Herkese Merhaba,
Geçmişten kalanlar…
Bir yanımda “Köy Enstitüleri” altıncı mezunu bir öğretmen ve ayrıca eski “Okul Müdürü”, bir yanımda “Öğretmen Okulu” mezunu ve eski “Milli Eğitim Müdürü”, bir diğer yanımda da doksan dört yaşında “Sanat Öğretmeni” var. Çok şanslıyım. Neden mi? Çok eskilere gittik. 1946 -1954 yılları arasına, hüzünlendik… Milli Eğitim Müdürümüz söylenilenlere göre çok nadir konuşurmuş, sevmezmiş konuşmayı. Arkadaşları bana “Sen, Köy Enstitüleri ile ilgili soru sorunca dili çözüldü.” dediler. Heyecanla anlatmaya başladı. Dinlerken tüylerim diken diken oldu, gözlerim doldu, dudaklarımı ısırdım, zaman zaman sinirlendim, söyleyecek söz bulamadım… Anlatacakları o kadar çok şey vardı ki yine gel dediler. Bana sizin duymadığınız öyle güzel sözler söylediler ki onur duydum. Bir ömür mutlu olmama yeter. Bi taraftan da dikkatli ol dediler… Siz o kadar şeye göğüs gerdiniz benim yaptığım ne ki… Yaptığım tek şey yaşananları merak edip doğruyu araştırmak… Aralarındaki konuşma çok hoşuma gitti. “Yahu siz yaparak, yaşayarak, uygulayarak öğrendiniz. Biz sınıfın içinde acaba elma ve armut hangisiydi diye birbirimize bakıyorduk. Şanslıydınız Köy Enstitüleri…” dediler ve buruk bir gülümseme… “Bunları unutma dediler.” :( asla unutmam. Şu an bu satırları ağlayarak yazıyorum. Çok duygulu anlardı.
“Var olanı uygulasaydın, dünya seni konuşurdu.”
Bazen bazı şeyleri çok uzaklarda aramaya gerek yok.
“Köy Enstitüleri” bu iki sözcükle içim cız ediyor. Şöyle dönüp bakıyorum tarihe… Okuyorum, okuyorum, okuyorum… Aklım almıyor.
1953 yılında doğru hatırlıyorsam ilk eğitim üretme yollu dramayı (durum) müfredata biz koyuyor, ama uygulamıyoruz. Bundan on yıl sonra İngiltere ve birçok ülke drama (durum) eğitimi müfredatlarına alıyor, uygulamaya koyuyorlar. Biz ne yapıyoruz? :) Herkesten önce eğitim üretme yollu drama (durum) müfredata alıyor, fakat uygulamıyoruz. Bütün dünya ileri giderken biz nedense geriye gitmişiz. :) Güzel örnek olmuşuz dünyaya, harikayız. Keşke uygulamaya koyulsaymış bizde de, neler olurmuş…
Evren var olduğundan beri büyük balık küçük balığı yemiş, karakteri zayıf insanlardan yararlanılmış, insanlar birbirine düşürülmüş, nerde yeni bir şeyler ortaya koymaya çalışan yürekli insanlar var, birileri tarafından önü kesilmiş… Hiç mi, hiç mi bunlardan bir ders çıkarılmamış? “Tarih tekerrürden ibarettir.” tekerrür etmesin artık. Dünya ders alsın bazı şeylerden… Hala aynı şeyler yüzünden birbirimizin canına kıyıyoruz… Yazık…
Şimdi yeni eğitim modelleri öğrenmek için dünyayı dolaşıyoruz. Çocuk her yerde çocuk, doğru her yerde doğru… Dünyayı yeniden keşfe çıkmaya gerek yok… Bu söylediklerim yanlış anlaşılmasın, ne demek istediğimi eminim anlamışsınızdır. Dünyayı tabii ki takip edeceğiz. Elindekinin kıymetini bil, uygula, sonra yine yeni fikirler edinmek için sınırları zorla, başka insanlardan bilgi alışverişinde bulun. Yaratıcılığını kapama… Güzel şeyler olsun. Ama kendinin farkında ol!!!
“Eskileri deşmek!”
Eğitim tarihine baktığımda bir sürü devrim niteliğinde ilkelerin, çağdaş eğitimin gelişmesine katkıda bulunan eğitimcilerin isimlerini gördüm. Çoğumuz ismini bile bilmiyoruzdur, az araştırır olduk. Biraz işimizi yüzeysel mi yapıyoruz? Eskiden eğitime gönül vermiş insanlar neden mi önemli? Bize yol gösteren asıl kaynaklara vefasızlık edersek yavaş adımlarla ilerleriz, yapacaklarımızın üzerine bir şey katmamız zaman alır… Geçmişini incelerken geleceğe kaynak yarattığını unutma. Her bir eğitim devrimcisi bizlerin fikir ışığını yakan kişilerdir. (Johann Heinrich Pestalozzi yöntemlerinden bir sürü öğretmen faydalanmıştır. İsmail Hakkı Tonguç okuyalım lütfen!!! Daha yazılacak isimler var tabi…) Eğitim ile ilgilenmekten ziyade içselleştirerek gönül vermek gerektiğini düşünüyorum.
Sevgiler,