Nietzsche ’de bağlam ve perspektifin önemi oldukça büyüktür. Onun genel felsefi projesinin en üst amacı “yaşam”dır, yaşamı olumlamak, yaşama evet (ja) demektir. Perspektivizm, Nietzsche’nin felsefesinin yöntemsel bir konumu olarak kabul edilir. Onun anlamıyla perspektivizm, metafizikten uzak, metafizik olmayan bir felsefe yöntemidir.
Friedrich Nietzsche, yaşama “hayır” diyen, kendisinden önceki gelenek olan Platonik Hristiyan Metafizik’ e karşı çıkmış, onların görüşlerini şiddetle eleştirmiştir. İki adet dünya olduğunu savunan Nietzsche’nin düşmanları yani Platonik Hristiyan Metafizik’ e göre bu dünya yalan, saçma ve anlamsız bir görüngüler dünyası iken, gerçek olan idealar dünyasıdır bu yüzden de bu dünyaya “hayır” demiş ve bu dünyada yapılan her şeyin başka bir dünya için yapılan araçlar olduğunu savunmuşlardır. Onlara göre, hakikat Tanrı’ya bağlıdır. Tanrı’nın bu dünyayı yaratması başka bir şeydir. “Bizler yasak meyvenin sonucu varız, bu dünyanın ilk günahlarıyız, burası hastalıklı, imtihanlı bir dünya ve kurtuluşun gerçekleşeceği, bedenin ruhtan ayrılacağı bir dünya vardır. Bedensellikten kurtulduğumuz zaman ancak gerçekliğe kavuşacağız” düşüncelerindedirler. Tüm bu görüşleri reddeden Nietzsche, otomatikleşmiş bu geleneği asla kabul etmemiştir çünkü onun esas gayesi yaşamı, bu dünyayı olumlamak, anlamlandırmaktır.
“İnsan anlamlı acıya koşarak gider” diyen Nietzsche, acının bir anlamı olduğu sürece yaşam da anlamlıdır görüşünü savunmuştur. Başka bir dünya için de olsa bizler bu dünyaya değer veriyoruz. Hristiyanlıkta acı çekmek güzel ve değerlidir bu bakımdan Hristiyanlık diğer dünya için de olsa bu dünyayı bir anlamda anlamlı kılar.
“Tanrı öldü” (Gott ist tot) sözü ile düşünür aslında bugüne kadar Tanrı’nın anlamlı kıldığı dünyayı Tanrı’dan bağımsız hale getirmiş ve “nihilizm”in doğuşu da bu şekilde gerçekleşmiştir. Geleneksel olanın yıkılmasıyla ve bilimin gelişmesiyle her şey zayıfladı ve böylece inananların kalbinde Tanrı öldü yani bilimsel bilgi, dini bilginin önüne geçti. Tam da bu noktada, Tanrı’nın ölümüyle onun anlamlı kıldığı dünyanın boşluğa düşmesi, Nietzsche’ye hayatı, bu dünyayı anlamlı kılmasında ve yeni değerler ortaya koymasında bir yol oldu. “Artık başınızı kutsal şeylerin gizine gömmeyin. Tersine onu özgürce yaşayın. Yaşama anlam kazandıran bir kafa taşıyın” (Böyle Buyurdu Zerdüşt s. 32)
Tanrı’nın boşluğunu dolduran olgu, aydınlanmanın devamı olan bilim oldu ancak o dönemin bilimi bugünün bilimi gibi değildi. Bilim her şeyin ilacı, tek hakikat gibi görülüyordu. “Bilim her şeyi çözer, bilimin bilemeyeceği şey yok” gibi bir algı vardı. Dogmatik ve perspektiften uzak bu “bilim” olgusuna Nietzsche, elbette karşı çıktı ve bilime “Bunu yapabiliriz diyorsunuz. Yaptınız mı ki söylüyorsunuz?” diye sordu. Nietzsche hakikate değil, yaşama değer veren bir düşünürdü. Bilime asla karşı değildi, yalnızca bilimsel düşüncenin kutsanmasına karşıydı. Bilimsel düşünce hakikati kutsayan bir düşünceydi ve perspektif değildi bu nedenle Nietzsche, “Hakikat, yaşamı desteklediği, bilim de yaşamı desteklediği sürece değerlidir” diyerek yaşamı anlamlandırmanın esas amaç olduğunu kanıtlamıştır.
Öte yandan Nietzsche, Apollon ve Dionysos’u hayat kavramını örneklemede kullanır. O, aynı zamanda bir filolog olduğundan, eski Yunan eserlerinden oldukça etkilenmiştir. Apollon; şekil veren, düzenleyen, uyum ve kontrolün tarafını simgelerken, Dionysos; taşkınlık çıkaran, amoral, tutku ve coşkunun tarafını simgeler. Nietzsche’ye göre bu iki öge arasındaki çekişme ve savaş hali hayattaki ve tabiattaki uyumu sağlayan şeydir. Bir başka durum da Nietzsche’nin Apolloncu geleneğe karşı çıkmasıdır. Onun yorumlarında Apolloncu etki Dionysoscu etkiden ayrı düşünülemez. Bu nedenle Nietzsche Sokrates tarzı diyalektiğe karşı çıkmıştır. “En tuhaf ve zor sorunlarında bile yaşama “Evet” diyebilmek, en yüksek tiplerin kurban edilmesinde bile, kendi tükenmezliğinden sevinç duyan yaşam istemi; Dionysosça dediğim şey işte bu.” (Ecce Homo, Tragedya’nın Doğuşu Bölümü s. 3)