Eskiden çocuklar küçücük mahallelerde yaşarlardı. Gece yarılarına kadar dışarılarda arkadaşlarıyla oynarlardı. Anne ve babaların kafalarında soru işaretleri ve tedirginlikleri olmazdı. Küçük düzende güven üst safhadaydı. İhtiyaçlar da o oranda gelişirdi. Çocukların gelecek denilen bir planı olmazdı. Çünkü hayat kendiliğinden ilerlemesine devam ederdi. Sonra üstünden zaman geçmeye başladı. Yaşanılan küçük mahalleler yerini büyük sitelere bırakmaya başladı. Bahçeler kayboldu. Ağaçlar yok oldu . Çocukların sokaklarda gece yarılarına kadar oynadığı güven dolu ortam artık sadece anne ve babanın yanında olduğu zamanlarda oyuna döndü. Beton yığınları arasına hapsolmuş çocuklar yetişmeye başladı.
Eskiden gelecek kaygısı olmayan çocuklarımızın artık kaygı ile dolu bir ortamı olmaya başladı. Aynı şekilde anne ve babaların da kendilerinden ziyade çocukları üzerinde gelecek kaygısı artmaya başladı. Bu kaygı düzeyi arttıkça çocuklarım üzerlerinde kurdukları baskı da artmaya başladı. Çocuklarımız yaptıkları işlerden mutlu olmamaya başladılar. Oynadıkları oyunlardan haz almamaya başladılar. Aileler bu süreci hızlandırmak için gün geçtikçe çocukların geleceğini bahane ederek:
Hadi kızım, yap oğlum, başarabilirsin…
Hiç sordunuz mu peki gerçekten yapmak istiyor mu? Başarmak istiyor mu? O yarış arabalarının arasına katılmakta gönüllü mü?
İşte tüm bunlar : sorunlar , sorularımız, sorularınız? Nereye kadar devam edecek ? Bir birey doğduğu günden itibaren neden bir yerlerde yarışmak zorunda? Olmak istemediği yerde olmak zorunda? Yapmak istemediği şeyi yapmak zorunda?
Bırakın bütün bunları bir kenara. Kafanızdaki tüm yerleşkeleri silin. Çocuk olmak istediği zaman olmak istediği yerde olsun .Düşünmeden, merakla, isteyerek katılsın. Zorlanmadan, itilmeden gönlünce eğlensin. Belki de bir daha o fırsatlar eline geçmeyecek. Belki de yaşamı boyunca tek o anı olacak. Belki de hayatta tek pişmanlığı o anı doyasıya yaşayamamak olacak. Ömür kısa diyoruz ve küçücük bir ömre çocuklarımızı sıkıştırıyoruz. Üç günlük hayat diyoruz ama çocuklarımızın doktor, mühendis, avukat vb. olmaları için bütün çabaları harcıyoruz. Sorun, soruşturun, sorgulayın. Çocuğumuz ne ister? Yaşamak mı ister yoksa yaşamak zorunda olmak mı ister? Kimse zorlamayı istemez . Ne çocuk ne de büyük…
Her çocuk özeldir diyoruz ama her çocuğun önüne aynı soruları koyuyoruz. Aynı sınavdan geçiriyoruz. Aynı şeyleri yapmalarını istiyoruz. Aynı cevapları vermelerini istiyoruz. Hatta aynı cümleleri kurmalarını istiyoruz. Evet gerçekten de her çocuk özelmiş. Her çocuk farklı imiş. Boğulmuş çocuklar…
Hayatım karmaşasında minicik elleri kaybetmeyin. O eller size umutla , sevgiyle sarılıyor. Sizi kucaklıyor. Size uzatılan o ellerin bir daha o yaşlarda fırsatı olmayacak. Geleceğimiz çocuklar demeyin. Gelecek çocuklarımızın olsun deyin . Çünkü bizlerin çoğu en mutlu anlarımızı çocukluğumuzda yaşamışızdır. Hayatta o güzel anki duygularımız , heyecanımız , yüzümüzdeki masum gülümseme, küçücük şeylerden mutluluklar…
Yapmayın arkadaşlar, yapmayalım..
Hayatı çocuklarımız için şekillendirmeye değil , çocuklarımızın hayatı doyasıya şekillendirmesine izin verelim. Umut olalım, sevgi olalım, heyecan olalım, yüzlerdeki o küçük tebessüm olalım…