“Bir insanın zekâsı kaldırabileceği belirsizliklerin sayısıyla ölçülür.” demiş Kant, “Ignorance is bliss” diye de eklemişler ardından “cehalet mutluluktur” demekmiş.
Yıllardır tartışıp dururuz zeka nedir diye hala üzerinde hem fikir olduğumuz ortak tanım ne yazık ki yoktur. Bugün kabul edilen görüş psikometrik ölçümler yerine her bireyin birbirinden farklı pek çok zekasının olduğu ve bunların her birinin kendine özgü bir biçimde geliştiği ve çalıştığı yönündedir. Konuşacağımız konu bu olmadığı için zeka tanımına fazlaca girip oralarda kaybolmamak adına konuyu burada keselim ve zeki bireylerin diğer bireylere oranla çok daha fazla şüpheci ve kaygılı iken ortalama zekaya sahip olan bireylerin neden daha fazla özgüvenli olabildiklerini konuşmaya başlayalım.
Az zeka, bol kepçe özgüven!
İtalyan İktisat tarihçisi Carlo Maria Cipolla, “bazen dünyada muazzam sayıda aptal insan bulunduğu gerçeğini hafife aldığımızı söylemiştir.” Bu bireyler yaptıkları eylemlerin sonuçları hakkında endişeye kapılmazlar veya sözlerinin etkisini ölçme yoluna gitmezler. Bunlar daha aceleci kişilerdir, “daha yüksek seslidirler” ve bu özellikleri nedeniyle başkalarını etkileme yeteneğine sahiplerdir.
Ancak zeki insanlar öz güvensizlik ile tanımlanırlar. Bu kişiler yüksek bir kişisel tepki, düşünce ve tedbir seviyesine sahiptirler. Kaygı seviyeleri oldukça yüksektir. Her süreci çok boyutlu düşünüp yaşanılası imkansız olan durumlar için bile kaygı besleyebilirler.
Fakat yaşam olabildiğine hızlı ve anlık kararlar verilmesi gereken bir süreç.
Kakorrhaphiophobia: Yani bir şeyi hayata geçirmek üzere büyük bir istek duymamıza rağmen, başarısız olma kaygısıyla harekete geçmekten kendi kendimizi alıkoyma durumu.
Evet bu bir fobi ve tüm fobilerde olduğu gibi anormal, ölçüsüz, yersiz ve sürekli olarak gerçekleştiren bir korku türü. Ve yine çoğu fobide görülebildiği gibi, başarısızlık korkusu da kısıtlı, sıkışmış daralmış bir yaşam tarzına sebebiyet veriyor. Oysa başarısızlıkta aslında başarı gibi dakikalar içerisinde unutulup gidecek.
Zeki insanlara dair hâlâ yanlış bir fikre sahibiz. Bu kişileri her zaman en doğru kararları verebilen yeterli kimseler olarak görüyoruz. Ya da iş, sorumluluk ve yükümlülükleri konusunda son derece verimli kişiler olduklarını düşünme hatasına düşüyoruz.
Fakat çoğu zaman başka bir şey söz konusudur. Zeki insanlar ne yazık ki sosyal anksiyete sorunundan muzdarip olmaya yatkındır. Bir çevreye tamamen entegre olduklarını çok nadiren hissederler: okul, üniversite, iş çevresi vs. olabilir bu ortam.
Ayrıca psikiyatr ve sinir bilim uzmanı Dean Burnett’in açıkladığı gibi yüksek zekâya sahip insanlar kendilerini sürekli hafife alma ve küçümseme eğilimini gösterir.
Günümüzde buna “kimlik hırsızı sendromu”* (imposter sendrom) adı verilmektedir. Bu kişinin kendi başarı ve becerilerini en asgari düzeye indirdiği bir bozukluktur.
Elbette genelleme yapmamamız gerek. Nadiren de olsa yüksek IQ’ya sahip olup kendine çok güvenen insanlar da olabilir.
Fakat ilk kalıp çok daha yaygındır. Entelektüel bakımdan çok gelişmiş insanlar daha derin bir gerçeklik algısına sahip olma eğilimindedir. Bu daima kolay hoş veya güvenilir olmayan bir gerçekliktir. Bu karmaşık, tahmin edilmesi imkânsız ve çelişkilerle dolu dünyada zeki insanlar kendilerini “yabancı” olarak görür. Dolayısıyla, farkına bile varmaksızın kendilerini küçümserler. Bunu yapmalarının nedeni bu sosyal dinamiklere uyum sağlayabileceklerini düşünmüyor olmalarıdır.
Kendine güvensizlik gerçekten bu kadar “Negatif” bir şey midir?
Şu doğru ki, öz güvenli bir kişi çekici ve ilham vericidir. Hızlı kararlar verebilecek insanları severiz. Kendine hâkim olan ve hızlı şekilde doğru tepkiyi gösteren kişileri. Fakat kendimizden bu kadar “emin” olmak, her zaman doğru ve gerçekten arzu edilir bir şey midir?
Bu sorunun cevabı şu şekildedir: “hem evet hem hayır.” İşin sırrı, orta yol ve dengeyi bulmaktır. Sinir bilimci Dean Burnett’e dönersek, ünlü kitaplarından birinden söz etmemiz gerekecek: “Aptal Beyni”.
Bu kitapta yazar en saf veya “aptal” insanların genelde en üst düzeyde kişisel güvenlik gösterme eğiliminde olduklarını açıklıyor. Bunlar, bir şeyler yanlış olduğunda bunu fark edemeyen insanlardır. Ayrıca bazı kararların, eylemlerin veya yorumların etkisini önceden değerlendirmek için analitik ve derin düşünceyi uygulayamazlar.
Ama mesele şu ki “salak kişilik” daha fazla sosyal başarıya sahip olma eğilimindedir. Bu kişilikteki insanlar kararlarında daha gözü kara davranan, güven ve sebat gösteren yöneticiler, yetkililer veya politikacılar olabilirler ve pek çok kişinin “liderlik yeteneği” olarak gördükleri özelliğe sahiptir.
Ne var ki bu varsayım gerçekten tehlikelidir. Bazen geleceğimizi, eylemlerinin sonuçlarını değerlendirmekte yetersiz insanların eline bırakırız.
Korkunun gıdası özgüvensizlik;
Bizi tutsak eden ve hareket gücümüzü yok eden özgüvensizlik duygusu beklentilerimizi değiştirip her zaman Ama bize “dur, dikkatli ol ve harekete geçmeden evvel iyi düşün,” gibi uyarılarda bulunan güvensizlik de vardır. İşte bu öz güvensizlik türü faydalı olabilir.
Fakat bu ancak bir karar alırken kullandığımızda faydalıdır. Bizi sürekli olarak hareketsiz kılıyorsa iyi bir şey değildir.
Zeki insanlar bu özgüvensizliği işleme konusunda gerçekten zorluk çeker. Bunun nedeni daha önce söylediğimiz gibi öz güvenlerinin düşük olmasıdır ama bunun yanında başka özellikler de söz konusudur:
- Her bilgiyi, olayı, söylenen sözü, ifade ve tavrı aşırı derecede analiz eder, incelerler.
- Düşünce süreçleri “dallandırma” şeklindedir. Yani bir fikirden ötekine geçerler ta ki boğazlarına kadar fikirlerle gömülene dek.
- Bu kişiler çok mantıklı insanlardır ve her şeyin birbiriyle “uyum içinde” olmasını isterler. Her şey mantıklı ve akla yatkın olmalıdır. Ama bazen hayat, onu olduğu gibi, bütün mantıksızlığı, kaosu ve tuhaflığıyla kabul etmemizi de gerektirir.
İşte bu sebeple, güvensizlik duygusunun, onları seçkin ve gelişmiş zihinlerinin durgunluğunda izole etmesine engel olmaları gerekir. Belirsizlikle baş etmeyi öğrenmek zorundadır bu kişiler. İnsan davranışının kusurlu olduğunu kabul etmek zorundadırlar. Zira dünyada olanların çoğunun mantıklı bir açıklaması yoktur.
Bütün bunlara ek olarak, bu kişilerin zekâları son derece “mantıklı” olan sınırını kırmak zorundadır. Duygusal zekaya doğru ilerlemek zorundalar, böylece kendilerini küçümsemekten ve yabancı gibi hissetmekten vazgeçebilirler.
Buna inanmasalar bile dünya, “insan aptallığının virüsünü” yenmek için onlara her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyor.
*Kimlik hırsızlığı sendromu belirtileri arasında en göze çarpan şey yetersizlik hissi elbette. Kazandıkları başarıların farkına varamayan ve bu sendroma yakalananlar kendilerini ‘entelektüel hırsız’ gibi hissediyorlar. Elde ettikleri başarıları şans eseri yakaladıklarını düşünürler. Halbuki bu yanlış bir düşüncedir. Başarıya giden yolda çaba ve emek harcanır. Ancak bu sendroma yakalananlar, başarıların tesadüfi olduğunu, her şeyin şans eseri yaşandığını iddia ederler. Kimlik hırsızlığı sendromu, tıpkı birçok psikolojik sorun gibi aile yapısı, yetiştiriliş biçiminden kaynaklanıyor. Hiç övgü almamak, başkalarıyla kıyaslanmak, hak etmenin sürekli cezayla ilişkilendirilmesi, kendinden sürekli şüphe duymak gibi şeyleri çocukken yaşayanlar, hayatlarının ilerleyen dönemlerinde bu sendroma yakalanıyorlar. Peki bu sendromdan kurtulmak için ne yapmak lazım? Öncelikle çocukluğunuzdan beri taşıdığınız yüklerinizden arınmanız lazım. Kendinizi olumlu yönde telkin ederek başlayabilirsiniz işte. Aldığınız övgülerin gerçekliğini sorgulamayın, söylenen şeyleri detaylıca analiz etmeyin. Duyduğunuz, yaşadığınız her şeyi olduğu gibi kabul edin. En önemlisi de ‘şans’ kelimesini hayatınızdan komple çıkartın. ‘Doğru zamanda doğru yerde olmaya inanın.’
Başarıya giden yoldaki en önemli unsurun EMEK olduğunu aklınızdan çıkarmayın.