“Dede Korkut gelip boy boyladı, soy soyladı.
Bu Oğuznameyi düzdü, koştu, böyle dedi,
Hani dediğim Bey erenler?
Dünya benim diyenler?
Ecel aldı, yer gizledi,
Fani dünya kime kaldı?
Gelimli, gidimli dünya,
En son ucu ölümlü dünya!”
Dönüp dolaşıp okuduğum, okudukça hayran kaldığım bir klâsiktir Dede Korkut Hikâyeleri. Bu eserin büyüsü, zannederim her yaşa hitap etmesinden ileri geliyor. Sadece her yaşa da demeyelim, her fikre kattığı bir değer, her değerden fışkıran bir ilham ve her ilhamın çizdiği bir yol; Dede Korkut Hikâyeleri’ni eşsiz yapıyor.
Vaktiyle Sakarya Üniversitesi’nden kıymetli bir Hocam (Doç. Dr. Paki Küçüker), Dede Korkut Hikâyeleri’ni asıl metninden okumuş, aldığı hazzı dile getirmişti. Hoca, “Görünüşte bir düzyazı gibi; ama şiirsel bir düzyazı tekniği var, okudukça bir ezgiyle karşılaşıyorsunuz.” demişti. Bu hayranlık hiç de boşuna değil. Şimdi, aşağıdaki lezzetli ve kıymetli nasihatlerle bezenmiş bir münacat diline dikkat buyurunuz:
Ağız açıp över olsam,
Üstümüzde Tanrı güzel.
Tanrı dostu, din ulusu,
Muhammet güzel.
Muhammet’in sağ yanında namaz kılan,
Ebubekir Sıddık güzel.
En son otuzunca cüz başıdır, “Amme” güzel.
Kılıç çaldı, din açtı,
Şâh-ı Merdan Ali güzel.
(…)
Eser, “güzel”i ve “güzellikleri” anlatırken “güzel” bir lisana kavuşmuş. Bizler, tarihi kaynaklarda hareketle biliyoruz ki, Dede Korkut dediğimiz bilginin doğum ve ölümü hakkında kesin bilgiler yok. Dede Korkut Hikâyeleri ise 12, 13 ve 14. yüzyıllarda Azerbaycan ve Anadolu’nun doğusunda yaşamış olan Oğuz Türkleri arasında teşekkül etmiş. Bir klasik sınav bilgisi olarak da “destandan halk hikâyesine geçişin ilk örneği” olduğunu ekleyelim. Oğuzların hem kendi aralarındaki mücadeleler hem de kafirlerle girdikleri savaşların anlatıldığı eser, bir kahramanlık destanı olmasının ötesinde ayrı bir öneme sahip. Dil, edebiyat, folklor, etnoloji, tarih, sosyoloji bakımlarından hazine niteliğinde olan eser, Türklerin yaşam tarzları, töreye olan bağlılıkları, savaşları, âdetleri, gelenek ve görenekleri açısından çeşitli örnekler barındırmaktadır.
Dede Korkut Hikâyeleri’nin özellikle olağanüstülük barındıran hikâyeleri, ilk başta okuyanlarca “saçma” görülmektedir. Ancak her hikâyenin üzerinde yükseldiği bir iskelet vardır ki o da saf bir Türk-İslâm kültürüne işaret etmektedir. Maalesef bu eserin mahiyeti üzerine derin düşünmeyen bazı edebiyat öğretmenleri bile eserin değerinden habersiz kalmakta bu da öğrencileri etkilemektedir. Daha kötüsü ise Dede Korkut Hikâyeleri ile ilgili saçma sapan senaryoların yazılıp filmlerin çekilmiş olmasıdır. Türkler, töresine sadık bir millettir. Dede Korkut’u dalga konusu yapmak ise zihinsel bir töre cinayetinin göstergesidir.
Şimdi geliniz sözümüz yettiğince Dede Korkut Hikâyeleri’ndeki değerlerden örnekler verelim. Milli Eğitim Bakanlığının son yıllarda “değerler eğitimi”ne ne kadar önem verdiği göz önündedir. Bu noktada Dede Korkut Hikâyeleri, bulunmaz bir hazinedir. Neden mi? Gelin birlikte bakalım:
Dede Korkut, başlı başına bir bilgedir. Bildikleriyle Türk beyliklerine yol gösterir. Manevi güce de sahip olduğundan onu sözü dinlenir. Yanlış konuşmaz, yanlış iş yapmaz. Yeri geldiğinde sevenler kavuşsun diye canını bile tehlikeye atar (Bamsı Beyrek Hikâyesi). Bu noktada âlim olmanın, diğerkâmlığın ve toplumu etkileyebilmenin örneklendiğini söyleyebiliriz.
Dede Korkut, söz ustasıdır. Şiirsel bir dili vardır. Genelde son sözü söyler ve bu sözler akılda kalıcı vecizelerdir. Yüzyıllardır Anadolu irfanının hafızasını süsleyen bir lisana sahiptir. Aşağıdaki nasihatlere bakarak eserin değerine bir de sizler karar veriniz:
“Allah Allah demeyince işler onmaz (düzelmez),
Kadir Tanrı vermeyince er bayımaz (zenginleşmez)
Ezelden yazılmasa kul başına kaza gelmez
Ecel vakti ermeyince kimse ölmez.
Ölen adam dirilmez, çıkan can geri gelmez.
Bir yiğidin kara dağ yumrusunca malı olsa yığar, toplar, talep eyler, nasibinden fazlasını yiyemez.
Gürüldeyip sular tassa deniz dolmaz.
Kibirlilik eyleyeni Tanrı sevmez,
Gönlünü yüce tutan erde devlet olmaz.
El oğlunu beslemekle oğul olmaz, büyüyünce bırakır gider, gördüm demez.
Kül tepecik olmaz, güveyi oğul olmaz.
Kara eşek başına gem vursan katır olmaz.
Hizmetçiye elbise giydir sen hanım olmaz.
Lapa lapa karlar yağsa yaza kalmaz, yapağılı yeşil çimen güze kalmaz.
Eski pamuk bez olmaz, eski düşman dost olmaz.
Kara koç ata kıymayınca yol alınmaz.
Kara çelik öz kılıcı çalmayınca hasım dönmez.
Er malına kıymayınca adı çıkmaz.
Kız anadan görmeyince öğüt almaz.
Oğul babadan görmeyince sofra çekmez.
Oğul babanın yerine yetişenidir, iki gözünün biridir.
Devletli oğul olsa ocağının korudur.
Oğul da neylesin baba ölüp mal kalmasa.
Baba malından ne fayda başta devlet olmasa.
Devletsiz şerrinden Allah saklasın hanım sizi!”
Dede Korkut’un sorun çözmesi, destan söylemesi, kopuz çalması, kılıç kuşandırması birer sembol niteliğindedir. Onun her özelliği, “iyilik” üzerine kuruludur. Çağdaş toplumun arzu ettiği “kendini gerçekleştirmiş” birey olması bakımından Dede Korkut, güzel bir örnektir. Bununla beraber Dede Korkut’un ettiği Türkçe dualar, İslam’ı yeni kabul etmeye başlayan Türk boylarının samimiyetinden birer damla niteliğindedir:
“Kara dağların yıkılmasın
Gölgelice büyük ağacın kesilmesin
Taşkın akan güzel suyun kurumasın
Kadir Tanrı seni namerde muhtaç eylemesin
Koşar iken ak boz atın sendelemesin
Vuruştuğun kara çelik öz kılıcın çentilmesin!”
Hikâyelerde birçok değer, günümüze ışık tutacak özellikler barındırır. Mesela samimiyet dolu bir dua, kahramanların sıkıntıdan kurtulmasına yol açar. “Deli Dumrul” hikayesinde kendisi için canını verecek olan hanımı için Deli Dumrul, Tanrıya o zerafet dolu dille şöyle yalvarır:
“Yücelerden yücesin
Kimse bilmez nicesin
Güzel Tanrı
Çok cahiller seni gökte arar, yerde ister
Sen bizzat müminlerin gönlündesin
Hep var olan güçlü Tanrı!
Büyük yollar üzerine imaretler yapayım senin için!
Aç görsem doyurayım senin için
Çıplak görsem donatayım senin için!
Alırsan ikimizin canını birden al!
Alırsan ikimizin canını birlikte al!
İyiliği bol, yüce Tanrı!”
Hikâyeye göre bu sözler üzerine Tanrı, hem Deli Dumrul’un hem hanımının canını bağışlar. Bu hikâyede Deli Dumrul’un Azrail’e kafa tutması, ilk İslamî ürünlerden olmasıyla açıklanmaktadır. Azrail’e kafa tutup Allah’ın kudretini kavramaksa İslamî bir aydınlanmanın yansımasıdır. Eser, semboller vasıtasıyla dinî ve milli bir motifler bütünüdür denilebilir.
Türklerde kadının, annenin, kız kardeşin önemi ise Dede Korkut’ta bolca işlenen temalardır. Ne üzüntü verici ki “kadına şiddet”in arttığı zamanımızda Dede Korkut’ta kadın, gerektiğinde kılıcını alıp yiğitçe savaşır gerektiğinde fedakar bir anne olur gerektiğinde ise meziyetleriyle nice misafirler ağırlar. Yani toplumda ayrımcılığa uğrayan bir durumu da özelliği de yoktur. Kadın, her türlü özelliğiyle törenin direği konumundadır. Anne, kocaya bağlıdır, gerektiğinde onun için canını verecek kadar eşine destek çıkmaktadır. En önemlisi ise şu: Dede Korkut Hikâyeleri’nin hiçbir yerinde kadına şiddet yer almaz. Yani kadına şiddet, töreye ihanettir.
Eserde kahramanlık, töreye sahip olma, dostluk duygusu, birlikte hareket etme, hüner gösterip ad alma gibi birçok olay, durum ve ritüel, Türklerin kadim yaşamlarının yansımalarıdır.
Zannediyorum burada son sözü Ord. Prof. Dr. Fuat Köprülü’ye bıraksak, Dede Korkut Hikâyeleri’ni “saçma” bulan güruha maksatlı bir ders vermiş bulunuruz:
“Terazinin bir kefesine Türk edebiyatının tümünü, diğer kefesine de Dede Korkut’u koysanız yine de Dede Korkut ağır basar.”
Dede Korkut Hikâyeleri’ni öğrencilerine okutup, beraber yorumlayan öğretmenlerimize de bir Dede Korkut duası gönderelim:
“Üç otuz yaşınız dolsun, Hak size kötülük getirmesin, devletiniz devamlı olsun Han’ım hey!”
Kaynaklar:
Ord. Prof. Dr. M. Fuat Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, Akçağ
Prof. Dr. Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, Boğaziçi
Dede Korkut Kitabı (Han’ım Hey)- Komisyon (TOBB Özel Basımı-2016)
Orhan Şaik Gökyay ,Dede Korkut Hikâyeleri, Dergâh