Ferit EDGÜ İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrenim görmüş ve daha sonra öğrenim görürken 1958 yılında Paris’e gitmiştir. Hakkâri’de bir mevsim adlı eseri sinemaya uyarlanan yazarın romanı ödüller almış ve eser birçok dile çevrilmiştir. Hakkâri’de bir mevsim şahsımca bildiğimizi sandığımız diğer yarımızı (Doğu bölgemizi) aslında bilmediğimizi yüzümüze vuran bir romandır. 70’li yılları anlatan roman eğitim sistemimiz ile ilgili değerli bilgiler barındırmaktadır. Romanın içeriğine hem eğitim açısından hem de kültürel açıdan biraz değinmek istiyorum. Yazar romana bir deniz kazası ile başlamaktadır. Alışık olmadığı bir hayata gelen yazarın ortak bir değer araması romanda göze çarpan ilk bulgudur diyebiliriz. Yazar bunu şu şekilde dile getirmiştir.
“Ortak dil ise, ortak yaşam/ortak bilgi/ortak birikim/ortak düş kimi yerde ortak düşüş ortak değilse bile benzer yakın.”
Burada da anlaşılacağı gibi bizler iletişim kurmak isteyen ve diğer insanlara ihtiyaç duyan canlılarız bu yüzden ortak ya da benzerlikler bizim için oldukça önemlidir aksi halde kendimizi dışlanmış ve yalnız hissederiz. Yazar romanında buna sık sık değinmiştir.
“Ben oradaydım dilinden anlamadığım insanların arasında. Dilimden çok az kimselerin anladığı insanların arasında”
Anlaşıldığı üzere dil, her insan için oldukça değerli bir yapı taşıdır. En önemli iletişim aracımız olan dilimizi kendimizi ifade etmek için kullanamadığımız da soyutlanırız. Hakkâri’deki şartları ve eğitimi tüm çıplaklığıyla sermeye çalışan roman bizlere önemli bilgiler vermektedir. 77’li yıllarda geçen romanda okul tabiri bizim düşündüğümüz şekilde değildir. Bu bölgelerde öğretmen demek hem öğretmen, hem müdür hem usta hem de hizmet çalışanıdır. Öğretmen sayesinde oluşturulan okul ve öğretmen sayesinde oluşturulan sıralar, tahtalar, araç gereçler mesleğin kutsallığını bir kere daha gözler önüne getirmektedir. Yazar ilk gün sınıfını anlattığında yirmi bir çocuk saydığını on altısının erkek, beşinin kız olduğunu söylemektedir. Günümüzle kıyaslandığında mevcut oldukça azdır ve bu öğrenciler karma şekilde okula gelmektedirler. Bu noktada eğitime hem devlet tarafından, hem de aileler tarafında yeterince imkân verilmediğini çıkarabiliriz. Pir köyünün öğretmeni olan yazar, öğrencilerini gözlemlerken yalın ayak oluşlarını vurgulamıştır. Hakkâri gibi oldukça soğuk bir şehirde kışın yalın ayak olmak küçük yaşta büyük zorluklar yaşayan çocukları bize yansıtmaktadır. Birçok zorluk ile mücadele etmesi gereken öğretmen öğrencileri için hiç bilmediği bir şehirde hiç bilmediği makamlara giderek ihtiyaçları karşılamaya çalışmıştır. Sağlığın, eğitimin, ekonominin geç geldiği hatta kış aylarında kendi kaderlerine terk edilen bu şehir bizlerin bildiğini sandığı ama hiç bilmediği tarafıymış. Yazar bunu şu şekilde açıklamaktadır. “ Burada hayat bu, çaresizlik.” Bu kitapta bir öğretmenin fedakârlıklarına ve mesleğinin kutsallığına çok kez şahit oluyoruz. Dilini bilmediği öğrencilerinin dilini öğrenmek için öğretmen, derse girerek öğrencilerinden bildikleri sözcükleri yazmalarını istemiştir ve 50 ye yakın sözcük yazılmıştır. Öğretmenin görevi bunları öğrenmektir. Burada değinilen nokta öğretmenlik mesleğinin önemidir. Bir öğretmen öğrencileri ile sağlıklı ve iyi bir iletişim kurmak için onların dilini benimseyerek onların kültürlerine aşina olmalıdır bu sayede onların içinde hissedebilir kendini. Elleri çarpmanın zil olduğu okulumuzda öğretmen öğrencilerine kendini çok sevdirmiştir. Birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü sınıfların bir arada bulunduğu sınıfta öğretmen sınıf içinde sırasıyla sınıf sınıf ders işlemektedir. Örneğin birinci sınıflara ders anlatılırken ikinci sınıflar kitap okumakta, üçüncü sınıflar etkinlik yapmakta, dördüncü sınıflar problem çözmektedir. Çetin kış aylarına gelindiğinde Pir köyü adeta yalnız kalmaktadır. Sık sık okuyucuyu yazısına katan yazar okuyucuya sitem ederek “Çok şükür, büyük çoğunluğunuz, yazmaktan okumaya vakit bulamıyorsunuz.” Demiştir. Sanırım bu çok haklı bir isyan. Birçoğumuz o dönemde dâhil bu dönemde dâhil bildiğimiz bilmediğimiz her konuda yazmaya ve konuşmaya meraklıyız ama iş okumaya gelince oldukça yetersiziz. Kendisinden fotoğraf isteyen uzak diyarlardaki mektup sahibine ithafken fotoğraf uygarlık! Diyerek sitem dolu sözcüklerini sıralamıştır.
”Karların üstünde, şahrem şahrem yarılmış, pabuçsuz, çorapsız ayakların fotoğraflarını çek yolla, ölen bebeyi, kefensiz gömülen bebeyi mezarından çıkar, çek fotoğrafını kapanmış göz kapaklarının, erimiş dudaklarının, şişmiş karnının yolla…”
Burada gazetecilere ithafken bir vurgu yapıldığını düşünüyorum. Önce bunlara göz yumulur sonra ise fotoğraflar ortalıkta dolaşır ve acı dolu manşetler atılarak sorumlulukları ortadan kalkmış olur. Ben bunu bu şekilde yorumladım. Yazar bir başlığında şunu söylemiştir. “En büyük, en korkunç itiraf, bir işkence altında yapılan itiraf değildir, çünkü insanın kendi kendine, artık dayanamayıp yaptığı itiraftır. Burada da anlıyoruz ki insanoğlu kendini sorgulamaya başladığında kendine karşı objektif olabilir. Öğretmenin derslerinden biri resim dersidir burada öğrencilerine der ki “ yanınızdakine bakabilirsiniz ama yanınızdaki gibi yapmayın resminizi” burada gerek eğitime gerek ahlaki değerlere çok güzel değinilmiştir. Hayatta örnek aldığımız anlar ve insanlar olabilir ama birebir aynısı olamayız bu kendimiz olmayı engeller. Burada vurgulanan bu sebeple özgünlük olmuştur.
Ferit EDGÜ’ ye ait olan Hakkari’de bir mevsim kitabında önemli bulduğum noktalara detaylıca değinmek istedim çünkü yıllar geçmesine rağmen hala imkanlar konusunda eşit olmayan bir diğer yarımız var. Günümüzde uzaktan eğitime geçmekle birlikte bu bölgelerimizdeki öğrencilerimiz gerek internet gerek teknolojik alet konusunda fırsat eşitliğini sağlayamamaktadır. Bu çocuklarımızın bir gün kaybı bile çok önemli iken aylar geçmiştir. Eğitim dediğimiz noktada herkesin elini taşın altına koyması gerekmektedir. Halen Doğu bölgelerimizde öğretmen önemli bir yere sahiptir. Bu gerçekten de çok değerlidir. Gerek kültürel açıdan gerek ise eğitim açısından birçok noktaya değinen roman güzel bir farkındalık ve içgörü kazandırmaktadır.