Hayat bizden birçok şey ister. Başarılı olmamızı, uyumlu davranmamızı, belli kalıplara sığmamızı… Doğduğumuz andan itibaren bir yarışın içindeyiz sanki: Daha iyi bir okul, daha iyi bir iş, daha çok beğeni, daha fazla alkış… Ama bu koşuşturmanın içinde kendimize şu basit soruyu nadiren sorarız: “Peki ya ben kimim?”
İşte tam da burada başlar gerçek yolculuk. Çünkü bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışıyor, ama çok az insan kendisi olmayı seçiyor. Oysa kendi kimliğini bulmak, en derin zaferdir. En kalıcı huzur da buradan doğar. Çünkü başkalarının istediği kişi olduğunda değil, kendi varlığını onurlandırdığında hayat sana anlam kazandırır.
“En büyük cesaret, kalabalığın ortasında bile kendin kalabilmektir.”
— Friedrich Nietzsche
Bu çağda belki de en zor eylem, kendin kalabilmek. Dünya bize sürekli kim olmamız gerektiğini fısıldıyor. Ailemiz, çevremiz, okul, iş hayatı ve sosyal medya… Her biri, kendi kurallarını dayatıyor. Oysa gerçekten yaşamak; başkalarının tanımlarına sığmak değil, kendi iç sesini duyabilmekle mümkün.
Kendin olmak… Ne kadar sade bir ifade. Ama altında yatan derinlik, bir ömür boyu sürecek bir yolculuk barındırır. Çoğu zaman ait olma arzusu, bizi kendi özümüzden uzaklaştırır. Onaylanmak için şekilden şekile gireriz. Ne kadar “uyumlu” olursak, o kadar “doğru” olduğumuzu düşünürüz. Oysa her uyum çabası, içimizdeki sesi biraz daha susturur.
“Kendi olmayı başaramayanlar, başkalarının hayatını taklit ederek yaşarlar. Ve bu bir yaşam değil, sadece var olma halidir.”
— Carl Jung
Kendin Kalmanın Psikolojik ve Sosyolojik Boyutu
Psikolojik açıdan bakıldığında, “kendin olmak” bireyin öz benlik ile olan ilişkisidir. Carl Rogers , kendilik kavramını “gerçek benlik” ve “ideal benlik” olarak ikiye ayırır. Eğer kişi, çevrenin onayını kazanmak için kendi değerlerini bastırıyor ve sadece “olması gereken kişi” gibi davranıyorsa, bu iki benlik arasında bir uçurum oluşur. Bu da zamanla anksiyete, depresyon, yabancılaşma gibi psikolojik sorunlara yol açabilir.
Kendin olmak, bireyin içsel tutarlılığını ve psikolojik esenliğini koruması anlamına gelir. İç sesini bastırmadan yaşamak, bireye hem iç huzur hem de daha güçlü bir özsaygı kazandırır. Psikolojide bu duruma “özgünlük” denir. Kendine sadık kalan bireyler, daha sağlıklı ilişkiler kurar ve yaşam doyumları daha yüksektir.
“İnsan, kim olduğunu hatırladığı sürece ruhen sağlıklıdır.”
— Erich Fromm
Sosyolojik açıdan ise mesele daha karmaşıktır. Toplum, bireylerden belli normlara ve değerlere uymalarını bekler. Bu beklentiler, aile yapısından kültürel normlara, eğitim sisteminden dijital mecralara kadar birçok yerden şekillenir. Bu da birey üzerinde yoğun bir sosyal baskı oluşturur.
Sosyolog Erving Goffman, insanların sosyal yaşamda sürekli olarak “rol yaptığını” ve çeşitli “maskeler” taktığını savunur. Toplumda kabul görmek adına bireyler, gerçek düşüncelerini veya duygularını bastırarak sosyal olarak uygun olan davranışları sergilemeye yönelir. Ancak bu durum uzun vadede bireyde yabancılaşma yaratır. Yani kişi, hem çevresine hem de kendine yabancılaşır.
“İnsan, kendi gibi davranmadığında değil, kendine yabancılaştığında yalnız kalır.”
— Zygmunt Bauman
Dolayısıyla “kendin kalmak”, sadece bir bireysel farkındalık değil; aynı zamanda kültürel, toplumsal ve psikolojik bir direnç eylemidir.
Bu direnç, bazen sosyal dışlanmayı göze almayı, bazen alışılmış kalıpları kırmayı, bazen de sessizce içten gelen bir hayatı inşa etmeyi gerektirir.
“Kendin olmayı seçtiğinde, yalnız kalabilirsin. Ama o yalnızlık, sahte bir kalabalıktan çok daha değerlidir.”
— Rumi
Kendin olmak, bir lüks değil; bir ihtiyaçtır. Senin bakış açın, duyguların, sezgilerin ve düşlerin; eşsizdir. Ve bu eşsizliği bastırmak, dünyadan bir parça eksiltmek demektir. Oysa kendi sesinle konuştuğunda, başkalarına da ilham olursun.
“Başkalarının gölgesinde değil, kendi ışığında yürümelisin.”
— Lao Tzu
Belki bu yolda yalnız kalacaksın. Belki eleştirileceksin. Ama şunu unutma: Kendin olduğun an, hayat sana ait olmaya başlar.
Yoksa başkalarının senaryosunda figüran olmaktan öteye geçemezsin. “İçindeki sesi susturursan, dış dünyanın gürültüsüne boyun eğmiş olursun.”
— Virginia Woolf
Peki, bugün ne yapabilirsin?
Biraz daha dürüst ol kendine.
Biraz daha içinden geldiği gibi davran.
Biraz daha sus — ama bu kez iç sesini duyabilmek için.
Çünkü bu dünya, sen gerçek olduğunda güzelleşir.
Ve sen, ancak kendin olduğunda tam olursun.
Sonuç:
Kendin olmak bir hedef değil, her gün yeniden verilen bir karardır. Her sabah uyanıp içindeki sesi duymayı seçtiğinde; her “hayır” dediğinde, her “bu benim” dediğinde… O anlarda gerçek benliğin biraz daha büyür. Belki herkes seni alkışlamayacak. Belki yalnız kalacaksın. Ama sahte bir kalabalıktan, içi boş övgülerden çok daha değerlidir bu yalnızlık. Çünkü o yalnızlıkta kendine sadıksındır. Ve en çok da bu sadakat, hayatın karşısında dimdik durmanı sağlar.
Unutma, bu dünya sen gerçek olduğunda güzelleşir.
Ve sen, ancak kendin olduğunda tam olursun.
Geriye kalan her şey sadece gürültüdür.
Kaynakça
- Nietzsche, F. Böyle Buyurdu Zerdüşt (Çeşitli çeviriler).
- Jung, C. G. Modern İnsanın Ruh Arayışı. Alfa Yayınları, 2021.
- Rumi (Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî), Mesnevi (çeşitli yorumlar).
- Lao Tzu, Tao Te Ching.
- Woolf, V. Kendine Ait Bir Oda. Can Yayınları, 2022.