Zaman denilen şey, garip bir mefhum… Nice olaylara şahitlik etmiş bu mefhumun nice şahsiyetleri de unutturduğu yadsınamaz bir gerçek; ancak bir “Adam” düşünün! Tam 80 yıldır vefatının sene-i devriyesinde ve dahi vefat ettiği saatte onu tüm sevenler 2 dakika boyunca ona olan özlem ve sevgilerini haykırırcasına saygı duruşu yapıyorlar. Onu unutturmaya çalışan fitne tohumlarına inat görmedikleri, tanımadıkları bir devlet adamına bağlılıklarını ifade ediyorlar. İşte bu, tarihte rastlanılası bir durum değil. Çünkü tarih, yine eşi ve benzeri olmayan bir devlet adamını, Atatürk’ü yazmıştı bu necip milletin hafızasına. Bu, öyle bir hâfıza ki bazen 10 yaşındaki bir çocuğun gözünden akan yaş, bazen yukarıdaki gibi bir âşığın sazında ezgi, bazen de bir ressamın gururla çizdiği bir çift mavi göz olarak ifadeye dönüşmüştü.
Mustafa Kemâl, bu millet için birden çok şey ifade ediyordu. Mesela Mustafa Kemal, “cepheden bir kahraman” demekti. Öyle ya hamasi bir geleneği olan, destanlara alışan bir milletin en yeni kahramanı olmak, ona yakışıyordu. Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşı’nda Ergenekon’dan çıkışımızı sağlayan ve bize yol gösteren bir motif olarak“bozkurt”tan hiçbir farkı yoktu.
Mustafa Kemâl, “fikir adamı” demekti. Altı çizile çizile okunmuş kitapların yoğurduğu bir fikir adamıydı o. Sadece cephede kazanılmayan, dimağlara çağ atlatacak şeyin, düşünmenin-düşünebilmenin peşinde bir münevverdi.
Mustafa Kemâl, “irade adamı” demekti. Asla olmaz denileni olduran bir iradeydi bu. Asil milletini örgütleyerek azmi ve kararlılığıyla Batı’ya tokat atan bir cesaret abidesi, yüce Türk kağanlarının 20. yüzyılda tekrar vücut bulmuş hâliydi.
Mustafa Kemâl, “demokrasi adamı” demekti. Elinde koca bir güç varken, belki de tek söz sahibi bile olabilecekken halkın egemenliğine sonuna kadar güvenmiş bir bilge devlet adamıydı.
Şimdi tekrardan yukarıdan başlayalım. Bakalım“cepheden bir kahraman” ne demiş :
“Bu memleket dünyanın beklemediği, asla umut etmediği ayrıcalıklı bir varoluşa sahne oldu. Bu sahne en az 7 bin senelik bir Türk beşiğidir. Beşik doğanın rüzgârıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk doğanın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk doğanın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu sonra onlara alıştı; Onların oğlu oldu. Bir gün o doğa çocuğu, Doğa oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu… Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.”
Ve daha çok yakında yaşadığımız hain hadiseleri de düşündürecek şekilde “fikir adamı” ne demiş:
Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla hiç ilgisi olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler çağdaş olmayı kâfir olmak sayıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış tefsiri yapanların maksadı İslâmların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, dimağladır.
Belki de kendimize güvenimizi yitirmeye başladığımız anları eleştirircesine “fikir adamı” ne demiş:
İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal… İkinci Mustafa Kemal, onu “ben” kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!
Umutsuzluğa kapılmamanın ve her daim birlik içinde çalışmanın önemini belirterek “irade adamı” ne demiş:
Bir milletin başarısı, mutlaka bütün milli güçlerin bir istikamette oluşmasıyla mümkündür. Bu nedenle bilelim ki, elde ettiğimiz başarı, milletin güç birliği etmesinden, ortak hareket etmesinden ileri gelmiştir. Eğer aynı başarı ve zaferleri gelecekte de tekrarlamak istiyorsak, ayni esasa dayanalım ve aynı şekilde yürüyelim.
Halkına olan güven ve sevgisini hiç kaybetmeyen “demokrasi adamı” ne demiş:
Türk Milleti yeni bir iman ve kesin bir milli azim ile yeni bir devlet kurmuştur bu devletin dayandığı esaslar “Tam Bağımsızlık” ve “Kayıtsız Şartsız Milli Egemenlikten ibarettir. Yeni Türkiye devletinin yapısının ruhu Milli Egemenliktir. Milletin Kayıtsız Şartsız Egemenliğidir…
Ve 80 yıl…
Bu 80 yılda Osmanlı padişahlarının “kullarım!” diye hitap ettiği aziz millete o “Efendiler!” dedi. Onları yönetimde söz sahibi yaptı. Zaten Atatürk’ün çizgisinde yol alanlar, “özgür düşünceli birey” olmayı başardılar. Osmanlı’da İslamî bir hassasiyet ve sahiplenme olarak kullanılan “kullarım!” söylemi, bu çağda cemaatlerin, tarikatların söylemine dönüştü. İşte “birey”leşemeyenler de maalesef kula kulluğu devam ettirdi.
80 yıldır, özlem duyarken Ulu Önder’e, şunu da unutmayalım ki onun milli karakterine olan hayranlığımız, kendi yazmış olduğu Nutuk adlı eseri okuyarak daha da artacaktır. Çünkü yine onun dediği üzere “Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.”
Tam Bağımsız Türkiye Cumhuriyet’ni bizlere armağan eden Ata’mızı saygı, sevgi ve özlemle anıyorum. Kabri nûr, mekânı Cennet olsun…
Bu milletin kalbindeki yerin doldurulmayacak!