Yeni Neslin Eğitim Modeli
0

Günümüz çocukları konuşmalarına, davranışlarına, hayal ve taleplerine bakarak çeşitli sıfatlar ve kuşaklar ismiyle tanımlanmaya çalışılmaktadır. Onlar doğal olarak büyüdükleri ve sahip oldukları teknolojik aletleri hepimizden iyi kullanmaktadırlar. Dijital yerliler olarak kabul edilen “Z” kuşağı için iyi bir eğitim, yaratıcı/öznel, bireysel ve empatik anlayış,  bilgiye ilk elden çabuk erişim sağlayan ve ifade özgürlüğüne imkân veren kendileri çalışmak yerine robotları kontrol ederek daha rahat yaşayacakları bir dünya oluşturmaya imkân sağlamalıdır. Onların öğrenme hızına yetişemeyeceğimiz ve gelecekte ihtiyaçları olacak herşeyi öğretemeyeceğimiz için onlara öğrenmeyi öğretmeye başladık. Onları geleceğin teknolojik dünyasına hazırlarken bizi de geçip dijital ortama öylesine alıştılar ki bağımlı olduklarından yakınır olduk.

Sadece onlar mı? Aslında hepimiz dijital vatandaş olmadık mı? Hayatımızın her alanına giren cep telefonu ve internet bağlantı imkanlarıyla e-okul, e-devlet, internet bankacılığı başta olmak üzere birçok işimizi tuşlarla halletmiyor muyuz? E-ticaretin imkanlarıyla, hangi ürün daha kaliteli ve ekonomik, bir kaç tuşla ayağımıza geliveriyor.  Birçok konuda internet tabanlı hizmetleri kullanmak isteğe bağlı değil zorunlu hale gelmeye başladı.  Dijital bir dünya amaç değil araçtır. İnsan ile teknolojinin bütünleştirilmesi için eğitim yönetimlerinin öğrenci-öğretmen en iyi eşleştirmeyi dijital ortamda gerçekleştirecek bireysel eğitim ortamları/ekosistemleri sağlanması isteniyor.

Artık makine ve bilgisayar gücünün ötesine geçilerek beyinlerin yapay zekâyla birleştirilmesi akıl teri akıtarak yapılan karanlık fabrikalarda insanların yerine akıllı robotların çalıştığı uygulamaları daha sık duymaya başladık. Hatta büyük bir fabrika kapısında bir bekçi köpeği ve onu doyuracak bir insan olacağı, köpeğin bu insanı fabrikadaki robotlara yaklaştırmama görevi yapacağı ironisi bile yapılmaktadır.

İnsan ve insanlık için teknoloji geliştiren, insani değerleri unutmadan ve aileyi yok saymadan, toplumsal ihtiyaçlar haritasını ve ülkemiz insanının kendine has özelliklerini dikkate alan bir anlayışla eğitime yön verilmelidir. Okul öncesi eğitime katılmış, ailede iyi yetişmiş bir çocuk, sorumluluklarını bilerek, toplumsal uyum ve nezaketiyle büyüyerek, okulda alacağı ve geleceğinde kullanabileceği yeterliliklerle ailesinin de gelişime ayak uydurmasına katkı sağlayabilir. Daha önce beşikten başlatılan eğitim günümüzde anne karnından hayatboyu öğrenim sloganıyla anlatılmaktadır. Çocukla anne karnında üçüncü bir kişi iletişim kuramayacağını düşünürsek anneleri daha bu çağa gelmeden ve aile yuvasını kurmadan en iyi şekilde eğitmeliyiz. Çocuk eğitimli bir kucakta ilk derslerini almalıdır.

Ülkemiz için zorunlu oniki yıllık eğitimde tasarım beceri atölyeleri başta olmak üzere birçok konuda deneyimlemelerden sonra üniversite bitimine kadar sürecin bir yerinde iş hayatını tanımaları ve ortamında belli sürelerde bulunmaları tercihlerinin şekillenmesi ve isabetli olmasına katkı sağlayabilir. Öte yandan iş dünyasının endüstri 4.0 ve dijital dönüşüm için bu konuda eğitimli gençlere ihtiyacı bulunmaktadır. Okulların teknolojik altyapısı gelişip güçlendikçe fabrika okul modelinden öğretmenlerin geleceğin kişisel öğrenme yolculuğunu kurgulayabilmesiyle sadece sınıfta eğitim engeli aşılması mümkün olabilecektir. Buradan akıllı tahtalar ve tabletler vazgeçilmez mutlak ihtiyaçtır, aksi halde kaliteli eğitim verilemez sonucu çıkarılamaz. Gelişmiş dünya ülkelerinde de böyle bir durum söz konusu değildir.

Düşünün ki, anaokulunun kapısına geldiniz ve sizi bir robot öğretmen karşıladı, çocuğunuzu teslim aldı ve gün boyu onunla eğitici çalışmalar yaptı ve günün sonunda kapıda size teslim etti. Ses ve yüz tanıma özelliklerine sahip robotlar öğrencinin öğrenme modeline, hızına ve ihtiyaçlarına hatta anlık psikolojik durumlarına göre eğitimi bireysel planlayarak çocuğunuza sunabilirler. Alın size birebir ilgi, özel öğretmen ve özel eğitim. Bu arada ortaya çıkacak hukuki sıkıntıları hesap verebilirliği hiç bahsetmiyorum. Günümüzde ihtiyaç duyulan öğrenmelerin birçoğu informal olarak okul dışında gerçekleşebiliyor. Bu gelişmeler ve gidişat ışığında öğretmen ne yapacak diyebilirsiniz. Öğrenme yolculuğunda bireylere rehberlik ve koçluk yapabilir, yazılım ve içerik hazırlayabilir, eğitim yazılım ve programlamaları ile izleme değerlendirme yapabilirler. Burada gözden kaçırılan nokta bireyin eğitim boyutu yani sosyal hayata sağlıklı katılımı yanında birebir aktarılabilen beceri kazandırmanın gelecekte devam edeceğidir.

Eğitim, okul ve öğrenci deyince nedense akla ilk sınavlar geliyor. Sınav sistemlerine çok iyi hazırlanabilen neredeyse her türlü soruyu çözmeye başlayan bir milyonu aşan çocukların sıralanması için her yıl yeni konular ekleniyor ve sorular zorlaştırılıyor. Öğrenciler üzerindeki stresi ve ailelere yansımasını azaltmanın yollarını bulmamız ve eğitimi soruları çözme becerisi yerine yorum yapabilme ve sorunları çözmeye dönüştürmemiz gerekiyor. okulda alınan eğitim ne kadar kaliteli de olsa velilerin önemli bir kısmı sınavlar yüzünden ek kaynak ve destekler gerektiğini düşünüyor. Bu durum ilave ekonomik harcamaların yanında çocukların sosyal hayata dahil olarak çocukluk çağlarını gereği gibi yaşayabilmelerine imkan vermemektedir. Sahip olduğumuz dijital altyapıya dayalı oluşacak büyük veriyi kullanarak oniki yılın sonunda biriken kişisel sonuçlara dayalı ölçme değerlendirme ve yerleştirmeye sahip olmalı ve sınavların olumsuz etkilerinden çocuk ve gençleri kurtarmalıyız.

Başta PISA sonuçlarına dayalı yazılan raporlarda tüm dünyada eğitim fırsatlarının ve iyi öğretmenlerin zengin yerleşim yerlerinde yoğunlaştığı ve adaletsizliklere yol açtığı iddia edilmektedir. Gerçekten de öğretmenler, öğrencilerinin özelliklerini en iyi bilen ve onlara en uygun eğitimi kurgulayabilecek profesyonel aktörlerdir. Üniversiteye tercih ve yerleşmede gençlerin kişisel özellik, yetenek ve hayallerini dikkate almadan sadece kazanılmış puanlar ve ekonomik koşullarla verilen kararlar sonrasında pişmanlık, yeniden sınavlara girme, okulu terk ve mezuniyeti dışında çalışmak gibi sonuçlara yol açmaktadır. Öğretmenleri dijital asistanlık yeterliliğine ulaştırmalı ve tüm öğrencilere mentör, koç ve rehberlik yaparak hayat yolculuğuna sağlıklı hazırlamalıyız.

Okulu, sınıfı, eğitim ortamlarını daha zevkli hale getirebilmeli içerikleri belki de daha fazla oyunlaştırmalıyız. Çocukları ve gençleri dinleyerek onlara rağmen değil birlikte istekle öğrenebilecekleri süreç ve uygulamaları teknolojiyi gerektiği yerde doğru ve etkili kullanmalarına fırsat tanımalıyız. Teknolojiden ve etkilerinden korunmaya çalışmak yerine bilinçli kullanılarak azami faydaya ulaşmayı öğrenmemiz gerekiyor.

Biz sahip olduğumuz geçmişimiz, tarihi ve kültürel değerlerimizle yeni yüzyıla ahlaki bir anlayış ve aile bağlarımızı güçlendirecek bir nesil yetiştirebiliriz. Çocuklarımıza para değil değer kazanma ve  değer katma yaklaşımıyla mutlu olan ve mutluluk katan, huzurlu yaşamak için rekabetin değil dayanışmanın, adil ve ahlaki olmanın gerektiğini kavratabilmeliyiz. Aksi halde varlıklı aile çocuklarının, sahip oldukları teknolojik imkanlarla, daha sağlıklı, uzun ömürlü ve ayrıcalıklı olarak yetişmesine ve toplumsal farkların derinleşmesine sonuçta diğerleri için yaşanabilir olmaktan uzaklaşmaya doğru gidilebilir. Eğitimdeki dijital dönüşümü, insan merkezli modern bir eğitim fırsatına çevirebiliriz. Eğitimin amacını; çift kanatlı, aklı-kalbi-zevki selim insan olma yolculuğu görüp bilgi ve beceri yanında dokunarak hissederek duygu, his ve karakter oluşması olduğunu unutmadan insandan insana yüzyüze eğitimi model alarak emsalleriyle birlikte etkileşimle sosyalleşerek yapılması çağlardır değişmeyen insan ihtiyacıdır.

MEB, son yıllarda oluşturduğu teknolojik altyapıyı yaygınlaştırmaya ve güçlendirmeye devam etmektedir. Diğer yandan EBA gibi eğitim içeriklerini ülkenin her köşesinden ulaşılabilir kılarak herkesin eşit şartlarda öğrenme yolculuğu gerçekleştirebilmesine çalışmaktadır. Bunun yolu başta öğretmenler olmak üzere eğitimle başarılı olunacağına inançla çalışmak ve değişimi/yenilikleri desteklemekten geçiyor. Öğrenciye öğrettiği “öğrenmeyi öğrenmek” felsefesiyle öğretmenler kendisini dijital teknolojiyle eğitim yapabilme düzeyine eriştirebilmelidir.

Geleceğin tüm öngörülerle beraber her zaman bir belirsizlik barındırdığını unutmadan meslek tabanlı eğitim yanında, çok yönlü yetenek ve yetkinlikleri kazandıran bir yöne doğru değiştirmek zorundayız. Bir yanda yakın zaman bugünün mesleğini yaparken ortaya çıkabilecek yeniliklere hayatboyu öğrenme yaklaşımıyla uyum sağlayabilen bireyler yetiştirmeliyiz. Her insanın yaradılıştan sahip olduğu tespit edilebilecek ve geliştirilebilecek bir yeteneği mutlaka vardır. Mühim olan bunun erken yaşlarda keşfedilebilmesi ve eğitim geleceğinin bu doğrultuda sürdürebilmesine imkân sağlanmasıdır. Onbin saat kuralıyla çok çalışılması halinde becerilerin kazanılması ve geliştirilerek ustalaşılması da mümkün olduğu kabul edilmektedir. Teknoloji ve insan odaklı eğitim felsefesi oluşturarak TİNK adıyla okullaştıran; TinkSmart, Tersyüz Eğitim, Uygulamalı Eğitim, Akran Öğrenimi, Proje Tabanlı Öğrenme ve Gerçek Hayat Deneyimi modellerini özel şekilde harmanlayarak oluşturduğu müfredatla eğitim veren başarılı okulun hikayesinin detaylarını projenin mimarı Zeynep Dereli’nin kaleminden “Dijital Yerliler” kitabında okuyabilirsiniz.

Meslek seçiminde anne-babaların kendi mesleklerini çocuklarına dayatmaya çalışmalarını veli zorbalığı olarak isimlendirmek ilk anda garip gelebilir. Ancak meslek seçimi gibi insanın gelecekte yapacağı, yaşayacağı, hayatını şekillendireceği hayati öneme sahip kararda çocuğun yaradılış özelliklerini, aldığı eğitimi ve hayallerini dikkate almadan yapılması sonucunda mutsuz sonuçlara sebep olabilmektedir. Unutmayalım ki çocuklar bizim malımız değildir. Onları korku, baskı ve psikolojik olumsuz etkilerden uzak yetiştirmeliyiz.  Bununla birlikte bilimsel yöntemler kullanarak yapılacak testler, görüşmeler, deneyimlere ebeveynlerin değerli deneyimlerinin katılarak değerlendirilmesi söz konusu olabilir.

(*) Bu yazı Zeynep Dereli’ nin Dijital Yerliler (Hümanist Kitap Yayıncılık) isimli kitabından yararlanılarak hazırlanmıştır.

Facebook Yorumları

Erol DEMİR 1967 yılında Gölcük’te doğdu. Piyale Paşa İlkokulu, Gölcük İmam Hatip Ortaokulu, Gölcük Endüstri Meslek Lisesi, Anadolu Üniversitesi Bilecik Meslek Yüksekokulu Elektronik programını ve Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdi. Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde İşletme Yöneticiliği alanında yüksek lisansı “Eğitim Yöneticilerinin Sorunları ve Çözüm Önerileri” konusunda tezini tamamlamıştır. Halen İstanbul Ticaret Üniversitesinde işletme alanında doktora öğrencisidir. 1990 yılında Türkkablo fabrikasında kalite kontrol teknisyeni olarak çalıştı. Öğretmenlik hayatına 1991 yılında Hakkari’de başladı. 1994 yılında Gölcük Mesleki Eğitim Merkezi’ne elektronik öğretmeni olarak atandı. 1995 yılında müdür yardımcısı oldu. 2000 şubat ayında Gölcük Mesleki Eğitim Merkezi Müdürü oldu. 2003 yılında Gölcük İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünde Şube Müdürü olarak çalışmaya başladı. Aralık–2007 ile Haziran-2016 arası İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğünde Şube müdürü olarak çalıştı. Temmuz – 2016 Bakırköy İlçe MEM, Temmuz-2022 İstanbul İl MEM, Ekim-2023 Küçükçekmece İlçe MEM Şube Müdürü olarak görevine devam etmektedir. Evli ve 3 çocuk sahibidir.

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir

Yorumunuz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.