Yazının ilk bölümünün üzerinden uzun bir zaman geçti hatırlatmak amacı ile ilk bölümü şuraya bırakıp kaldığımız yerden devam edelim.
Aldığımız kararların birçoğunda aklımızla hareket ettiğimizi düşünürken bilim bu düşüncemizin sadece bir iyi niyet temennisinden öteye gitmediğini havaya kaldırdığımız parmağımızı gözümüze sokarcasına ispat etti. Kararları alan biziz ama aldığımız kararların küçük bir kısmında aklımızı kullanmayı tercih ediyoruz, gündelik hayatta aldığımız kararların birçoğunu otomatik pilotta karar veriyoruz. Ortalama 1,200 kg ağırlığında ki beynimiz vücudumuzdaki oranı %1,7 fakat enerjimizin %25 kısmı beynimiz tarafından tüketirken esasen bunca sarfiyat karşılığında kararlarımızın %10 a etki etmekte geriye kalan %90 ise tecrübelerimizle güçlenen algoritmamız sayesinde bilinçsiz olarak vermekteyiz. Bir parça karışık mı oldu? Hadi hep birlikte biraz açalım.
%10 tercihlerimizi belirleyen beynimiz süregelen kararlarımız ve eylemlerimiz için algoritmaları neden tercih etmekte veya algoritmalar sonucunda alınan kararları bizler veriyoruz diye bilir miyiz? Tam da bundan bahsediyorum gün içerisinde almış olduğumuz kararların büyük bir kısmında geçmişten gelen deneyimlerimiz, çevresel koşullar, toplumsal kabuller, izlediğimiz tv programları, okuduğumuz kitaplar sayesinde farkındasız olarak veriyoruz. İşte anahtar kelimelerden biri bu farkındasız, bir açıdan manipule edilme, tercihsel yönlendirilmeye çıkan bir patika. İnsan soyunun devamı için beynimizin gelişim evresinde verdiği kararlardan biri olan sürekli kullanılan bilgilerin kalıcı belleğe aktarılması tercihi belirli bir zaman sonra gündelik yaşamda almış olduğumuz kararların büyük bir bölümün kalıcı bellek tarafından oto pilot kararlara uzanan algoritmalar oluşturmasına neden oldu.
Frontal loblar filogenetik evrim boyunca çarpıcı biçimde değişim gösterdi. Problem çözme, spontanite, bellek, lisan, motivasyon, yargılama, dürtü denetleme, sosyal davranıştan sorumlu alan aynı zamanda finansal kararlar, yatırım kararları, gelecek projeksiyonları, iş tercihleri ya da genelleyelim her nevi karar verme süreci kurguladığı algoritmalar sayesinde beynimizi meşgul etmeden yapmaya başladı… Hayatımızda her gün her an yaşadığımız bir süreçtir karar vermek. Peki düşündünüz mü kararlarımız esnasında hazlarımızın, acılarımızın, zamanın kendisinin cazibesinin etkisi nedir?
Aklıma bir anekdot geldi sorarak başlıyorum:
Karar anları, bu anların “anlık” olma durumları, bu durumda alınan riskler, yine bu anlarda beynin kendisine hâkim olup olamaması hep karar verme süreci açısından irdelenmesi gereken konulardır. “Proust Bir Nörobilimciydi” kitabıyla kendisini tanıdığımız, Nobel ödüllü nörobilimci Eric Kandel’in laboratuvarında, Le Cirque 2000 ve Le Bernardin restoranlarında çalışan, Boston Globe ve Washington Post gazetelerinde, Nature, the New Yorker ve Seed dergilerinde yazılarını takip edebileceğimiz Jonah Lehrer’in “Karar Anı” kitabı, beynimizin “o” anlarda, nasıl karar aldığını inceliyor. Bu incelemeyi yaparken, karar anının müsebbipleri oyun kurucular, pilot, şarkıcı, yönetmen veya poker oyuncularıyla birebir görüşmelerindeki aldığı izlenimleri, nörobilim bakış açısıyla bizlere aktarıyor. “O” anlar meselesi ilginçtir. Mesela, Henri Cartier-Bresson’un da ifade ettiği gibi bir fotoğrafçı için beyin, göz ve parmakların birleşimi, çekim anını belirler. Çekim anı “o” andır. Fotoğrafçı tarafından “o” anın içine tecrübe, his, öngörü, planlama ve kurgulama vb. beceriler dâhil edilir. Ve her fotoğraf için karar anı çekim anına dönüşür; adı da “o an”dır.
İşte tam o “an”larda beynin tutumları son derece ilginç olabiliyor. Karar mekanizmaları açsısından günün cazibesi denilen bir durum var. Bu nedenle verilen kararın “zaman” değişkeni önemlidir. Bunu bir kenara yazalım ve soralım:
Varsayın ki size birisi bir bağışta bulunmak istiyor ve tercihinizi soruyor.
Soru: Bugün 100TL mi istersiniz yoksa bir hafta sonra 110TL mi?
Siz neyi tercih ettiniz bilmiyorum ama insanların tercihlerinde genel olarak içinde bulunduğumuz zamanın etkisi baskındır. Buna “geleceği indirime tabi tutmak” da diyebiliriz. Yani gelecekteki 110TL’yi öyle bir indirime tabi tutuyorsunuz ki bu size bugünkü 100TL’den daha düşük geliyor. Yukarıdaki soruda bir hafta beklemek karşılığında %10 daha fazla ödeme önerilmiş olsa dahi, insanların çoğu bugün 100TL almayı tercih eder. Aslında haftalık %10 getiriyi size hiçbir finansal yatırım aracı vaat edemez. Ancak insanlar yine de bugünkü 100TL’yi tercih eder. Buna günün cazibesi diyelim. Günün cazibesi, bekleyememek, sabredip biraz daha iyisini alamamak demektir. Bugünün tahrik ediciliği birçok başka alanda da karşımıza çıkar.
Hepimiz biraz kilo vermek veya düzenli spor yapmak için defalarca karar almışızdır. Spor salonları bu sayede para kazanır. Bir spor salonuna gayet uygun bir fiyata bir yıllık abone oluruz ama o salona düzenli gitmeyi başaramayız. Çünkü bugün dışarıda gezmek gibi bir cazip seçenek varken, ileride elde edeceğiniz sağlıklı yaşam için, eşyalarımızı hazırlayıp salona gitmek, orada spor yapmak hiç çekici gelmez. Öğrenciler hep bir sonraki sınav için günü gününe çalışma sözü verirler, ama bu hiçbir zaman gerçekleşmez. Bugün eğlenmek varken, daha iyi bir gelecek için çalışmak zor gelir. Beynimiz, daha iyi bir geleceği öyle bir indirime tabi tutar, öyle bir küçültür ki bugün eğlenmekten bize daha az fayda verir gibi gelir. Sigara tiryakilerine sorsak birçok defa sigarayı bırakmaya karar verdiklerini duyarız. Hepimiz defalarca bu ve benzeri kararlarımızı uygulamaya koymak için acı çekmişizdir. Görünen o ki aldığımız kararlara bağlı kalmak o kadar da kolay bir iş değildir. Şimdinin veya hazır olanın cazibesi geleceğe hep baskın gelir. Bugünün cazibesi insanı para harcamaya da sevk eder. Gördüğümüz güzel bir kıyafet, nefis kokan bir kebap veya yeni çıkan bir iPhone’u görmek insanın harcama yapma duygusunu o anda tetikler. Eğer paramız varsa bu içgüdüye direnmek çok zordur. Buna sabredememek de diyebiliriz. Özet olarak karar vermek çok kolaydır ama esas olan bugünkü cazip bir seçenek karşısında kararına sadık kalmaktır.
Bununla ilgili seri halinde birçok deney 1970’li yıllarda Walter Mischel tarafından 3-5 yaş arası çocuklar üzerinde yapıldı: Tek başlarına deney odasına alınan 92 çocuğa hemen yiyebilecekleri bir çikolata ile 15 dakika beklerlerse yiyebilecekleri iki çikolata önerildi. Mischel’in anlattığına göre, çocukların %70’i bekleyip iki çikolata almak yerine, dayanamayıp ellerindeki tek çikolatayı yemişler. Bunların ortalama bekleme süreleri de 3 dk. olarak ölçülmüş. Geri kalan %30’u ise 15 dk sabrederek ikinci çikolatayı almayı başarmışlar. Bu deneyde hazır çikolataya dayanabilenlerin ortak özeliği şu olmuş: Bu çocuklar dikkatlerini çikolatadan uzak tutmaya çalışmışlar. Ya gözlerini kapamışlar, ya dikkatlerini başka bir tarafa yönlendirmişler, ya da kendi kendilerine konuşarak başka bir konuya odaklanmışlar vs. Ama her halükarda çikolataya direnmenin yolunun ona bakmamak olduğunu keşfetmişler.
Bugünün cazibesi üzerine çalışmalar yapan dünyanın en çok bilinen hocalarından olan McClure, Laibson, Loewenstein ve Cohen insanların bu tarz kararları verirken beyinlerindeki hareketleri incelediler. İnsana hemen verilen bir paraya karşılık sonra önerilen bir para karşısında beynin nasıl davrandığını incelediler. Hemen verilen para beyindeki şu üç bölgede anormal bir hareketlenme gözlemlenmesine neden oldu: Ventralstriatum (VStr), medyalorbitofrontal korteks (MOFC) ve medyalprefrontal korteks (MPFC). Bu bölgelerin özelliği midbrain (ortabeyin) dopamin sistemiyle bağlantılı oluşları. Dopamin vücudun ödül hormonu. Yani beyin hemen verilen parayı bir ödül olarak algılıyor. Sonra verilen paraya ise aynı şekilde davranmıyor.
İnsan beyninde bugün harcanan bir paranın etkisi, ödül almak gibi addedilir. O sebeple beynimiz için, harcamak tasarruf etmekten daha ödüllendirici bir davranıştır. Biriktirmek, kilo vermek için spor yapmak, vs. beynin istemediği davranışlar arasındadır…