Çünkü aslında hep layık olduğunuz kâğıt bardaktır…
“Kibirlenip de insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.” (Lokman 31/18)
İnsanın gayesi; bir yerden, bir okuldan, bir şehirden ve bir gönülden giderken hoş bir seda bırakmak olmalı. Ömür sermayesi Bir rıza, bir dua almak olmalı. Görevi, vazifesi ne olursa olsun onu en layıkıyla yapmak için mücadele etmeli. Emri altındakilerine yumuşak davranmalı. Merhametli olmalı. Hatalarını, kusurlarını, yanlışlarını hiddetle değil şefkatle göstermeli. Doğrusunu yumuşak bir dille anlatmalı. Gönülleri kırmak, yıkmak değil inşa etmek olmalı gayesi.
Her ne iş yapıyorsanız, vaadiniz bir gün muhakkak dolacaktır. Sıfatlarınız, makamlarınız, mevkiniz, rütbeniz, şaşaalı, gösterişli yaşantınız bir başkasına devredilecektir. Hiç kimse bulunduğu bir yerde sabit kalmayacaktır. Hiçbir sıfat ve rütbe hiç kimseye sonsuzluğa kadar zimmetli değildir. Bir çoban iseniz sürünüze, bahçıvansanız çiçeklerinize, anne baba iseniz çocuklarınıza, öğretmen iseniz öğrencilerinize, okul müdürü iseniz öğretmenlerinize, bir il ve ilçede müdür iseniz şube ve okul müdürlerinize, işverenseniz çalışanlarınıza şefkat ve merhametle yaklaşınız. Baki’inin dediği gibi “Âvâzeyi bu âleme Davud gibi sal / Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş” gerisi hazin bir hatıra, gam yüklü bir acı, bir rehşa, bin sancı. Mühim olan bu devrandan göçerken heybemize iyilik ve güzellik doldurmaktır.
Bakın size bir hikâye anlatayım bu hayatınıza bir kılavuz olsun.
Eski bir bakandan bir konferansta konuşma yapması istenmişti.
Elinde kâğıt kahve bardağı ile kürsüye çıktı ve konuşmasına başladı.
Ama kafasının başka yerde olduğu sanki anlaşılıyordu.
Daha bir iki cümle söylemiş iken durdu, kahve bardağından bir yudum aldı ve sonra bir süre bardağı kaldırıp baktı.
Derin bir nefes aldı ve ;
“Biliyor musunuz ne düşünüyorum? ” diye sordu,
“Bu konferansta geçen yıl da, hem de aynı kürsüde konuşmuştum.
Tek bir fark vardı; o zaman hala bakanlık görevim sürüyordu.
Buraya gelirken bana business class bileti alınmıştı,
hava alanında beni bir limuzin ve koruma aracı araba bekliyordu.
Beni önce bir otele götürmüşlerdi.
Otel müdürü beni otelin kapısında karşılamış ve kral dairesine çıkarmıştı.
Ertesi sabah lobide benim odadan inişimi bekleyen bir heyet vardı.
Beni yine aynı limuzinle bu salona getirmişlerdi.
Özel bir kapıdan içeri almışlardı.
Çok şık bir bekleme odasında konferansı beklerken porselen bir kapta kahve ikram etmişlerdi.
Sonra da beni salona aldılar ve en ön sırada ayrılan yerime geçmiştim.”
Eski bakan derin bir nefes aldı,
seyircilere gülerek bir süre baktı ve devam etti
“Fakat bu yıl karşınızda bir bakan olarak bulunmuyorum.”
Bir an durdu ve sonra
” Dün buraya kendi ödediğim uçak bileti ile uçtum.
Beni hava alanında kimse karşılamadı.
Otele taksi ile geldim.
Kendi odama kendim çıktım.
Bu sabah buraya otelden yine taksi ile geldim.
Kapıdan girerken güvenlikten geçtim, hüviyetimi alıp listede olduğuma emin olmadan salona almadılar bile.
Sonra da bulabildiğim yerde oturdum.
Canım kahve istedi ve görevliye sordum ;
bana dışarıda kahve makinesi olduğunu söyledi.
Ben de çıktım ve şu gördüğünüz kâğıt bardağa kahveyi kendim doldurdum.”
Seyirci gülmeye başlamıştı.
“Sanıyorum geçen yıl
porselen bardak bana sunulmamıştı.
Makamıma sunulmuştu.
Benim asıl bardağım işte bu.”
Konuşmanın bu noktasında gülüp alkışlayan seyircilere kahve bardağını kaldırıp gösterdi.
Alkışlar bitince de şunları söyledi ;
“Size verebileceğim en iyi ders bu işte.
Bütün o övgüler,
hizmetler,
avantajlar rütbeniz,
rolünüz,
makamınız içindir.
Size ait değildir.
Ve bir gün makamınızı görevinizi bitirdiğinizde
porselen bardağınızı halefinize verirler.
Çünkü aslında hep layık olduğunuz kâğıt bardaktır…
[Bu metin
Simon Sinek’in
“Leaders eat last”
(Liderler en son yer) kitabından alıntıdır]