21. yüzyıl eğitim sistemlerinin demokratik bir anlayışla, öğrenci ve velilerin hak ve özgürlüklerinin göz önünde bulundurularak oluşturulması gerektiği tartışma götürmez bir zorunluluk elbette. Fakat bu hak ve özgürlüklerin kapsamının iyi belirlenmesi, belki de daha önemlisi hak ve özgürlüğün ne anlama geldiğinin kesin sınırlarla çizilmesi de aynı ölçüde zorunludur. Aksi halde eğitim ve öğretim uygulamalarının sağlıklı olarak yerine getirilmesi mümkün değildir.
Eğitimin ve öğretmenliğin kutsallığı toplumda sıkça dile getirilen, eğitimcilere ve öğretmenlere yapılan bir övgüdür. Fakat günümüzdeki uygulamalarda eğitime ve öğretmenliğe hak ettiği değer pek verilmemektedir. Artık kimse bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olmak gerektiğine inanmıyor, hatta toplumda giderek artan sayıda insan, bir harf öğretenin 40 yıl köle olmasını bekliyor. Bu yazı, bir tür serzeniş olarak değil, toplumdaki yozlaşma ve değerler erozyonuna işaret niteliğinde değerlendirilmelidir. Bu nedenle, okuyuculardan bu yazıyı, bu anlamda bir tür uyarı olarak değerlendirmesini ve çözümüne yönelik hep birlikte düşünmeyi öneriyorum.
Kutsal öğretmen yakıştırmasını zaten çok gerekli bulmuyorum, çünkü kutsal olan hiçbir şey tartışmaya açık değildir. Oysa öğretmenlik profesyonel bir meslektir ve bu mesleğin nasıl icra edilmesi gerektiği değişen toplumda ve bilimsel ölçütlerde tartışılmalıdır. Hiçbir öğretmen de hiçbir öğrencisinin 40 yıl kendisinin kölesi olmasını beklemez. Çünkü öğretmenlik mesleğinin temel amacı ve görevi topluma hizmettir. Kimse görevini yaptığı için karşısındakinin kendisine köle olmasını beklemez, bekleyemez. Ama herkes görevini huzur ve güven içinde yapmak ister, bekler. Bu çok haklı bir beklentidir.
Eğitimcilerin ve öğretmenlerin görevini huzur ve güven içinde yaptığını söylemek günümüz koşullarında oldukça zor. Bunun maddi ve manevi birçok sebebi var. Ama ben burada veli ve öğrencinin, sınırlarını bilmemelerinin yarattığı huzursuzluk ve güvensizlikten söz etmek istiyorum. Sonra da buna yönelik çözüm önerilerimi özetlemek istiyorum.
Toplumda demokrasi fikrinin yaygınlaşması ve kişi hak ve özgürlüklerinin benimsenmesi bizimki gibi gelişmekte olan ülkelerde umut vaat edici bir durum olmakla birlikte, bu hak ve özgürlüklerin sınırlarının çizilmemesi bir o kadar büyük sorunlar yaratmaktadır. Öğrenci ve velilerin hak ve özgürlüklerinin sınırını bilmemesi ise, okullar ve daha da önemlisi öğrencinin kendisi için büyük sorun oluşturmaktadır.
Öğrenciler ve veliler okullardan ve tüm eğitimcilerden, var oluş nedenleri olan eğitim hizmeti ve bunun yeterliliğini isteme hakkına sahiptir. Okul yöneticileri ve eğitimciler bu görevlerini yerine getirmediğinde bu haklarını dile getirme ve gereğinde hesap sorma hakkına sahiptirler. Eğitim sırasında yapılan çeşitli yanlış uygulamalar konusunda şikayetlerini de dile getirme hakkına sahiptirler. Fakat hiçbir veli ya da öğrenci, okulun genel kurallarına uymama, dersin içeriğinden ya da herhangi bir sorumluluktan muaf olma hakkını isteyememelidir. Hiçbir veli ya da öğrenci öğretmenden ya da okul yöneticilerinden çalışmadan derslerden geçme veya diploma isteme hakkını kendinde görmemelidir. Hiçbir veli ya da öğrenci “İstediğim not/diploma için her yol mübahtır.” zihniyetiyle eğitimcilere baskı, zorbalık, vb. yola başvurma hakkına sahip olduğunu düşünmemelidir.
Bir gün böyle bir yazı yazacağım aklıma bile gelmezdi. Fakat kendi deneyimlerim ve meslektaşlarımla yaptığım konuşmalarımdan anladığım acı bir gerçek var: Toplumda ciddi bir değer erozyonu var. Günümüz ebeveynleri geçmişte kendilerinin yaşadığı eziklikleri çocuklarının yaşamasını istemediği için çocuklarını büyütürken hiçbir sınır çizmemiş oldukları için şimdi çocuk ya da genç yaştaki öğrenciler eskisine göre daha benmerkezci bir bakış açısına sahip olmuşlar. İsteklerine hiçbir sınır çizilmemiş; hak, özgürlük ve sorumluluk kavramları konusunda hiçbir altyapı kazandırılmamış öğrenciler okula gelmedikleri gün derste anlatılan konunun sınavda sorulmaması gerektiğini düşünecek kadar benmerkezci olabiliyor ya da öğretmenini annesine, babasına, yönetime veya daha üst bir makamdaki tanıdığına şikayet edip işinden etmekle tehdit edebiliyor. Bazı öğrencilerin derste görüntü ya da ses kaydı yoluyla öğretmenine üstü kapalı ya da doğrudan tehdit yoluna başvurduğunu da maalesef duymaya başladık. Bu ve benzeri zorbalıklar gerçekten yaşanmakta olan ve önüne geçilmezse toplumda daha büyük sorunlara neden olabilecek ciddi olaylardır. En büyük sorun ise eğitimcilerdeki tükenmişlik duygusudur. Tükenmiş bir eğitimcinin hiçbir öğrenciye bir faydası olamaz.
Bu tür bir zorbalığa maruz kalan eğitimcilere önerim, öncelikle soğukkanlı olmaları ve asla sinirlenmemeleri gerektiğidir. Karşınızdaki insan kendini köşeye sıkışmış ve çaresiz hissetmese size bu tür bir zorbalığa zaten kalkışmaz. Bu insana verilebilecek ilk tepki, onun bu zorbalığının işe yaramayacağını göstermektir. Ne isterse yapabileceğini, buna rağmen sizin tutumunuzda en ufak bir değişiklik olmayacağını anladığında atacağınız ikinci adım onun düşmanı olmadığınız, aksine ona yardım etmeye çalışan biri olduğunuzu göstermek olmalıdır. Yaptığınız uygulamaların amacı, ilkeleri ve içeriği konusunda sizin kararlılığınızı gören bir insanın yapabileceği fazla bir şey yoktur. Bu nedenle, öncelikle biz yaptığımız ve söylediğimiz her şeyin arkasında durabilmeliyiz. Bu da, mesleğimizin gerekliliklerini iyi bilmemizi ve uygulamamızı gerektirmektedir.
Bir eğitimcinin öğrenci ve veli zorbalığı karşısında tek başına etkili olması, onlara hak ve özgürlüklerinin sınırlarının olduğunu göstermesi açısından yeterli değildir. Bir eğitim kurumunda yöneticisinden, rehberlik bölümüne ve tüm öğretmenlerine kadar bütün çalışanlar eğitim-öğretimin amaçları, bu amaçları gerçekleştirmede uygulanacak strateji ve uygulamalar ile değerlendirme konusunda görüş birliğine varmış olmalıdır. Hiçbir öğrenci ve velinin kişisel kaprisi bu görüş birliğini değiştirmemelidir. Planlı, programlı ve işbirliğine dayalı olarak gerçekleştirilen eğitim-öğretim uygulamaları daha sağlıklı yürüyecek, eğitimcilerin tükenmişlik duygusuna sahip olmasını da önleyecektir. Bunun yolu ise, eğitimcilerin eğitim ve öğretimde etik ilkeleri benimsemiş olmasını gerektirmektedir.
Eğitimcilerin etik değerlere sahip olması ve bunu öğrencilerine yansıtabilmelerinin yolu ise etik eğitimi derslerinin tüm eğitim fakültelerinin programına alınmış olması ile mümkündür. Değişen çağda, değişen toplum ihtiyaçları ve sorunlarına yönelik bir eğitimin gerçekleştirilebilmesi, ancak bir meslek olarak eğitimin etik ilkelerinin etkili öğretimi ile mümkün olabilir. İçeriğinde güncel konu ve sorunların tartışıldığı etik eğitimiyle ilgili zorunlu bir ders, bu ve benzeri sorunların çözümü için başlangıç noktası olabilir.