyratça değil usturuplu olsun. Zekâ o zaman elden kafaya doğru çıkacaktır. Gençleri gözleme, denemeye ve yeniden bulmaya çağırırsanız bakın nasıl can kulağıyla dinlerler o zaman sizi, nasıl anlarlar ne istediğinizi. Çünkü çocuk arayıcı ve bulucudur hep yeniliğin peşindedir…”
“Eğitim ve öğretimin müfredatı değildir temel olan ilkeleri metotlarıdır. Yenidünya özlemi; söz eğitimi değil iş eğitimidir ve bu eğitim çok az yerde uygulama fırsatı bulabilmektedir…”
“Bu yaz bir Orta Anadolu şehrinde dişçi aradım yoktu. Yalnız dediler ki evinde çalışan diplomasız bir dişçi var gittim ister istemez. Genç güler yüzlü rahat bakışlı bir insanla karşılaştım. Ufacık evinin bir odasında muayenehanesi tertemiz düzenli ve gösterişsiz de. Hemen kendini anlattı anlaştık ve işe girişti. Her yaptığını bana açıklayarak aletlerini seve seve kullanarak iki saat kadar çalıştı. Şu kadarını söyleyeyim ki size ayrılırken ağzımda yapılacak başka bir iş kalmadığına üzüldüm. İşini böylesine bilen ve seven kendine bu kadar güvendiren insan az görmüştüm. Ortaokulu bitirmiş bu genç adam sonra İstanbul’da ve Ankara’da dişçilere protez işçiliği yapmış hepsi o kadar. Bu arada öğrenmiş ne öğrenmişse; kitaplar aletler edinmiş. Şimdi nasıl gelmez insanın aklına bu genç adamı yetiştiren şartları bir okul haline sokup her kasabaya hemen bir dişçi yollamak. Böylesi doktor, böylesi mimar, böylesi avukat da düşünülebilir elbet. Onları da ihtiyaç kendiliğinden yaratmaktadır herhalde Anadolu’da. Eğitim sistemimiz şimdilik daha çok yalnız birkaç büyükşehirde iş görecek ve mesut olabilecek tipte meslek adamları yetiştiriyor. Onlar da para, ister istemez ve çok çabuk meslek adamının ilk düşüncesi olmaya başlıyor. En yüksek bilgiye ulaşmasını istediğimiz, ona göre yetiştirdiğimiz insan çok defa şaşılacak kadar kısa bir zamanda sadece bir tüccar oluveriyor. Son yirmi yıl içinde eğitim sistemimizde memleket ihtiyaçlarına uyma istikametinde verimli birçok denemeler yapılmadı değil yapıldı ama yeteri kadar cüretle ve ısrarla değil.
Büyük rakamlar köklü tedbirler ürkütüyor bizi hemen uzlaşma yavaşlama yoluna sapıyoruz. Oysaki memleketin asıl beklediği de bunlar. Kitapçıl, ezberci ve hayata kapalı bir öğretimin zararlarını hep biliyoruz artık değil mi? Ama yine de bu yoldan çıkamıyoruz bir türlü. Okullarımızda derslerin hiç değilse yarısı öğrencinin hiç de seviyesi düşmeden atılabilir günün birinde. Hiç şüphesiz atılacak da. İş başında edinilen yaşanan bir sevinç haline gelen ekmek tadında bilgilerin yeri olmalıdır okul, olabiliyor da istenirse. Düne göre bugünün okulu, hayata çok daha fazla açılmıştır ama yarına göre henüz bir manastırdan pek farklı sayılmaz…”
Yazar burada özetlemeye çalıştığım düşüncelerinde; anne babalara seslenerek çocuklarına diploma ve başarıdan önce merhamet, dayanışma, paylaşma ve insan olma değerlerini kazandırmayı öğütlüyor. Üreten, yaşayan-yaşatan işe yarayan bilginin insanları işlerine mutlu bir şekilde sarılacağını, öğrenciliğin kuru bilgi öğrenmek yerine iş hayatında karşılığı olan yetenek kazandırmaya, okulların ve eğitim sistemlerinin ülke gerçeklerine uygun kurgulanması gerektiğini, eğitim programlarına iş ve üretimi katarak gençlerin hayata güçlü şekilde katılmasının gereğini açıklıyor.
El sanatlarımıza yani kültürümüze sahip çıkılması, çocukları bu yaşlarda gerçek bir zanaatkâr yanında işe alıştırarak eli iş tutması, zekâlarını kullanmalarına fırsat verilmesi halinde zaten gençlerin bir şeyler üretmeye can attığını, sadece bu konuda uygun eğitim ortamları oluşturulması halinde mutlu ve başarılı olacaklarını iddia ediyor. Yenidünyanın uygulamalı iş eğitimi benimseyeceğini, o dönem için bu uygulamalı meslek eğitiminin çok az yerde yapıldığını belirtiyor.
Yaklaşık altmış beş yıl önce Orta Anadolu şehrinde acilen ihtiyaç duyduğu diş hekimini bulamadığından yerine diş teknisyeni sayılabilecek kendini yetiştirmiş diplomasız bir dişçiyle yaşadığı tecrübesinden hareketle kendince hızlıca meslek insanları yetiştirme önerisinde bulunmaktadır. Ancak günümüzde her ilimizde bir üniversitemiz oldu, diş hekimi, doktor, mimar ve avukat gibi kariyer mesleklerinde yeterince meslek insanı hatta fazlası yetiştirilmektedir.
Yazarın onlarca yıl önce müfredatın sadeleştirilmesi gerektiği yönündeki tespiti bugün dahi gündemde ve tartışılmaktadır. Üstelik iddialı bir şekilde ders yükünün yarısı atılsa bile öğrencilerin seviyelerinde bir eksilme olmayacağı iddiası dikkat çekmektedir. Bilgiye sözlü, yazılı, video içerik olarak saniyeler içinde ulaşılabildiği düşünülürse doğru kabul edilebilir. Öte yandan hala on iki yıl gibi uzun bir sürede günde sekiz saate yakın eğitim öğretim yapılmasını bile yeterli bulmayanlar çıkabilmektedir.
Aradan geçen altmış beş yıla rağmen mesleki eğitim hala “en değerli geçer akçe” olarak önemini korumaktadır. Bence bu yazının en dikkat çekici cümlesi; “İş başında edinilen yaşanan bir sevinç haline gelen ekmek tadında bilgilerin yeri olmalıdır okul, olabiliyor da istenirse.” olmalıdır. Mesleki eğitim çok önemli, gerçekten MEMLEKET MESELESİ…
Kaynak: Mavi ve Kara, Sabahattin Eyüboğlu, Türkiye İş Bankası Yayınları, 8. Basım, 2016/İstanbul