İtalya’da başlayan aydınlanma tüm dünyaya yayılır ve bilim, sanat, tarih, edebiyat, arkeoloji, kültür gibi alanlarda tüm insanlığın hatta hümanizmin tavan yaptığı bir gelişim silsilesi yaşanır.
Bu aralar televizyonda bilinen bir firmanın sosyal sorumluluk projesine ait bir reklam filmine denk geldim. Birkaç versiyonu olan bu reklamların içeriğinde gereksiz, içi boş konularla meşgul olan gençlerin diyalogları yer alıyor. Reklamın sonunda ise “Konuyu değiştir “ sloganı damga vuruyor. Biraz da kültür – sanattan, tarihten, bilimden konuşalım diyor. Üstelik 1000 üniversite öğrencisine çeşitli kültür-sanat etkinliklerinde kullanılmak üzere belli bir meblağda kültür-sanat kartı hediye ediyor. Tek kelimeyle alkışlıyorum. Günümüzün hatta çağımızın en büyük sorunlarından birine ancak böyle yerinde bir sosyal sorumluluk projesiyle eğilebilinirdi.Umarım bu davranış diğer firmalar, sivil toplum örgütleri ve eğitim kurumlarına örnek teşkil ederek domino taşı etkisi yaratır.
“Her arz kendi talebini yaratır.”
Bir iktisatçı olarak ekonomide var olan bir kanundan bahsedeyim size. Jean – Baptiste Say tarafından ortaya atılan, diğer bir deyişle “Mahreçler Yasası” olarak da bilinen ” Say Kanunu” der ki: “Her arz kendi talebini yaratır.” Yani Türkçesi; piyasaya ne sürerseniz sürün muhakkak bir alıcısı vardır. 1929 Büyük Buhran döneminde pek de işlemeyen bu kanundan günümüze geri dönecek olursak özellikle kitleleri sürükleyen medya, sosyal medya gibi mecralara baktığımızda bu kanunun gerçekten de suyunun çıkarıldığını görüyoruz. Öyle ki; şişirilmiş balon misali paket kimlikler, içi boşaltılmış konuşmalar, davranışlar milyonlar tarafından tıklanır, izlenir hale gelir oldu. Hal böyle olunca tabi iş “her arz kendi talebini yaratır” dan çok “kör satıcının kör alıcısı olur” a döndü. Beğenilme arzusu, ünlü olma hevesi, ego ve reyting tatmini maalesef insanları özellikle gençlerimizi bu içi boş kimliklere özendirir oldu.
“Rönesans!!!” Korktuun mu?
Tarih derslerinden hatırlayalım. İstanbul’un fethinden sonra 15. yy’da yeni bir çağ açılır.“Aydın” lanma Çağı… İtalya’da başlayan bu aydınlanma tüm dünyaya yayılır ve bilim, sanat, tarih, edebiyat, arkeoloji, kültür gibi alanlarda tüm insanlığın hatta hümanizmin tavan yaptığı bir gelişim silsilesi yaşanır. Halkın okuması desteklenir, okuma yazma oranı en yüksek seyirdedir, insan düşüncesi, bilim-sanat en ön plandadır. En ünlü ressamlar, düşünürler, yazarlar, heykeltraşlar, mimarlar ve eserleri hep bu dönemde baş roldedir.
En ünlü hümanistlerden: Dante, Petrarca, Baccocio
ressamlardan: Leonardo da Vinci, Gioto, Rafaello, Gentile Bellini (Fatih Sultan Mehmet bu ressama portresini yaptırmıştır.)
mimarlardan: Michelangelo, Donetello, Ghiberti
bilim insanları ve düşünürlerden: Calven, Rabelais, Pleiade, Montaigne, Erasmus, Luther, Shakespeare, Cervantes, Kopernik
gibi isimler hala çağımıza eserleriyle ışık tutmaktadır. Öyle ki Rönesans etkisiyle Avrupa, Osmanlı ile arasındaki farkı azaltmaya başlamış hatta Avrupa Osmanlı’yı geride bırakmıştır. İşte kültür sanat bu kadar değerli, ekonomik ve siyasi gücü de beraberinde getiren bir hazinedir.
“Sanatsız kalmış bir toplumun hayat damarlarından biri kopmuş demektir.”
Ülkelerin gelişmişlikleri sadece sayısal büyükleriyle ölçülmez. İnsana, bilime, sanata, düşünmeye, fikirlere verdiği önemdir ülkeleri asıl geliştiren. İnsanların birbirine karşı gösterebildiği saygı, hoşgörü, düşünsel özgürlüğüdür. Kendi toplumumuza baktığımız zaman bu konuda çok geri kaldığımız aşikar. Zaten orana vurduğumuzda ne kadarımız en son hangi tiyatroyu, sinemayı, nerde ne çeşit sergiyi, konseri, takip ediyor ya da gidiyor? Hangi spor veya bilim alanında kimler ödül almış biliyoruz? Sonuç malumunuz… Ama hepimiz en son çıkan sosyal medya fenomenlerini ezbere biliyoruzdur!!
O yüzden artık bunları konuştuğumuz yeter. Haydi ” Konuyu değiştirelim”. Biraz da Kültür-Sanat konuşalım. Çünkü ;
“Sanatsız kalan bir toplumun hayat damarlarından biri kopmuş demektir.”
Gazi Mustafa Kemal Atatürk