1. Anasayfa
  2. Bilgi Bankası

Engelli Bireylere İlişkin Tutumlarımız

Engelli Bireylere İlişkin Tutumlarımız
0

İnsanlığın var oluşu ile birlikte engelli bireyler de toplum içerisinde her zaman var olmuş ve diğer insanlar gibi yaşamlarını devam ettirme mücadelesi içerisinde yer almışlardır. Bu bireyler kimi zaman yok sayıldıkları kimi zaman engelli olmalarından dolayı günahkâr ve suçlu olarak görülüp ağır şekilde cezalandırıldıkları (Livneh, 1982) hatta kimi zaman da engelli olarak doğan bebeklerin ebeveynleri tarafından öldürüldükleri bilinmektedir. Engelli bireyler tarih boyunca her türlü istismar, fiziksel ve cinsel şiddet gibi birçok kötü muameleye maruz kalmışlardır. Bununla birlikte tarihte, o dönemin var olan şartlarında, engellilere yönelik olumlu girişimler de yok değildir. Örneğin eski Yunanistan’da savaş nedeniyle engelli olan kişilere maaş bağlandığını, daha sonra bunun kapsamının genişletilerek her engelliye ayrı maaş bağlandığını bilinmektedir.  Roma İmparatorluğunda bedensel engelli bireyler için özel olarak oluşturulmuş “yaşam evi” inşa edildiği söylenmektedir. Selçuklular döneminde kurulan Ahilik teşkilatının engelli bireylere yardım götürdüğü çeşitli kaynaklarda geçmektedir. Özellikle Osmanlı Devletinde kurulan Darülacezeler de yine kimsesiz ve engelli bireylere hizmet için açılmıştır. Bu dönemlerde yapılan yardımlarda temel amaç, engellilerin korunmaya muhtaç olduğu düşüncesinden hareketle ihtiyaçlarının devlet eliyle karşılanmasıdır.

Toplumun engellilere yönelik bakış açısı ve tutumlarını öğrenebilmek için başvurulacak ilk kaynak o toplumun içinden çıkan deyim ya da atasözleridir, “Kel ölür, sırma saçlı olur, kör ölür badem gözlü olur”, “Deli deliyi görünce değneğini saklar”, “Sağır duymaz uydurur”, “Deli ile çıkma yola başına getirir bela”, “Kör satıcının kör alıcısı olur”, “Körler sağırlar birbirini ağırlar”, “ Kör topal birini bulmak”, “Körle yatan şaşı kalkar” (Polat, 2011) gibi bu listeyi daha da uzatmak mümkün. Özellikle yıllardır Atatürk’e ait olduğunu bildiğimiz  “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” sözü -ki bu sözün Atatürk’e ait olmadığına yönelik çeşitli iddialarda mevcuttur- insanları spora yönlendirme, teşvik etme maksadıyla söylenmiş olsa da engelli bireylere yönelik önyargı taşıdığı ve bundan dolayı engelli bireyler tarafından rencide edici söz olarak görüldüğü ifade edilmektedir. Bunun dışında günlük dilde öfke anında “geri zekâlı”, “özürlü müsün?”, “engelli, “kör müsün?” gibi ifadelerin hakaret olarak çokça kullanıldığını duymuşuzdur. Kültürümüzle bütünleşmiş bu deyim ve atasözlerinin engellilere ilişkin toplumsal bakış açısının nesilden nesile aktarım işlevi gördüğü söylenebilir.

TDK’da “engelli” diye arattırdığımızda karşılaştığımız tanım da yine toplum olarak engelli bireylere bakış açımızı yansıttığını görmekteyiz. “Vücudunda eksik veya kusuru olan, özürlü.” Çoğunlukla engellilik, yetersizlik, eksiklik ve daha kötüsü bir kusur olarak görülmesi yüzyıllardır süregelen bir anlayıştır. Bunun için çağlar boyunca engelli bireyler hep muhtaç kişiler olarak görülmüş, gerçekleştirilen politikalar muhtaç ve ihtiyaç sahibi insanlar oldukları düşüncesi üzerine inşa edilmiştir.

Engelli kavramından önce farklı terimler kullanıldığını zamanla bu kavramlardan engelli bireylerin rahatsız oldukları sebebi ile değişikliklere gidilmiştir. Resmi olarak 1475 sayılı İş Kanunu’nda  “sakat” kelimesi, 572 sayılı KHK’da ve 4857 sayılı İş Kanunu’nda yer alan “özürlü” ibaresi ise 2013 yılında yürürlüğe giren 6462 sayılı Kanunu ile “engelli” olarak değiştirilmiştir. Benzer bir durum ABD’de de yaşanmıştır. Özürlü kavramının karşılığı olarak “handicap” uzun bir süre kullanılmış, 2000’li yıllarda engelli anlamına gelen “the disabled” terimi ile karşılanmaya çalışılmış daha sonra engelli olan kişi anlamına gelen “people with disabilities” terimine dönüştürülmüştür. Yakın bir zamanda Amerikan kongresi bu kelimenin engellileri rencide ettiği gerekçesi ile “farklı yeteneklere sahip kişi” anlamına gelen “the differently abled people” terimini kullanmaya başlanmıştır (Çaha, 2016). Engellileri eksik, kusurlu ve aciz birer birey olarak görmek yerine onları toplumsal hayata katma, toplumla bütünleştirme ile daha kapsayıcı ve hak temelli bakış açısıyla yaklaşmamız gerekmektedir.

“Geri Zekâlı Çocuklar ve Eğitimi (1962)” ile “Zekâ Özürlü Çocuklar (1988)” adındaki kitaplar bir zamanlar üniversitelerimizde ders kitabı olarak okutulmuştu. Şuan okullarımızda ise bu çocukları “özel gereksinimli çocuklar” ya da “özel çocuklar” şeklinde tanımlıyoruz Terimlerdeki bu değişim davranışlarımıza yansımadığı, tutumlarımızı çok da fazla değiştirmediği söylenebilir. Bilinçaltımızda bu kelimeler hala canlılığını korumakta ve tutumlarımıza yön vermektedir. Engelli bireylere yönelik hali hazırda var olan “yetersizlik ve kusurlu oldukları” düşüncesi bireysel tutumlarımızı şekillendirmektedir.

Tutum; kişilere, kümelere/gruplara, nesne ya da düşüncelere yönelik oldukça süreklilik gösteren önceden biçimlenmiş duygu, düşünce ve inançlar bütünüdür. Tutumların varlığı olgu, olay ve kişilere yönelik önceden duygu, inanç veya düşüncelerin geliştirilmiş olmasını gerektirir. (Özyürek, 2006). Tanımda da vurgulandığı gibi tutumların önceden edinilmiş olması ve süreklilik göstermesi en belirgin özelliklerindendir. Tutumlarımızın kaynağı çoğunlukla aileden kazandığımız bir takım yüklenilmiş bilgilerin yanında yakın çevreden birilerinin yönlendirmesi ya da geçmiş deneyimlerimizden edinmiş olduğumuz duygu ve düşüncelere dayandığı görülmektedir. Tutumlarımız yerleşmiş kalıp yargılarımızdır fakat araştırdıkça, okudukça ve öğrendikçe değişebilmekte, zaman içerisinde paradigmalarımızda yaşanan değişimlerle de kendiliğinden evrilebilmektedir. Engelli bireylere karşı tutumlarımızın altında yatan düşüncelerimiz genellikle yetersizlik, muhtaç, acziyet, kusur, eksiklik, özür; duygularımız ise genellikle öfke, utanma, acıma, çekinme ve korkudur. Engelli bireylere yönelik tutumlarımızı bu duygu ve düşünceler biçimlendirmektedir.

Dünyanın genelinde -gelişmiş ülkeler de dâhil- engelli bireyler dışlanma, ayrımcılık ve yok sayma gibi olumsuz davranışlara çokça maruz kalmışlardır. Örneğin 1960’lı yıllarda Japonya’da engelli bir çocuğa sahip olmak aileler için utanç kaynağı olarak görüldükleri ve toplumdan kendilerini izole ettikleri bilinmektedir. 1984 yılında Japonya’da otistik bir çocuk annesi tarafından öldürülmüştür. Nedeni ise annenin yaşadığı utanç duygusudur. Aynı şekilde Japonya’da 1972 de çıkarılan Irkın Korunması Yasası’nda engelli fetüslerin alınmasına imkân tanıyan bir madde eklenmiştir. (Çaha, 2016). Engelli aileleri öncelikle utanç, suçluluk ve öfke duygusuyla baş edebilmenin yollarını aramalı gerekirse bir uzmandan yardım talep etmelidir. En kısa sürede aileler çocuklarının durumlarını kabul edip erken tedavi/eğitim olanaklarını araştırmaya yoğunlaşmalıdır. Küçük yaşta engelli çocuğa sahip öğretmen arkadaşımın yakın çevresinden utandığından dolayı başka bir ile tayin isteyerek memleketini terk ettiğine şahit oldum. Ünlü roman yazarımız bir röportajında çıktığı yurtdışı gezisinde AVM’lerde çokça engelli bireyle karşılaştığını, bizim ülkemizde böylesi kalabalık mekânlarda neden bu kadar çok engelli birey göremediğinden yakınmış, söz konusu durumun nedenini ise ailelerin çocuklarından yaşadığı utanca bağlamıştır.

Toplumsal algıdan bahsetmişken konu ile ilgili yapılan bir araştırmanın çarpıcı sonuçlarını burada paylaşmadan geçemeyeceğim. 2012 yılında Sabancı Vakfı’nın desteklediği “Engelli Ayrımcılığını Önleme ve Mücadele Platformu” tarafından yapılan araştırmanın sonucuna göre halkımızın % 70’i engelle bir komşu istemezken, %80’i engelliler evden çalışması gerektiğini ifade ediyor ayrıca katılımcıların % 57’si de engelliler ayrı okullarda okumalı diyor (www.ntv.com.tr). Türkiye’de engelli olan nüfusun toplam nüfus içindeki oranı %12.29 olduğu göz önüne alındığında bu sonuçların vahametini gözler önüne sermektedir. (OZİDA, 2002,). Elde edilen sonuçların temelinde engelli bireylere yönelik bilinç düzeyimizin yeterli olmadığını ve fazlasıyla yerleşmiş önyargılarımızın olduğunu söyleyebiliriz.

Özel eğitim okulunda görev yaptığım yıllarda Gürsu Anadolu Lisesi ile sürdürülebilirliği olan Engelsiz Akranlar Projesi’ni hayata geçirdik. Söz konusu proje ile Anadolu Lisesinin ve kendi okulumuzun 9.sınıf öğrencilerini 2 hafta süren etkinlikte bir araya getirdik. Önce Anadolu Lisesi öğrencilerini okulumuzda ağırlayıp “engellilik nedir, nelerden kaynaklanır, engelli bireylerin özellikleri nelerdir” gibi konular hakkında bilgi verdik. Daha sonra okulumuzdaki ders ve atölyelerde öğrencilerin gün boyu birlikte zaman geçirmesini sağladık ve bu süreçte çocuklara hiçbir müdahalede bulunmadık. 2. Haftada engelli öğrencilerimizle birlikte Anadolu Lisesinin misafiri olup öğrencilerin ders ve teneffüslerde birlikte zaman geçirmeleri için ortam hazırladık. Devam eden süreçte hep birlikte piknik organizasyonu düzenleyip öğrencilerin okul dışında birbirleri ile oyun oynamalarına ve eğlenceli vakit geçirmelerine fırsat verdik. Sonuçlar bizler için inanılmazdı, mükemmel dönütler almıştık. Anadolu Lisesi öğrencilerinde ilk başta var olan önyargılar; beraber geçirilen zaman, paylaşımlar ve kurulan dostluklar sayesinde tamamen ortadan kalkmıştı. Proje hayata geçirmeden önce engelli birey ile yemek yemek ister misiniz diye sorduğumuzda hayır diyen ya da çekimser davranan öğrenciler,  proje sonunda kesinlikle birlikte paylaşımda bulunmaktan kaçınmayacaklarını, birlikte rahatlıkla yemek yiyebileceklerini ifade etmişlerdir. Sonuçta öğrencilerin tutumlarında müthiş bir değişim yaşamış, her iki grupta yer alan öğrencilerin iyi olma halini gözlemlemiştik. Biz bu çalışmayı lise kademesinde yaptığımız halde olumlu etkilerini somut bir şekilde gözlemlemiştik, daha erken dönemlerde -örneğin okul öncesi veya ilkokul dönemlerinde- benzer çalışmalar daha etkili çıktılara ulaşmayı kolaylaştıracaktır. Okullarda yapılan/yapılacak bu ve buna benzer projeler ile engellilere yönelik olumsuz tutum, davranış ve önyargıların önüne geçebiliriz. Ancak okulların özel eğitim kurumlarına yaptığı günübirlik ziyaretlerde paylaşımların sınırlı, iletişimin yetersiz düzeyde kalması, öğrencilerin tutumlarına olumlu etki sağlamaktan ziyade diğer öğrencilerin engellilere yönelik-farkında olmadan-acıma duygularının daha da artmasına neden olmaktadır. Hâlbuki engelli bireylerin isteyecekleri en son şey kendilerine acıma duygusu ile yaklaşılmasıdır ki bu davranış engellileri fazlasıyla rahatız etmektedir. Okullarda yapılacak benzeri projelerin/çalışmaların uzun soluklu, karşılıklı iletişim ve etkileşime açık, paylaşım odaklı olması gerekmektedir. Ancak bu şekilde hazırlanan projeler/etkinlikler engelli bireylere yönelik önyargılarla mücadeleye önemli katkı sağlayacaktır.

Okullarımıza ve özellikle medyaya bu konuda önemli görevler düşmektedir. Örneğin her akşam farklı TV kanallarında onlarca dizi, yarışma programı yayınlanırken kaçında engelli birey yer almaktadır? Muhtemelen yok denecek kadar azdır. Medyanın bu konuda üstüne düşen görevi yerine getirdiği söylenemez. Okullarımız çocuklarda engellilere karşı oluşmuş ya da oluşacak önyargıların önüne geçebilir. Her okul, ilçesinde bulunan özel eğitim okulları ile ortak projeler geliştirmeli, öğrencileri kaynaştırmalı, karşılıklı paylaşıma açık ve en önemlisi çalışmanın/projenin sürdürülebilirliğini sağlamalıdır. Engellilere ve eğitimlerine ilişkin bilgi alma, onlarla etkileşimde bulunma onlara yönelik tutumların olumlu yönde değişmesini sağlamaktadır (Özyürek, 2006). Bir diğer önemli nokta ise engelli bireylere ilişkin öğretmen tutumlarıdır. Öğretmenin olumsuz tutumu öğrenci ve velilerine yansıyacak, bu bireylere karşı olumsuz tutum geliştirebileceklerdir. Öğretmenlerin engelli öğrencilere yönelik olumsuz tutumlarının önüne geçebilmek için kapsayıcı eğitim hizmet içi uygulamalarının tüm öğretmenlere ulaştırılmasını zorunlu kılmaktadır. Öğretmen adaylarının hizmet öncesi eğitim müfredatlarının özel eğitim, bütünleştirme/kaynaştırma ve kapsayıcı eğitim konusunda güçlendirilmesi hizmet esnasında gelişebilecek olumsuz tutumları engelleyecektir. Sonuç olarak politika yapıcılar, engelli bireylere yönelik geliştirdiği maddi ve sosyal politikaların yanında toplumsal önyargıları yıkmak ve olumsuz tutumların önüne geçmek için de çaba harcamış olsaydı şuan engelliler toplumda daha güçlü bir yere sahip olabilirdi.

 

Yaşar DİLBER

Psikolojik Danışman/Rehberlik

Temmuz 2019 – Bursa

 

KAYNAKLAR

Çaha, H. (2016). Engellilerin Toplumsal Hayata Katılmasına Yönelik Politikalar: Türkiye, ABD ve Japonya Örnekleri, İnsan ve Toplum Dergisi 5(10), s.123-150.

Livneh, H. (1982). On The Origins of Negative Attitudes towards People with Disabilities, Rehabilitation Literature, 43, 338-347

Özyürek, M. (2006). Engellilere Yönelik Tutumların Değiştirilmesi, Kök Yayıncılık, Ankara.

Polat, S. Ç. (2011). Engelliliğin Atasözü ve Deyimlere Yansımasının Sosyolojik Analizi, https://engelliler.gen.tr/content/engelliligin-atasozu-ve-deyimlere-yansimasinin-sosyolojik-analizi-60/,

T.C Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı (ÖZİDA) (2002). Türkiye Özürlüler Araştırması Raporu, Ankara.

https://www.ntv.com.tr/yasam/engelli-komsu-istenmiyor,QhCiVwsaxUGa9Di8PLu-SA,

 

Facebook Yorumları

1980 Bursa doğumludur. İlk ve orta öğrenimini Bursa’da tamamlamıştır. 1998 yılında girdiği 19 Mayıs Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik bölümünü 2002 yılında bitirmiş aynı yıl Aydın ili Söke ilçesinde MEB’e bağlı bir kurumda göreve başlamıştır. Daha sonra Erzurum ve İstanbul’da farklı eğitim kurumlarında okul psikolojik danışmanı olarak görev yapmıştır. 2012 yılında Bursa'ya atanmıştır. 2013 yılında Eğitim Yönetimi ve Denetimi tezli yüksek lisans programını iyi bir derece ile bitirmiştir. Meslek yaşantısının büyük bir kısmını özel eğitim kurumlarında geçirmiştir. 2017 yılında Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Eğitim Yönetimi ve Denetimi doktora programına kaydolmuştur. Uzun yıllar Türk PDR Derneği Bursa Şubesi yönetim kurulu üyeliği yapmıştır. Eğitim Yöneticileri ve Uzmanları Derneği (EYUDER) Bursa İl temsilcisi, Özel Eğitimde Yenilik ve Araştırma Derneği (ÖZYAD) kurucu üyesi ve aynı zamanda Uluslararası Eğitim Dernekleri Federasyonu (ULEDEF)'na bağlı Okul Psikolojik Danışmanları Derneği (O-PDR) yönetim kurulu üyesidir. Eğitim politikaları, kapsayıcı eğitim, bağımlılıklar, akran zorbalığı, siber zorbalık, özel yetenekliler, özel eğitimde istihdam, stratejik planlama, AR-GE, İşyerinde Mobbing konularında ulusal ve uluslararası çalışmaları bulunmaktadır. Bursa BTSO Kamil Tolon Bilim ve Sanat Merkezi’nde psikolojik danışman ve müdür yardımcısı olarak görev yapmıştır. 2020 yılında Kestel Rehberlik ve Araştırma Merkezi'nde müdür yardımcısı iken 2021 yılında Gürsu BİLSEM kurucu müdürü olarak görevlendirilmiş, 2022 yılı eylül ayında ise aynı kuruma kadrolu müdür olarak ataması gerçekleştirilmiştir.

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir
Erol DEMİR

Yorumunuz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.