Oyunun ne olduğu ile ilgili pek çok tanım olsa da Maria Montessori’nin ”Oyun çocuğun işidir” sözü bence çocukların bu küçük dünyalarını tanımlayan en anlamlı cümledir. Çocuk, yaşamı oyunla öğrenir. Yemeye, içmeye, giyinmeye, barınmaya nasıl ihtiyacı varsa oyun oynamaya da aynı şekilde ihtiyacı vardır. Çocuklar oyunu ciddi bir iş olarak kabul eder ve oyun yoluyla dünyayı keşfeder.
Ortaçağ’da değer görmeyen çocuk bu çağın sonlarına doğru geçmişten farklı olarak çocuklara özgü dil, davranış, giyim ve oyunlar ortaya çıkmıştır. Oyunun çocuklara ait bir alan olarak görülmesi çocukluk özelliklerinin bilinmeye başladığını gözler önüne sermektedir. Çocuk işe gitmek, çalışmak yerine okula gitmeli ve oyunlar oynamalıdır.
Orta Çağ döneminde de çocuklar oyun oynardı ve oyuncaklara sahipti ancak oyun, onlara özel bir aktivite olarak değil, yetişkinlerle paylaşmak zorunda oldukları bir alan olarak var olmuştu. Bu da yetişkin ve çocuk arasında bir ayrım bulunmadığını, çocuğun farklılıklarının keşfedilmemiş olduğunu göstermektedir. Oyun ve oyuncak dendiğinde akla ilk olarak çocuğun gelmesi maalesef çocukluğun keşfinden sonra mümkün olabilmişti.
Tan, 17. yüzyıla gelindiğinde yetişkin ve çocukların birlikte oynadığı oyunların ayrıldığını ve çocukların yetişkinlerin bulunduğu yaşam alanlarından yavaş yavaş uzaklaşmaya başladığını ve onlara özgü oyun ve oyuncakların ortaya çıktığını ileri sürmüştür (Tan, 1989, s.78).
Çocuk, kendisini oyun ile ifade eder. Çocukların kendilerini oyunla ifade etmeleri gelişimin doğal ve normal bir parçasıdır. Yetişkinler kendilerini sözcükler ile ifade ederken, çocuklar kendilerini ifade ederken sözcükler yerine beden dillerini ve oyunu daha sık kullanmaktadırlar. Oyun doğumla birlikte başlar.
Bebek doğduğu anda etrafını deneyimlemeye, keşfetmeye ve öğrenmeye başlar. Keşfedeceği ilk şey de kendi bedeni olur. Kollarını ve bacaklarını hareket ettirmesi, ellerini izlemesi ve ağzına götürmesi dışarıdan bakıldığında rastgele hareketler gibi gözükse de bebeğin oyun ile kendi bedenini daha sonra da etrafını keşfetme ve öğrenme yoludur.
Okul öncesi dönemde doğru-yanlış, haklı-haksız, uyulması gerekli kurallar gibi birçok toplumsal ve ahlaki kavramları oyun sırasında öğrenir ve benimser. saldırganlıklarını kontrol etme, başkalarının hakkına saygı gösterme, paylaşma, kendi hak ve özgürlüklerini koruma, iletişim kurma becerileri geliştirir. Ayrıca oyun yolu ile kendi cinsel kimliğini kazanır ve benimser. Çevresindeki nesne ve canlıları korumayı ve onlara zarar vermemeyi, iş birliği yaparak çalışmayı öğrenir.
Oyun çocuğun dilidir, kendini ifade etmesinin tek yoludur. Bu yüzden terapistler bu muhteşem dili kullanıp çocuğun yaşadığı duyguları anlamak için ‘’oyun terapisi’’ adını verdikleri iletişim dilini kullanırlar. Oyun terapisi sayesinde travmatik deneyimler geçiren çocukların duygularına ulaşmak mümkün hale gelir. Oyun terapisi sürecinde çocuklar olaylarla ilgili bakış açılarını, davranışlarını değiştirebilir. Baş etmekte sorun yaşadıkları duygularını, oyun sırasında yeniden yaşayarak bu tecrübeleri değiştirme fırsatı bulurlar.
Anasınıflarında da biz okul öncesi öğretmenlerinin uyguladığı serbest oyun saatleri vardır. Çocuk bu zaman diliminde plansız ve özgürdür. Kuralları arkadaşları ve kendi koyar. Oynayacağı oyuna kendi karar verir. Bu bireysel zamanlarda çocuklar keşfetme, üretme ve öğrenme duygularını en yoğun olarak yaşarlar ve gelişimleri açısından çok değerlidir. Ayrıca çocuğun davranışları bu zaman diliminde gözlemlenerek duygularıyla ilgili çıkarımlar yapılabilir.
Oyun çocuğun en ciddi işi ve uğraşı ise eğitim sistemi içerisinde oyundan yararlanmak şüphesiz ki çok önemli olacaktır. Çünkü çocuk oyun içerisinde bütün duyularını kullanır. Yaparak ve yaşayarak öğrenir. Böylece davranış, bilgi ve becerileri oyunla içselleştirerek daha kalıcı ve doğal bir şekilde öğrenmiş olur. Bu nedenle oyun sadece boş zaman kavramı olarak algılanmamalı ve çocuğun en önemli uğraşı olduğu kabul edilmelidir. Bu sebeple oyunun gücü göz ardı edilmemeli ve eğitim sisteminde hak ettiği değeri görerek daha fazla yer alması sağlanmalıdır.