Araştırmacı bireyler yetiştiremiyor olmamız ülkemizin eğitiminin belli başlı sorunları arasında yer almaktadır. Üniversite eğitimine başlamış bir öğrencinin bir konuda araştırma yapıp bilgileri özetleyebilme yeteneğinin olması gerekir. Fakat ne yazık ki, üniversitede okuyan öğrencilerin bile bir internet sayfasından bilgileri kopyalayıp yapıştırarak ödev hazırladığına sıkça şahit oluyoruz. İntihal programlarını kullanma ve benzerlik oranının belli bir yüzdeyi geçmesi durumunda ödevini değerlendirmeye almayıp doğrudan sıfır verme tehdidiyle bu bilgileri kendi cümleleriyle yazmasını sağlayabiliyoruz. Ama ödevi kendilerinin yapmalarını sağlamak da öğrencilerin araştırma becerilerini geliştirmeye yetmiyor.
Bir üniversite öğrencisinin asgari düzeyde araştırma becerisini elde edebilmesi için güvenilir kaynaklara ulaşıp bu kaynaklardan elde ettiği bilgiyi yorumlayıp kendi araştırdığı konuyla ilişkilendirebilmesi gerekir. Fakat kendi öğretim ve araştırma deneyimlerimden elde ettiğim sonuçlar ne yazık ki, öğrencilerimizin hangi kaynaklara güvenmesi gerektiğini bilmediğini ve yararlandıkları kaynaklardaki bilgiyi eleştirel düzeyde değerlendiremediklerini göstermektedir. Bir iddiaya yönelik farklı kaynaklardan bilgiyi teyit etme becerilerinin de gelişmemiş olduğunu söyleyebilirim.
İnternet ve sosyal medya kullanımının giderek yaygınlaştığı bu çağda öğrencilerin her ödevini kütüphanedeki kitapları okuyarak yapmalarını beklemek elbette çok gerçekçi bir yaklaşım değil. Ama öğrenciler internette hangi kaynağa güvenebilecekleri konusunda hiç bilgi sahibi değiller. Bir blog sayfasından alınmış cümleler ya da bir haber metni öğrencinin ödevinde bulunabiliyor ve öğrenci bu bilgiyi, doğruluğunu ve güvenilirliğini sorgulamadan ödevine olduğu gibi aktarabiliyor. Bu yüzden eğitimcilerin bu konuya ciddiyetle eğilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Higher Education dergisinin editörünün bir röportajını okudum. Editör İran, Hindistan, Pakistan ve Türkiye’den kesinlikle yayınlanamayacak yüzlerce makale geldiğinden, bunun sebebinin de bu ülkelerdeki yayıncılık kültürünün gelişmemiş olduğundan söz ediyordu. Bu çok acı, ama gerçek bir durum. Bunun en büyük sebebi, Türkiye için konuşacak olursak, tez danışmanlığının yetersiz olmasıdır. Tez danışmanları (bu işi hakkıyla yapan hocalarımızı tenzih ederim) her zaman yol gösterici olamıyor, hatta bazen kendilerinin bile yeterli yayını olmuyor. Tez danışmanları, geleceğin araştırmacılarını araştırmacı olarak yetiştiremezken üniversite ve elbette daha küçük yaş düzeyindeki öğrencilerin araştırma becerilerini geliştirmesini beklemek hiç gerçekçi olmaz. Ama bir yerden başlamak lazım, çünkü bu böyle devam edemez. Muasır medeniyetler seviyesine prestijli bir dergi editörünün röportajında kötü örnek olarak gösterilerek ulaşmamız mümkün değil.
Bu konuda her düzeydeki eğitimcinin bir şeyler yapmasının mümkün olduğuna inanıyorum. Örneğin, öğretmen ve öğretim üyeleri öğrencilerine kopyala-yapıştır şeklinde yapamayacakları, öğrencilerin bilgiyi değerlendirip kendi kararlarını tartıştıkları ödevler vermelidir. Bu tartışmalar da bilginin içeriği ile sınırlı kalmamalı, kaynakların güvenilirliğini de içermelidir. Bu ödevleri değerlendiren öğretmen ve öğretim üyelerinin değerlendirme ölçütleri çok açık ve net olmalıdır. Mümkünse her ödev için bir rubrik geliştirmek bu açıdan çok yol gösterici olacaktır.
Bir öğretmenin ya da öğretim üyesinin bunları yapabilmesi için onun kendi araştırma becerilerinin gelişmiş olması gerekmektedir. Bu nedenle ben öğretmen eğitiminin öncelikli olduğunu düşünüyorum. Çünkü geleceğin araştırmacılarını yetiştirecek öğretmenin de araştırma becerilerinin gelişmiş olması önemlidir. Hala öğrenim hayatı devam eden öğretmen ve öğretmen adayları, öğrenim gördükleri üniversitede yeterli kaynaklara sahip değillerse bile kaynakları daha zengin olan üniversitelerin kütüphanelerinden araştırma yapabilirler. Bunun yanı sıra, üst düzey dergilere gönderecekleri makaleler reddedilirken alacakları geri-bildirimin çok faydalı olacağını garanti ederim. Ben tanımadığım hakemlerin eleştiri ve önerilerinden çok şey öğrendim.
Formal öğrenimini tamamlamış öğretmenlerin bu anlamda işi daha zor. Bir eğitim kurumunda görev yapan ve herhangi bir araştırma sürecinin içerisinde yer almayan bir öğretmenin bir akademisyen kadar araştırmacı olmasına elbette gerek yok. Ama her öğretmenin alanıyla ilgili bilgileri güncel tutması gerektiğini, değişen çağda yeni nesle faydalı olabilmesi için alanıyla ilgili gelişmeleri takip etmesinin zorunlu olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle, en azından diğer öğretmenlerle iletişim halinde olmalı ve öğrencilerine vereceği eğitimin ders kitaplarıyla sınırlı kalmaması için internet ve diğer basılı yayınları takip etmelidir. Kısacası, öğretmenlerin yaşam boyu öğrenen bireyler olması gerekir. Güncel bilgiyi takip eden bir öğretmen bilgi ve kaynak güvenilirliği konusunda öğrencilerine daha faydalı olacaktır.
Özetle, ülkemiz feodal toplumdan sanayi toplumuna geçememiş iken birden bire büyük bir hızla bilgi toplumuna ayak uydurmaya çalışmaktadır. Bu tabii ki sancılı olacaktır. Ama bilgiye, öğrenmeye ve araştırmaya açık bireyler olursak ve bu özellikteki bireyleri yetiştirebilirsek çağın gerisinde kalmayız.