İşte bu teslimiyet içerisinde bulunan ve kadim coğrafyaya, Anadolu’ya sıkışan Türk milleti, kurtuluşun fitilini ateşleyecek bir lider arıyordu.
101 yıldır unutulmayan bir “başlangıç”ı idrak ediyoruz bugün. Başlamak, bitirmenin yarısıdır derler. Tarih okumalarımız başlamış ve bitmiş bir kurtuluş mücadelesini sayfalara sığdırmış. Bize okumak düşmüş. Okudukça da aslında bir anda gerçekleşivermiş gibi bir düşünceye kapılıyoruz. Ancak ele alınması gereken o kadar çok konu var ki, neresinden tutsak bir “destan” ile karşı karşıya kalıyoruz.
Mustafa Kemal Atatürk, Samsun’a çıkmadan önceki durumu şu şekilde özetliyor: “Düşman devletler, Osmanlı devlet ve memleketine karşı maddi ve manevî saldırıya geçmişler. Onu yok etmeye ve paylaşmaya karar vermişler. Padişah ve halife olan zat, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor. Hükümet de aynı durumda. Farkında olmadığı halde başsız kalmış bir millet, karanlıklar ve belirsizlikler içinde olup bitecekleri beklemekte, felaketin dehşet ve ağırlığını kavramaya başlayanlar, bulundukları çevreye ve alabildikleri etkilere göre kendilerince kurtuluş çaresi saydıkları tedbirlere başvurmakta… Ordu, ismi var cismi yok durumda. Komutanlar ve subaylar, I. Dünya Savaşı’nın bunca çile ve güçlükleriyle yorgun ve vatanın parçalanmakta olduğunu görmekle yürekleri kan ağlıyor; gözleri önünde derinleşen karanlık ve felaket uçurumun kenarında beyinleri bir çare, kurtuluş çaresi aramakla meşgul…” [1]
Bu coğrafyanın insanının kendine has duaları vardır: “Allah varken kimse yok!” ya da “Görelim Mevlâ neyler, neylerse güzel eyler!” gibi… İşte bu teslimiyet içerisinde bulunan ve kadim coğrafyaya, Anadolu’ya sıkışan Türk milleti, kurtuluşun fitilini ateşleyecek bir lider arıyordu. Hatta K. Maraş, G. Antep gibi illerimiz, kendi göbeklerini kendileri kesecek, işgalcilere geçit vermeyeceklerdi. Bu yüzden olsa gerek, bir millet tanımına giderken içinde “duygu” katmadan sonuca varamıyoruz. Millet, sosyolojik tanımıyla “…belirli bir arazi parçası üzerinde devlet ve dil unsurlarının kaynaşmasıdır.”[2] İşte bu kitabî tanımın ötesinde bir “ruh”tan bahsedeceksek Türk Kurtuluş Savaşı önemli bir örnektir. Pek tabiî Türk tarihi Hunlarda Mete (gerçek adı Motun); Göktürklerde Kür Şad, Bilge Kağan; Karahanlılarda Satuk Buğra Han; Selçuklularda Tuğrul ve Çağrı Beyler ile Alaaddin Keykubat; Osmanlı’da Ertuğrul Gazi, Osman Bey, Yıldırım Bayezid, Yavuz Sultan Selim, Fatih Sultan Mehmed, Kanuni Sultan Süleyman gibi nice kahramanı kendi bağrından çıkarmıştır. Ancak o kahramanlar, millete olan güvenleri ile “eylem insanı” olmayı başarmışlardır. Millet olmak içinde, Türkçe konuşup anlaşmak, aynı töreye bağlılık, vatanı namus saymak, sancağı İslam bilmek gibi çok farklı anlamlara bürünür bizlerde. Yani “millet” tanımı ile “Türk milleti” tanımı arasında bazı farklılıklar olur ki bu da doğaldır. Nitekim bu tanımlara eklenecek en önemli unsurlardan birisi, “acıda birlik” olabilir. Çünkü Türk milleti nice acıları yaşamasına rağmen bir arada kalabilmiş, bağımsızlığını kimseye kaptırmamayı başarmıştır.
Bir diğer mevzu, kahramanlık mevzûsudur. Kahramanlık dışarıdan bakılınca oldukça sevimli bir liderliği temsil eder. Ancak kahramanın yerinde olmak ayrı bir ruh haline işaret eder. Bunu, şu şekilde cümleye dökebiliriz: “Herkes kahraman olmak ister ama kahramanlara nadir rastlanır.” Bu bir gerçektir. Bu gerçeklik sayesinde gerçek kahramanlar sivrilir ve bugünkü yerlerine konumlandırılır. Bu yüzden şu soruyu bugün Atatürk aleyhindeki insanlara sormak lazım: “Kaç kişi, boynunda idam fermanı varken ve memleketin hâli yukarıda kendisinin özetlediği gibiyken Bandırma Vapuru’yla bir kurtuluş yolculuğu başlatırdı?” Evet, bir gerçeğin peşinden gideceksek sûnî kahramanların değil, gerçek kahramanların peşinden gidelim. Zaten bunun idrâkine eren Türk milleti, mandanın ve himayenin “köleleştirme” politikası olduğunu fark edip kahraman ve lider olarak Mustafa Kemal’i seçmiştir. Bakınız İlber Ortaylı onun büyüklüğünün sırrını nasıl anlatıyor:
“Böyle bir lideri herkes ender yetiştirmiştir. Herhangi bir ulusun Mustafa Kemal gibi kaç tane lideri olabilir? Büyük ulusların büyük liderleri kaç tanedir? Kaliteli insan demiyorum. Kaliteli insan yetiştirmek artık o kavmin hakikaten bazı müesseselerini kurduğunu, geleneğini oluşturduğunu, eğitimini –ki eğitimin sosyolojideki adı yeniden üretimdir biliyorsunuz- rayına oturttuğunu gösterir. Oralarda nitelikli insan kadroları çıkar.(…) Fakat çoğu olağandışı, zamanları değiştiren veya büyük tehlikeleri önleyen önder her memlekette çıkmaz.”[3]
İlber Ortaylı’nın vurgulamak istediği deha figürü, içerisinden birçok ayrıntı barındırıyor. Mesela Mustafa Kemal her şeyden önce çok büyük bir askerdir. Askeri dehası katıldığı savaşlarda kendini gösterir. Nice mühim cephelerden muzaffer ayrılmış bir mareşaldir. Ülkenin kurulması için en mühim savaşlarını cephede vermiştir. Ancak ülkenin kurtulmasının ardından bir de cehalete karşı savaş başlatmıştır. Çok okuyan, bilime saygı duyan, siyasi öngörüsüyle demokrasiyi yeni yönetim şekli seçen bir liderin “Bandırma Vapuru”nda başlayan hikâyesi, her şeyden önce bütün eğitim camiası için bir ilham niteliğindedir. 19 Mayıs’ta başlayan kurtuluş mücadelesinin gençlere armağan edilmesi ise ayrı bir duyarlılıktır. “Genç” dilimize Farsça’dan girip Türkçeleşmiştir. Farsça anlamlarından biri “hazine”dir. Anlamına binaen genç, aslında ülkenin esas hazinesidir. Bunun farkında olan Mustafa Kemal Atatürk, ülkesinin gerçek hazinesine bir devlet emanet etmiştir. Bu emanet ağır bir yüktür. İçerisinde azim ve kararlılık barındırır. İdrakine eren bir gençlik ister. Gençliğin çoğunluğu verilen büyük ödevi unutursa “bağımsızlık” bile tehlikeye düşebilir. Bilimin rehberliğinde çalışmak, tarih şuuruna ermek, geleceği kurgularken milli menfaatleri ön planda tutmak, gençliğin yegâne hedefleri olmalıdır. Tüm bu hedeflerin “eğitim”in önemini benimsemekle alakalıdır.
Netice-i kelâm, bağrından nice kahramanlar çıkarmış bir milletiz. Millet olarak bağımsız yaşamamız çağdaş Türkiye’nin geleceğini “eğitim”le kurgulamaktan geçiyor. İlham kaynağımızı “Bandırma Vapuru” olarak gördüğümüzde başaramayacağımız hiçbir şey yok. Ülkemizi ihya etme sürecinde en büyük güç, gençlerimiz. İşte sırf bu yüzden 19 Mayıs’ta Atatürk’ü saygı ve özlemle anıyor, gençlerimizin bayramını ve ödevlerini kutluyoruz.
Tüm yolculuklarımızın “Bandırma Vapuru” yolculuğuna benzemesi umuduyla…
[1] Nutuk, Mustafa Kemal Atatürk,s.15, Tutku Yayınevi, Ankara,2010
[2] Ulus-Devlet Kimliği, Prof. Dr. Orhan Türkdoğan, s.29,Konya, 2013
[3] 1923-2023 Cumhuriyet’in İlk Yüzyılı, İlber Ortaylı-İsmail Küçükkaya, s.85-86, Timaş, İstanbul, 2013