Korkarak öğrendiğin bilgi en fazla bir saat seninledir; fakat sevgiyle öğrendiğin bilgi bir ömür seninledir.
Herkese Merhaba,
Niye mi öğretmen?
Bir çocuğun çocukken yaşadıkları, yaşacağı hayatı şekillendirir.
Yazıma yaşanmış olaylarla başlayıp, nereye varmak istediğime örneklerle yazının sonunda birlikte ulaşacağız.
Veli kızının öğretmenine “Nesrin’i siz anneannesine bırakın.” der ve öğretmen anneannesine gittiğinde kimsecikleri bulamaz. Her yer kapı duvardır. O gün öğretmeni Nesrin’i alır ve kendi evine götürür. (Hangi öğretmen yapar?) Nesrin mutluluktan dört köşedir. Çünkü öğretmenine herkes gibi o da hayrandır ve onun evinde kalacaktır. Ertesi gün okula geldiğinde büyük bir mutlulukla arkadaşlarına anlatır.
Öğretmeninin bir kere ayrım yaptığını görmemiş, birine kızdığına tanık olmamış, herkese sevgiyle yaklaştığına şahit olmuştur. Birinci sınıf en heyecanlı, mutlu başlangıca önemli adımlardan biridir. Nesrin ikinci sınıfta okuldan ayrılır, başka şehire taşınır. Köy okulundan şehir okulu… Onun için çok zor olur. Öğretmen farkı onu yıkar…
Sessiz, içine kapanık, konuşmaya utanan bir genç kızdır. Bir gün lise çağında şiir seçmelerinde duygusunu ortaya koyarak şiiri okur ve bir öğretmeni onu fark eder ve Çanakkale’ye gitmeye hak kazanır. O gün bir şeyler kafasında oturmuştur.
Kalplere dokunan öğretmenler…
Niye mi öğretmen? Ona dokunan ve ona kendini fark ettiren öğretmenler sayesinde!!!
Niye mi öğretmen? 2
Kısa bir otobiyografi :)))
Bundan yıllar yıllar öncesine, ben ilkokul dördüncü sınıf okuduğum zamana bir dönelim. :)
Değiştirdiğim dördüncü okul ve en uzun kaldığım okul dönemi. Sınıfa alışma sürem uzun sürdü. Sık okul değiştirmek bir çocuk için inanın çok zor oluyor. En sevindiğim durum arka sırada oturan “Bir yerden hatırlıyorum.” dediğim köy okulunda birinci sınıfı birlikte tamamladığım arkadaşım Nermin’i tekrar sınıfta görmekti. Ama onunla iletişime geçmek bile zaman aldı. Ne utangaçlık :) Sonra sınıfla ilk tanışma ve okula geç geldiğim için derslere hızlı bir şekilde adapte olmak… :( Bu süreçte de öğretmenin öğrencisiyle empati kurmayı tam anlamıyla yapması gerekiyor.
Bir gün öğretmen “Dünyanın nasıl oluştuğu” ile ilgili bir soru sorar. Sesim duyulsun diye sanırım ilk beni kaldırdı. Ben de cevap olarak kekeleyerek ve bir de üzerine dilimin sürçmesiyle “Dünyamız çocuklardan oluşmuştur.” dedim. Vermem gereken cevap “Çukurlardan oluşur.” demekti. Herkes kahkaha attı, ben kıpkırmızı oldum ve öğretmenim yanıma gelerek teselli edeceğine yanağımı cimcikledi (sıktı). Arkasından öğretmenimden “Ya öyle mi? İyi oku.” diyerek alaycı bir gülümseme geldi. Benim için kötü bir gündü. Çok utanmıştım. O günden sonra benim için öğretmen korktuğum, cevap vermeye çekindiğim, her soruda beni kaldırmasın diye gözlerimi kaçırdığım, saklanmaya çalıştığım biri olmuştur. Sınıfta onun için en iyi, en sevdiği iki kişi vardı. Sınıfın en çalışkanlarıydı. Hala bunu hatırladığıma göre öğretmenimiz bunu o kadar açık, net çaktırıyordu anlayın. Ayrımcıydı!!! İlkokul böylece bitti.
Ortaokul altın çağım, özgüven yerinde…
Ders programına göre herkes seçtiği etkinliklere ayrılırdı. İstasyon gibi her ay farklı bir etkinlikte olmamız gerekiyordu. İş teknik, sanat vb… Bizim olduğumuz etkinliğin öğretmeni eski yarbay, çok ciddi ve sert bir öğretmen. Tabi her asker onun gibi değil, aman yanlış anlaşılmasın. :) Dediklerini harfi harfine yapıyor, hata yapmamaya özen gösteriyorduk. Sağı solu belli olmayan biriydi. Ama biz yine de bütün olumsuzluklarıyla seviyorduk. Her hafta bize verilen grup çalışmasını getiriyordu, sıra bizim olmadığı halde. Ama kimse anlatmıyor ve ders boş geçiyordu. Bir gün gergin bir şekilde sınıfa girdi “Sıra kimde?” dedi ve ardından pat diye bizim grubu tahtaya kaldırdı. Sıra bizim olmadığı için, aksilik ya her hafta gelen dosyayı o gün getirmedik. Abartmıyorum bize tekme tokat vurmaya başladı. Ayaklarıyla önce tekme attı, sonra eliyle yüzümüze tokat… Ellerimiz yanda… “Ne mi yaptık?” dayak yedik. :) Ağlayamadık bile herkes sus pus… Çünkü korktuk. Ne ailemize söyleyebildik, ne müdüre… O zamanlar çekiniyoruz.
Ortaokulda ikinci anım ise, matematiği çok seviyordum. Sınav zamanı yardım isteyenlere destek olurdum. Bugün sana yarın bana :) Bir gün sınav zamanı farklı gruptan bir arkadaşım ısrarla sorusunu çözmemi istedi. Kıyamadığımdan sorusunu çaktırmadan onun kağıdından alıp kendi kağıdımda çözdüm, arkadaşıma gösterdim. Sonra sildim. Tam sildiğim sırada öğretmen geldi, kağıdımı alıp iyice inceledi ve bana “Bu silinmiş yerde senin sorun yok. Diğer grubun sorusunu çözmüşsün.” dedi. Kulağımı çekerek ayağa kaldırdı ve koca eliyle kocaman bir tokadı yüzüme yapıştırdı. Burnum kanadı… Tuvalete kimse görmesin diye burnumu kapatarak gittim. Yine ne ailemiz, ne de okul müdürü olaydan bi haberdiler. Neyin korkusu hala anlamış değilim. Hatalı miyim? o ayrı bir konu :) çocuklarınızı dinleyin!!! O zamanlar öğretmene saygının en üst zamanlarıydı. Öğretmen ne derse haklıydı. “Eti senin, kemiği benim hocam.” zamanıydı. :)
Ortaokul biraz vukuatlı, tekme tokatlı geçti :) Lisede matematik seçememe sebebim olabilir :( Sevgim azalmış ya da korktuğumdan gerilemiş olabilirim. Bunca olana rağmen ortaokul boyunca her dönem teşekkür belgesi aldım. Derslerimi aksatmadım. :) Dayak yediğim öğretmenlerimle konuştum. Küsmedim. Onların o küçücük halimizle ne hissettiklerini anlamaya çalıştık. Öğretmenlerimiz o an yaptıklarını farkında değildi belki, ertesi gün bize gülümsemesi bizim için dünyalara değişilmezdi. Ama korkarak yaklaştık. Hep mutlu olmaya iyi yönden bakmaya çalışan bir kızdım. Hala biraz var o kızdan :)
Neden mi bunları yazıyorum? Öğretmen olmama birçok nedenden bazıları bunlar da olabilir diye. Şimdi durup düşündüğümde hiç öğretmen olmak aklımda yokken demek bilinçaltım bunları yazmış bir yerlere.
Ben böyle öğretmen olmamalıyım diyedir belki… Korkutmadan, kötüysem kötüyüm diyerek, hata yaptıysam özür dileyerek, onlarla çocuk olarak, gülersem beni ciddiye almazlar endişesiyle kaşlarımı çatmadan, birbirimizi dinlemeyi uygulayarak, biz de çocuklarımızı dinleyerek anlatmalıyız. Öğretmenin de çılgınlar gibi eğlendiğini bırakın çocuklar da görsün, anlattığınız hikayedeki kahramanın karakterine girin, karakteri ifade eden kostüm giyinin, koridorda gezin yaşınız kaç olursa olsun, utanmadan… kendini ifade edebileceği bir sınıf ortamı yaratmak içindir belki de öğretmen olmam… de de de de ve deler… Öğretmen oldum.
Kendin ol, o seni görüyor, senin kendini kasmana gerek yok. İçten ol, sen ol, gerçek ol… Gerginsen onu da anlat, çocuklar bizi bizden daha iyi anlar ve en iyi destek olan onlardır.
Hele şu kıyafet önemli diyen kişiler, “Kıyafetine dikkat et, ciddi giyin kiiii çocuk sana saygı göstersin. Şaklaban gibi rengarenk giyersen seni asla dinlemezler.” diyen. Ben katılmıyorum. Gördük işte… Döpiyes, takım elbise giyen nesillerin öğrencileriyiz. Neye saygı duyduğumuz ortada. Bence bu kalıplardan çıkma zamanıdır. Yerine göre giyinmek tabi ki ayrı. Ama her defasında takım elbiseyle çocukların karşısına çıkmak hele bu nesile… Öğretmen renkli olmalı… Rengini gösterirken de çekinmemeli, birbirimizin yansımasıyız.
Öğreten otoritesini sağlamak için kaşını, bacağını, parmağını, sopasını, dişlerini gösteren değil; sevgisini ortaya koyandır. Birlikte, eğlenerek öğrenenlerdir. Bilginin en kalıcı yanı da budur. Korkarak öğrendiğin bilgi en fazla bir saat seninledir; fakat sevgiyle öğrendiğin bilgi bir ömür seninledir.
Sevgilerimle,