Bunca “kaba” gündemin süregeldiği bir mecrâda âmiyâne tabirle entel-dantel işlerden “sanat”ı yargılayalım bugün. Bakalım, eğip büktüğümüz, eğdikçe eğittiğimiz, eğitim aldıkça gururlandığımız öğrencilerimizden dünya çapında sanatçılar çıkıyor mu! Entel-dantel işler dedik, çünkü çocuğunu -hangi türde olursa olsun- bir okula gönderen veli için ister istemez ilk hedef, ekmek parasıdır. Çocuğu iyi yerlere gelsin, nâmerde muhtaç olmasın! Bu yazdığım cümle Türkiye’deki eğitim sisteminde ailelerin rolünü özetliyor. İstisnalar kaideleri bozmasa da dışardan getirip de adapte ettiğimiz hiçbir kuram, yöntem ya da teknik kodlarımıza uymuyor. Bu noktada aynı kuramları yıllardır çalışmalarında sakız eden hocalarımızdan özür dileriz. Mesela “yapılandırmacı eğitim modeli”ni hâlâ savunan ve bu sistemi inatla direten eğitimci, ya bu ülkeyi tanımıyor ya da gerçekten eğitime garezi var. Türkiye’de kaç tane eğitim fakültesi olduğunu söylememize gerek var mı? Peki esas soru şu, bunca eğitim fakültesi hep dillendirdiğimiz o “yerli ve milli” bir eğitim modeli tasarlayabildiler mi? Yoksa biz yıllardır süregeldiği üzere üniversite hocaları olarak lise hocalarını; lise hocaları olarak ilköğretim hocalarını suçlayarak günü geçiştirmeye devam mı edeceğiz!.. Kültür dersleri (edb., mat., fizik, kimya, tarih, vs.) noktasında istenen başarıyı gerçekleştiremediğimiz bir gerçek. Üniversite sınavları bu derslerin öğrenciler tarafından yeterince öğrenilmediğini gösteriyor. Peki, geneli düşünerek konuşalım; bizim çocuklarımız, bizim öğrencilerimiz kültür derslerini bilmiyorlar, bu derslere zaman ayıramıyorlarsa neye zaman ayırıyorlar? Mesela dersten kaçıp kütüphanelerde kitaplara mı gömülüyorlar? Müzik kursları onlara daha mı cazip geliyor? Dünyaya sporcu yetiştiren bir takımın altyapısında mı mücadele veriyorlar? Maalesef bu sorulara koskoca bir “hayır” cevabı verebiliyoruz. Sosyal medyanın çiğ gündemine ve bilgisayar oyunlarına takılıp kalan öğrencilerimizi herhangi bir sanat dalına hazırlamak veya bir sanat dalında bilgili yapmak da artık çağın güç işlerinden birisi. İyi bir sanat zevkine sahip olmak, sanata ilgili bir çevrede yetişmekle alakalıdır. Biz buna kültürlenme de diyebiliriz. Ancak bu konuda Prof. İskender Öksüz’ün harika bir tespiti var. Öksüz, bir insanın kültür kazanmasını üç etkene bağlar. Birinci etken eğitimli bir aile. Bu noktada ülke olarak eksiklerimiz çok. İkincisi, iyi bir çevre… Öğrencilerimizi çevre edinirken daha çok yanlış arkadaşlıklar kurduğunu görüyoruz. Üçüncüsü ise medya… Medya’nın artık şiddet ve cinsellik pompalayan dünyasından gına geldiğini söyleyebiliriz. Yani kişisel merakı bulunmayan, ailece desteklenmeyen, çevresinden takdir görmeyen ve yapığı işin değerli olduğunu görsel veya yazılı medyada görmeyen bir öğrenciden sanata ilgi duyması beklenemez. Eskiden liselerde gizliden tutulan şiir defterleri, günlükler artık yok. Eskiden ulaşılamayan enstrümanlara, artık insanlar, aileler daha kolay ulaşıyorlar ama milli müziğimize talep çok fazla yok. Resim gibi sanatlara ise yobaz bir bakış açısı var ki bu yüzyılda da be bakış, bitmedi. Çocuklarımız kulaklarına taktıkları zımbırtılarda “çiğ” bir sanatla kol kola yürüyorlar. Müziğin bile hızılısını(rap) makbül sayıp, üretmeyi değil tüketmeyi anlayış haline getiriyorlar. Mimar Sinan’ı hepsi övüyor, ama ona ulaşmak için kollarını kıpırdatmıyorlar. At yarışına döndürdüğümüz eğitim hayatlarında niteliği kaybediyoruz. Bir fıkradır anlatılır;
Bir gün Temel ile Dursun yeni aldıkları arabalar ile yarışacaklarmış. Yarış bir dağ yamacındaki yolda başlamış. İkisi de inatla gaza yüklendikçe yüklenmişler. Bu inat onların ikisinin de keskin bir virajdan aşağı düşmelerine sebep olmuş Kazayı gören biri koşarak gelmiş ve “Temel ile Dursun uçurumdan düştü.” demiş. Köylü şaşırmış ama şu soru gelmiş: “İyi ama hangisi önce düştü?”.
Atayı-âtîyle buluşturan, bilimsel düşünceyi yaşam stillerine entegre edebilen, yapısını milli bilim insanlarının kurguladığı, ithal değil bize bizi anlatan, kütüphaneleri ana beslenme merkezi haline getiren, teknolojiyi üretmeye yönelik ve gerçekçi bir eğitim sisteminde ilerlersek, vizyonumuzu genişletebilir ve artık gerçekten özgün sanat ürünleri üretebiliriz. Genetik kodlarımız müsait, bir “bismillah”ı özlüyoruz, hepsi o…