Aylardır süren TEOG tartışmaları ve ardından açıklanan yeni MYS sınavı ile ilgili haber ve yorumları okurken, eski sistemleri düşündüm şöyle bir.. Ben liseye kredi sistem diye, sınıf geçme yerine ders geçmeyi esas alan yeni bir programla başlamıştım. Tabi o zaman çok da anlamıyordum neyin ne olduğunu; ya da o bilişsel farkındalık yoktu da denebilir. Öyle büyükler eleştirirdi;
“Yaa bu da neyin nesi şimdi ?
Kredi de neymiş?
Seçmeli dersler olacakmış, çocuklar ilgi alanlarına göre ders seçecekmiş, çocuk başarılı olursa, liseden erken mezun olacakmış ..vs”
Söylentilerini hatırlıyorum, biraz daha bilgili çevrelerden…
Pek konunun ne olduğunu anlamadan başlasam da liseye, ilk zamanlardaki karmaşayı hatırlıyorum. Sınıfımız diyebildiğimiz bir yerimiz yoktu, o derslik senin bu derslik benim, derslik gezerken alışmamız aylar sürdü. Öğretmenlerin sınıfları var fakat, bizim sınıfımız yoktu. En çok aklımda kalan detay bu, bi de İZ bırakan birkaç öğretmen. İkinci sınıfta garip garip seçmeli dersler konuldu. Sayısal, sözel ya da eşit ağırlık alanlarına göre dersler belirlendi. Boş dersler vardı, ne işe yaradığını kimsenin bilemediği..İki buçuk senede bitirip, yarım dönem üniversiteye hazırlanmak büyük lükstü ve onlar başarılı sayılıyordu. Ben 3 senede zor bitirdim. Kısa sürede bitirenlerin hepsi üniversiteyi kazandı mı bilemem ama, bu durum ne bir avantaj sağladı; ne de bir dezavantaj, o dönem kredili sistemde okuyanlara..Biz mezun olduktan birkaç yıl sonra da, çeşitli gerekçeler gösterilerek kaldırıldı zaten.
Sonra, eğitim fakültesine devam ettiğim için, eğitimde yapılan her değişim bir şekilde bizi de ilgilendirdi. Fen lisesi, Anadolu lisesi ve çeşitli meslek liselerinin sınavlarına hep devam edildi bu sürede. Kredili sistemin kaldırılmasından sonra, süper liseler adı altında yeni bir uygulama getirildi. Anadolu liseleri ile düz lise arasında not ortalamasına dayalı kayıt alan, düz liselerden 1 tık daha iyi diye düşünülen liselerdi bunlar.
Üniversiteden sonra, özellikle dershanede rehber öğretmen olarak çalıştığım zamanlarda sınav sistemleriyle çok daha yakından ilgilenmem gerekti. Hem lise hem de üniversite girişleri, kaç netle nerelere girilir, katsayıları nelerdir, nereler nitelikli nereler niteliksiz falan, lüzumsuz ayrıntılar yani…
Daha sonra liseler 4 yıl oldu, zorunlu eğitim süresi uzadı, düz liselerin tamamı anadolu lisesi oldu, kat sayı kalktı, müfredatlar birkaç kere değişti.vs..vs.. Bu sürede ha bire sınavların isimleri de değişti tabi..
Hep bir şeyler oldu yani.. Sistem üzerinde uzlaşı bir türlü sağlanamasa da, bir değişim ve bir dönüşüm içinde oldu eğitim sistemimiz.. İhtiyaca dayalı değişimlerin yapılması oldukça normal ve gereklidir. Fakat bu değişimin, gelişime ve niteliğe dayalı bir felsefeyle yapılması zorunluluktur.
Teog; sınavları iyi, fakat sonuçları yetersiz ve kötü olan bir uygulamaydı bence. Öğrencilerin ve okulların sıralanması çok yanlıştı. 13-14 yaş grubunda çocukların, daha neyin ne olduğu ayırdına varmadan aynı okul türü grubunda sıralanması sakıncalıydı.
MYS’ de ilk etapta, herkes gibi benim kafamda da onlarca soru işareti oluşturdu. Nasıl uygulanacak, sonuçları ne olacak hep birlikte göreceğiz.
Belki bu sistem de 3-5 yıl sonra kalkar bilemeyiz. O nedenle sistemler gelir geçer, önemli olan çocuktur. Çocuklarımız var olsun.. Sınavdır, sistemdir çok da takılmadan okul hayatının niteliğiyle ilgilenmek gerek. Bu sürecin sağlıklı bir öğrenme altyapısı oluşturması, ergenlik yıllarını en az hasarla, en az çatışmayla ve en ideal biçimde atlatılması birincil önem taşımalı.. Öğrenme motivasyonu yüksek mi, çeşitli değerleri edinebiliyor mu, son günlerin moda terimiyle ruhsal zekasını geliştirecek edinimler kazanabiliyor mu ona bakmak lazım.. Çocuk bu zeminde büyütülüyorsa en kötü sistem de olsa; “O” en iyisini yapar zaten…