Dile ve dilciliğe önem veren herkes bilir ki kelimelerin tarifi mümkün olmayan bir büyüsü vardır. Günlük hayatta olsun, iş hayatımızda olsun kelimeler, bizleri toplumsal bir varlık olarak tamamlayan zihin ürünleridir. Bu ürünlerin zihinsel süreç içerisinde alelade kullanımının ötesinde bir de kendine has etimolojik bir yolculuğu vardır. Bu etimolojik yolculuk, insanoğlunun var olduğu günden beri süregelmiştir. Yolculuğun en dikkate değer tarafı ise kelimelerin zaman içerisinde hem şekil hem de anlam açısından geçirdiği evrimlerdir. Peki bu evrimler bugünkü eğitim sisteminde ne işimize yarayabilir? Esasında yazımızın da esas maksadını bu soruyla ortaya çıkaracağız.
Başta da belirttiğimiz üzere dilin mucizesine kapılmak, günlük hayatımızda kullandığımız kelimeleri merak etmekle başlar. Beşerî olan her şeyin bir tarihi olduğu gibi kelimelerin de -bilimsel imkanlar elverdiği ölçüde- bir tarihi vardır. Bu tarih, Türk dili mevzubahis olduğunda daha da çeşitlenmekte ve derinleşmektedir. Çünkü Türkler, asırlar boyunca farklı medeniyetler inşa etmişler, imparatorluklar kurmuşlardır. İmparatorluk kurmak demek de farklı milletlerle her anlamda etkileşim halinde bulunmak anlamına gelmektedir. Bu etkileşimlerin en bariz yansıması da dilde gerçekleşmektedir. Farklı milletlerden alınan kelimeler, Türk dilinin en azından halk dilinde yaşayan haliyle çeşitlenmekte, bu çeşitlenmeler de beraberinde farklı hikâyeler doğurmaktadır.
Yazımızı biraz daha somutlaştırmak istersek belli başlı bazı örneklere yönelebiliriz. İlkokuldan liseye kadar Türk dili ve edebiyatı, öğrencilerin milli kültürlerini öğrenmeleri açısından önemli bir bilim ve sanat dalını ifade etmektedir. Bu alanda öğrencilere aktarılacak bilgi ve estetik birikimler, her zaman merak uyandıracak cinsten değildir. Nitekim ülkemizde sosyal bilimlerin (tarih, coğrafya, felsefe, Türk dili ve edebiyatı) derslerde işleniş tarzı (kullanılan teknikler vs.) öğrencilerin ilgi ve alakalarını etkilemektedir.
Daha çok sözel sunumla aktarılan bu derslerde zaman zaman teknolojiden zaman zaman da çevre uyarıcılardan faydalanmak mümkündür. Ancak ne olursa olsun bu derslerin ana tekniği sözel sunumdur. İşte bu noktada işi kelimelerle olan Türk dili ve edebiyatı öğretmenlerinin en azından “sözcükte yapı, ses bilgisi, sözcük türleri, sözcük grupları, şiir bilgisi” gibi konularda kelimelerin derin dünyalarını öğrencilere aktarmaları, öğrencilerin derse daha da ilgili olmalarını sağlayacaktır. Kelimelerin serüvenini iyi araştıran bir edebiyat öğretmeni, yeri geldiğinde kelimelerin hikâyelerini aktaracak, böylece öğrencide “Kelimenin bile bir tarihi, hikâyesi, değişimi var.” düşüncesinin doğmasını sağlayacaktır.
Kelimelere belirli kimlikler kazandıran ana unsur “millet”tir. Milletlerin beşerî hafızaları, kelimelere bir yandan kimlik kazandırırken bir yandan da onlara ruh katarlar. Kelimeler, sözcük grupları, cümleler bir milletin geçmişinden gelen birikimi anlattığına göre gelecek hakkında da ipuçları verirler. Bu noktada “Z kuşağı” denilen günümüz gençliğinin kelime hazineleri özellikle üzerinde durulması gereken bir konuyu ifade eder. Bu tabii ki başka bir araştırma konusudur. Ancak öz olan, gençliğe milli bir vicdanla yaklaşmak ve onları ne kadar zengin bir kelime hazinesi üzerinde yaşadığımızın idrakına erdirmektir.
Söz gelimi “Türk” sözcüğünü düşünün. Türkoloji okuyan birçok kimse gerçek anlamını bilse de sokağa çıkıp sorsanız anlamını bilen çok az insan çıkacaktır. İlk defa Orhun Kitabeleri’nde geçen bu sözcük bazı kaynaklarda Türük>Türk değişimine uğramıştır. Anlam olarak da türeyen, çoğalan millet anlamına gelir. Bazı kaynaklar ise Törük>Türk şeklinde alır ki bu da töresine bağlı millet anlamındadır. Yani Türkler, soy ismini bile örf,adet, gelenek ve göreneklere bağlılığından almıştır. Her iki ihtimal da bir derste öğrencilerde merak uyandırabilir. Şimdi şu deyime bakınız: “Haydan gelen huya gider!”. Bu deyim, bugün bir kazancı şayet hak etmeden elde ettiyseniz o kazanç bir şekilde çarçur olur anlamındadır. Ancak deyimin içerisinde geçen “Hayy” ve “Hû” kelimeleri, Allah manasındadır.
Deyimi bu şekilde düşündüğünüzde “Allah’tan gelen, Allah’a gider.” cümlesi ortaya çıkar ki bu da tasavvufî bir öğretiye işaret eder. Yaygın kullanım, halk dilindeki anlam değişmeleri zaman zaman bu deyimlerde olduğu gibi bizleri şaşırtabilir. Özellikle telaffuza bağlı değişimler, bu bakımdan ilgi çekicidir. Farsçada “Nerd-i ban” diye bir sözcük var. Bu sözcüğü Anadolu insanının bu şekilde telaffuz etmesi beklenemez. Bu sözcüğü Anadolu insanı almış, kendi telaffuz fıtratına uydurarak “merdiven” şekline getirmiştir. “Yenge” kelimesinin “yanı eke (yeni abla)” sözünden gelmesi; “amaç” sözcüğünün eski Türklerde “ok hedefi” anlamında kullanılması, “Hunhar” sözcüğünün aslında “Hun-hor (kan içen)”dan geldiğinin bilinmesi, içinde bulunduğumuz “oda” gibi yerlerde eskiden dedelerimizin de oturduğunu ama onların “otağ” dediğinin aktarılması, Türk dilini öğreten ve öğrenen herkeste bir şaşkınlık ve ilgi yaratacaktır.
Türk dili, ona gönül verenlerin ellerinde yükselecektir. Bu yükselişi sağlamak en başta sevgiyle olur. Dili sevmek, onu bilmekle doğrudan alakalıdır. Bilmek için de alanında çalışmalar yapmış akademisyenlerden yararlanmak gerekmektedir. Kelime kökeni veya deyim-atasözü hikayesi araştırmak için sadece “Google”a bakmak bilgi kirliliği yaratabilir. Bu noktada aşağıda verdiğimiz eserlerin tüm Türk dili sevdalılarına faydalı olacaktır:
Prof. Dr. Hatice Şirin, Sözcük Hikâyeleri (Sözlerde Saklı Kültür), Bilge-Kültür-Sanat Yay., 2019, İstanbul
Doç. Dr. Kerim Demirci, Oksford’un Öküzü (Kelimelerin Şaşırtıcı Kökenleri), Anı Yay, 2016, Ankara
Alp Paksoy, Kök (Kelimelerin Kökeni), 2019, İstanbul
Prof. Dr. İskender Pala, İki Dirhem Bir Çekirdek, Kapı Yay., 2005, İstanbul