Sevgi…
En çok kullandığımız, en çok ihtiyaç duyduğumuz ama belki de en az sorguladığımız kavram. Bir çocuğun gelişiminde, öğrenme sürecinde, hatta dünyayı algılayışında en büyük belirleyici güç. Peki biz sevginin ne olduğunu gerçekten biliyor muyuz?
Eğitimde sevgiden bahsederken genellikle bir çocuğa sarılmayı, ona güzel sözler söylemeyi, ilgilenmeyi yeterli görüyoruz. Ama bu sevgi, bizim anladığımız sevgi. Ya onların ihtiyaç duyduğu sevgi? Hiç sorduk mu çocuklara: “Sen nasıl sevilmek istersin?”
Çoğu zaman kendi sevgimizi dayatıyoruz. Çocukların nasıl sevilmek istediğini değil, bizim onları nasıl sevmek istediğimizi önceliklendiriyoruz. Onlara koşulsuz sevgi sunduğumuzu düşünsek de, aslında sevgimizi başarıya, iyi davranışlara veya beklentilerimize uygun hareket etmelerine bağlayabiliyoruz. Çocuklar “yanlış” yaptığında, sözümüzü dinlemediğinde ya da kendi yollarını seçmek istediğinde, sevgimizin tonu değişiyor.
Sevgi dilini anlamak, sadece bir çocuğa iyi davranmak değil, onun bireyselliğine, duygularına ve ihtiyaçlarına gerçekten kulak vermektir. Sevgi, değer temellidir. Saygıyı, güveni, kabulü içinde barındırır. Bir çocuğu sevdiğimizi söyleyip ona alan tanımıyorsak, duygularını küçümsüyorsak, bu sevgi çocuğun ruhunda nasıl bir karşılık bulur?
Çocuklar, sevildiklerini hissetmek isterler. Kimisi sevildiğini duymak ister, kimisi dokunulmayı sever, kimisi birlikte vakit geçirildiğinde sevildiğini hisseder. Ama biz yetişkinler çoğu zaman bunları fark etmeden, kendi bildiğimiz yöntemle sevgimizi göstermeye çalışırız. “Sana sarılıyorum, o halde sevildiğini hissetmelisin” deriz içten içe. Oysa belki de o an çocuk, gözlerinin içine bakarak içten bir sohbeti tercih ederdi.
Sevgi temelli eğitim, çocuğun birey olduğunu kabul etmeyi gerektirir. Onun hislerine duyarlı olmayı, sevgimizi onun dünyasında anlam bulacak şekilde göstermeyi ve sevgimizi yalnızca “iyi” olduğu zamanlarda değil, zorlandığında da hissettirmeyi gerektirir. Gerçek sevgi, başarıyı ödüllendiren değil, çocuğun her haliyle kabul gördüğünü hissettiren sevgidir.
Öyleyse soralım kendimize:
Bir çocuğun nasıl sevildiğini gerçekten biliyor muyuz?
Yoksa sadece kendi bildiğimiz gibi mi seviyoruz?
Eğer sevgi temelli bir eğitim istiyorsak, öncelikle sevgimizi çocuğun dünyasına uygun hale getirmeyi öğrenmeliyiz. Çünkü sevgi, anlaşılmadığında bile eksikliğini en derinden hissettiren duygudur. Ve bir çocuk, gerçekten sevildiğini hissettiğinde öğrenmeye, keşfetmeye, gelişmeye ve dünyaya güvenmeye başlar.
Sevgi, sadece hissettirdiğimizde gerçektir.
Eksik Sevginin Gölgesi: Kişilik Üzerindeki Derin Etkiler
Sevgi, sadece bir çocuğun ruhunu besleyen bir duygu değil, aynı zamanda onun kimlik gelişiminin de temel taşlarından biridir. Çocuklar, yeterince sevgi görmediklerinde ya da sevgiyi koşullu olarak aldıklarında, bu eksiklik onların ileriki yaşamlarında ciddi sonuçlar doğurabilir.
Sevgiyi eksik veya yanlış alan bireyler:
• Kendi değerlerini sorgular: “Ben yeterince iyi miyim?” sorusuyla büyüyen bir çocuk, kendi değerini başkalarının onayına bağlamaya yatkın hale gelir. Sürekli takdir edilmeye, sevilmeye, kabul görmeye çalışır ve başkalarının beklentilerine göre hareket eder.
• Bağlanma sorunları yaşar: Çocuklukta koşullu sevgi gören bireyler, yetişkinliklerinde ya insanlara aşırı bağımlı hale gelir ya da kimseye tam olarak güvenemez. Birine bağlanmaktan korkarlar ya da sürekli onay arayışı içinde olurlar.
• Kendi sınırlarını belirlemekte zorlanır: Eğer bir çocuk, sevginin belli davranışlara bağlı olduğunu öğrenirse, kendi sınırlarını net olarak koyamaz. Başkalarının sevgisini kaybetmemek için kendinden ödün vermeye daha yatkın olur.
• Duygularını bastırabilir: Sevildiğini hissetmeyen çocuklar, zamanla duygularını bastırmayı öğrenir. Üzgün hissettiğinde bunu göstermemeyi, sinirlendiğinde duygusunu içe atmayı veya tam tersi, öfke patlamalarıyla dikkat çekmeyi seçebilir.
• Özgüveni düşük olur: Çocuklukta koşulsuz sevgi görmemiş bireyler, hayat boyu “Yeterli miyim?” sorusuyla yaşar. Kendini kanıtlamaya çalışırken tükenebilir ya da hiç denemeden başarısız olacağını düşünerek geri çekilir.
Sevginin eksikliğini hisseden bir çocuk, ileride sevgi vermekte de zorlanır. Çünkü bilmediği bir şeyi nasıl paylaşabilir? Kendi çocuklarına, eşine, çevresine sevgiyi nasıl göstereceğini öğrenemeden büyür.
Sevginin Gerçek Anlamı: Saygı, Güven ve Kabul
Sevgi temelli eğitim, sadece şefkat göstermekle ilgili değildir. Sevgi, çocuğun bir birey olarak kabul edilmesini, duygularına saygı duyulmasını ve ona güven verilmesini gerektirir.
Gerçek sevgi:
Çocuğun sadece iyi olduğu zaman değil, zorlandığında da yanında olmaktır.
Ona sınırlar koyarken bile sevildiğini hissettirmektir.
Başarılarını kutlarken başarısızlıklarında da yanında olmaktır.
Onu şekillendirmeye çalışmak değil, onun kendini bulmasına destek olmaktır.
Sevgi, bir çocuğun dünyaya güvenmesini sağlar. Eğer bir çocuk, sevildiğini ve kabul edildiğini hissederse, hayata daha güçlü adımlarla yürür. Eksik sevgi ise onun kimliğinde bir boşluk yaratır ve bu boşluğu bir ömür doldurmaya çalışır.
Sevgi, sadece hissettirdiğimizde gerçektir. Ve en büyük sorumluluğumuz, sevgiyi çocuğun dilinde sunmayı öğrenmektir.
Sevgi, çocuğun benlik algısını, güven duygusunu ve sosyal ilişkilerini inşa eden temel bir yapı taşıdır; eksik veya koşullu sunulduğunda, bireyin tüm gelişim alanlarında derin izler bırakır.
Sevgili Okuyucular,
Eğitim, sadece bilgi aktarmak değil, bir çocuğun ruhuna dokunmak, onu sevgiyle sarmalamaktır. Çocukların gözlerindeki ışığı büyüten, öğrenmeye olan meraklarını besleyen en güçlü araç sevgidir. Sevgiyle karşılanan her soru cesarete, sevgiyle desteklenen her adım özgüvene dönüşür. Unutmayalım ki, bir çocuk kendini değerli hissettiğinde dünyayı değiştirecek gücü bulur. Bizler, sevginin dönüştürücü gücüne inanan eğitimciler olarak, her çocuğun kendini güvende ve önemli hissettiği bir öğrenme ortamı yaratma sorumluluğunu taşıyoruz. Çünkü sevgiyle öğrenen çocuklar, sevgiyle inşa edilen bir geleceğin mimarlarıdır.
Sevgiyle kalın, sevgiyle büyütün…