Duyguyu Vermeden Öğretemeyiz…
Herkese merhaba,
Uzun bir aradan sonra içimde biriken bir konuyu sizlerle paylaşmak istedim. Her eğitim-öğretim dönemi başladığında, beraberinde tören ve kutlama hazırlıkları da gelir. Bayramlar, anma günleri, coşku, heyecan ve bazen hüzün…
Ancak son yıllarda gözlemlediğim bir şey var: Bu törenler artık çocuklarımız için yalnızca “yapılması gereken” bir görev haline geliyor. Ne yazık ki anlamı hissedilmeyen hiçbir etkinlik, ne kadar renkli olursa olsun, ruhsuzlaşıyor.
Bilgiyle Gelen Duygu
17 yıllık sınıf öğretmenliği hayatım boyunca, her tören öncesinde öğrencilerime o günün anlam ve önemini, onların anlayacağı sade bir dille anlatmaya özen gösterdim. Çünkü bilgi olmadan duygu oluşmuyor. Çocuk, neden orada olduğunu, neden saygı duruşunda bulunduğunu, neden o marşı söylediğini bilirse; heyecanı anlamla birleşiyor, kalıcı bir etki yaratıyor.
Ama bugün maalesef birçok prova “offf bitse de gitsek” serzenişleriyle geçiyor. Çocuklar koroya katılmak istemiyor, töreni anlamsız buluyor. Çünkü hissetmiyorlar.
Oysa duyguyu yaşatmanın yolu bilgiden geçiyor. Bilgi, duygunun en saf hâlidir. Her konuda olduğu gibi burada da “neden”i anlatmadan “nasıl”ı öğretmek mümkün değil.
Evde Başlayan Eğitim
Genelde böyle durumlarda suç öğretmene yüklenir. Oysa eğitim, temeli evde atılan bir süreçtir. Okul yalnızca bu temeli şekillendirir.
Çocuğumuza küçük yaşta verilen değerler, bir ömür boyu onun karakterini şekillendirir. Evde “neden çorabını kaldırmalısın”ı bile duygusuyla anlatırsak, o davranış kalıcı olur. Çünkü çocuğun davranışı değil, hissi öğrenmesi gerekir.
Törenlerde, bayramlarda da aynı şey geçerli. Üç yaşındaki bir çocuğu bile bir kutlamaya götürmek, o ortamı yaşatmak bir tohum ekmektir. Vakit ayırdığınız her an, o tohumun filizlenmesine katkı sağlar.
Bir Reklam Setinden Aynı Hikâye
Geçenlerde bir reklam setinde yönetmenle sohbet ederken aynı konuya geldik.
Sete gelen ilkokul çağındaki çocuklara sormuş:
✨ “Neden buradasın, ne olmak istiyorsun?”
Çocuklardan biri “Ünlü olmak istiyorum.” demiş.
Yönetmen devam etmiş: “Peki, bu reklamın ne hakkında olduğunu biliyor musun?”
Cevap: “Kutlama, Atatürk.”
“Ne kutlaması?” diye sorduğunda çocuk omuz silkmış: “Bilmiyorum, bayram işte, bayrak sallayacağız.”
Bu kadar basit… Oysa orada yapılmak istenen şey çok daha derin bir anlam taşıyordu.
Bu örnek aslında her şeyi anlatıyor. Bilgi eksikliği duyguyu öldürüyor. Çocuk, yaptığı şeyin özünü bilmeyince, yalnızca taklit ediyor.
Birlikte Sorumluyuz
Suçu bir kişiye ya da kuruma yüklemek kolay. Ama unutmamalıyız ki hamur evde yoğrulur, okulda kıvama gelir, çevreyle şekillenir. Eksiklik varsa bütüne bakmak gerekir.
Kendimize iğneyi batırmadan, kimseye çuvaldız batıramayız.
Çocuğuna tarihini, değerlerini, kültürünü anlatan bir evde yetişen çocuk, okulda o duyguyu taşır, törende onu yaşatır.
Sağlam bir temel attığınızda, en sert sarsıntılarda bile dimdik duran binalar inşa edersiniz. Eğitimde de bu böyledir.
Sonuç: Bilinçli Nesiller, Aydınlık Yarınlar
Bilgiyle yoğrulmuş kutlamalar, bilinçle yapılan anma törenleri; sadece o günü değil, geleceği de aydınlatır. Çünkü anlamını bilerek kutlayan bir çocuk, yarının bilinçli bireyidir.
Ve biliyorum ki ülkesinin tarihini bilen, değerlerini özümseyen her çocuk; geleceğe ışık tutan bir fener gibidir.
“Bütün ümidim gençliktedir.
Bugün hepimize düşen ortak görev; ulusal değerlere, bilince, Cumhuriyet’e sahip çıkmak, Çanakkale’yi, Kurtuluş Savaşı’nı kazanan ruhu korumak ve bu bilinci gelecek kuşaklara aktarmaktır.
Türk ulusu dili, kültürü, tarihi ve saygın kimliğiyle aydınlık yarınlara el ele güçlü biçimde yürüyecektir.
Gençliği yetiştiriniz. Onlara ilim ve irfanın müspet fikirlerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız.”
— Mustafa Kemal Atatürk
Sevgilerimle,

