Milletimizin adıyla özdeşleşmiş, hoşgörü, konukseverlik, adalet ve birbirine bağlılık gibi değerlerimize ne oldu da toplumsal barışımız bozulup birbirimizin kötülüğünü ister hale geldik? Bu durumdan ailelerin ve eğitim sistemimizin sorumluluğu var mıdır?
Eğitim sistemimiz, yıllarca rekabete dayalı bir öğrenci yerleştirme sistemi uygulamaktadır. Birbirlerini geçebilmek için ilköğretimden başlayarak sınavlara hazırlanan öğrenciler, kendisinin ne öğrendiğiyle, hangi beceriyi kazandığıyla değil sınavlarda kaçıncı olduğuna odaklanmış durumdadır.
Onlar açısından başarmak için artık sadece iyi olmak yetmiyor, iyilerin içinde de en iyilerden olmak zorundalar. Hatta başarmaları başkalarının kendilerinden daha fazla hata yapmalarına bağlı olduğundan öğrenciler rakiplerinin hata yapmasını bekliyorlar.
Bu durum, çocuklarımızın bizlere göre, daha çıkarcı, daha bencil, daha bireysel davranmalarına neden oluyor. “Biz” ruhu kaybolup yerine benlik gelişiyor. Çocuklarımız kendi iyilikleri için başkalarının kötülüğünü ister hale geliyorlar. Toplumdaki benliği gelişmiş, “biz” duygusundan yoksun bireyler, başkalarına karşı duyarsızlaşıyor. Komşusu açken tok yatamayan bu millet, şu anda “benim karnım tok olduğu sürece başkası beni ilgilendirmez” diyen bireylerle dolmuş durumda.
Bu nesilde “biz” kavramı sadece anne-baba ve çocuklardan oluşuyor. Hatta bazen kardeşler bile birbirlerini bu kavram içine koymuyorlar. Bu nedenle artık “biz”in içinde amcalar, halalar, dayılar, teyzeler, dedeler, nineler yok. Her türlü imkâna sahip insanlar yaşlanmış anne-babalarıyla birlikte oturmuyor, onlarla ilgilenmiyorlar.
Biz duygusunun kaybolmasının temel nedenlerinden birisi de ortak yaşamın tükenme noktasına gelmesi. Bir köyde veya şehrin bir mahallesinde oturup mahalle arkadaşları edinen, kendini bir köyün, bir mahallenin, bir şehrin, bir ülkenin parçası olarak gören, aynı tabaktan yemek yiyen, cebindeki parayı arkadaşlarıyla ortak harcayan veya ihtiyacı olanlara veren insanlarımız kentleşmeyle birlikte bu ortamdan mahrum kaldı. Bunun sonucunda, birer köy nüfusuna sahip olan apartmanlarda kapı komşusunun adını öğrenmeden yaşayan bir toplum haline dönüştük.
Peki bu ortamda çocuklarımızın biz duygusuna sahip bireyler olarak yetişmesini sağlamak için neler yapabilirsiniz?
Öncelikle aile içinde biz duygusunu geliştirebilmek için çocuklarımıza paylaşımcı bir yaşantı sunun. Çocuklarınız aile içinde paylaşmayı öğrensinler.
Bunun için kardeşleriyle ortak oynayabilecekleri oyuncaklar alın. Bu oyuncaklar yarışmadan çok paylaşmaya dayalı olsun.
Çocuklarınıza ortak kullanacakları bazı eşyalar alın.
Pastalarını bir tabakta ve tek parça verin ki paylaşmayı öğrensinler.
Onlara ancak birlikte yaptıklarında başarabilecekleri çeşitli görevler verin ki bazı işleri yapabilmek için başkalarına ihtiyaç duyulduğunu ve güçlerini birleştirmeyi öğrensinler.
Sık sık aile büyüklerini ve akrabalarınızı ziyarete götürün. Mümkünse çocukları dedeleriyle, nineleriyle birlikte büyütün.
Akrabalarınızın sorunlarıyla ilgilenin ve çocuklarınıza örnek olun. Çocuklarınız büyük bir ailenin parçası olduklarını hissederek büyüsünler.
Komşularınızla iyi ilişkiler kurun, çocuklarınızın komşularınızın çocuklarıyla arkadaş olmasını sağlayın. Onları evinize davet edin. Çocuklarınız onlarla her şeylerini paylaşmayı öğrensinler.
Çocuklarınızın başkalarıyla zaman geçirmesini sağlayın. Mahalledeki düğünlere, törenlere, cenazelere çocuğunuzu da götürün. Bir mahallenin parçası olduklarını hissederek büyüsünler.
Çocuklarımıza birbirimizin iyiliğini ve başarısını istediğimiz sürece hepimizin kazanacağını öğretin.
Aynı koşuda galip gelmek istiyorsa iyi koşması gerektiğini ancak birisi düştüğünde yarışı bırakıp ona yardım edebilmeyi öğretin.
Başka insanlara yardım etmeyi, onlar için üzülmeyi, sevinmeyi, fedakârlık yapmayı öğretin.
Hiç tanımadıkları kimseler için ağlamayı öğretin. Sevinçleriniz sadece milli maçlarla, üzüntüleriniz depremlerle ve şehit cenazeleriyle sınırlı kalmasın. Çocuklarınız bir milletin parçası olduklarını hissederek büyüsünler.
Bunları başardığımızda yeniden “BİZ” olabiliriz.
Doğan Bey merhaba.
“BİZ “olmakla ilgili yazınızı okudum. Ziyadesiyle etkilendim. Zira biz 50’li yaşlarda olanlar için geçmişte çocukluğumuzun ve delikanlılığımızın geçtiği zamanlar böyleydi. Bir eğitimci olarak elbette bu anlayışı ve ruhu yaşatmak ve yeşertmek için bireysel çabamızı gösteriyoruz. Ancak, verdiğiniz örneklerin yaşanmasına neden olan en önemli unsurlardan birisi doğduğumuzu ya da büyüdüğümüz yerlerde kalamamak. Ya eğitim için ya da iş için dalından koparılmış yaprak gibi savrulmak. Belki de her yaşam alanında oradaki insanlar için yeterli olabilecek iş ve aş olanaklarını çoğaltmanın yoluna bakmak gerek. Çünkü insanlara “aidiyet” duygusunu başta ailesi ve sonrasında o aile kavramını genişleterek büyütebileceği “iyiniyet” çemberi oluşturabilmelerine olanak tanımalı. Sanırım o zaman hayat daha bir başka olabilir. Selam ve saygılarımla.