Cüceloğlu bu kitabı öğretmenin gizli gücünün farkına varılması amacıyla yazmıştır. Kitap bizlere oldukça farkındalık yaratmanın yanı sıra geçmişe götürerek sıralara oturtmakta ve geleceğe giderek öğrencilerle kavuşturmaktadır. Yazar kitapta iki temel kültür anlayışına değinmiştir. Bunların bir tanesi denetim odaklı korku kültürü ki bu ceza ve şiddetle çocukların ya da bireylerin terbiye alacağını düşünen bir sistemdir. Diğeri ise gelişim odaklı değerler kültürüdür. Bu kültürün kaynağı sevgidir ki bu yüzden her daim olumlu sonuçlarla geri dönüşüm sağlar. Peki iki kültür anlayışının da geri dönüşleri nasıldır? Bu yazımda kitabı yorumlayarak bunlara değinmek istedim.
Bir öğretmenin yaşamı kendine özgüdür. Öğretmen korku kültüründen geldiyse korku kültürünü uygulaması muhtemeldir ama gelişim odaklı kültürden geldiyse sevgiyi aşılması çok büyük ihtimaldir. Kitapta birçok kişiden mesajlar bulunmaktadır yazar bu mesajları çok güzel bir şekilde incelemiş okuyucuya sunmuştur. En başta şunu anlıyoruz ki öğretmenlik mesleği sevmeyen birinin yapabileceği bir meslek değil. Öğretmenlik en başta sevgi, saygı, ön yargısız yaklaşım, empati, merhamet ve anlayış gerektiren bir meslek. Ön yargılı öğretmenlere baktığımızda öğrencide ömür boyu süren kalıcı izler barındırmaktadır. Sebebini bilmeden yargılamak kolaydır evet ama öğretmenin yargılaması çok ciddi bir sorundur. Öğretmen dinlemeyi en önemlisi anlamayı sağlarsa işte o zaman öğrencinin zihninde kalıcı bir iz bırakır. Cüceloğlu bir yerde çok güzel bir noktaya değinmiştir.
Su hastaysa zaman içinde sudaki balıklar da hasta olur. Tek tek balıkları iyileştirmeye çalışmak iyi bir strateji değildir. Suyun kirliliğiyle ilgilenmek ve suyun kirliliğine öncelik vererek bu duruma çare bulmak gerektiğini söylerim.
Bu hep böyle ilerlemektedir. Annenin sorunları varsa çocuklarının da sorunları olur, öğretmen isteksiz ve cezaya dayalı ise öğrencileri de isteksiz olur. Bizlerin görevi bu döngüyü kırarak suyu temizlemektir.
Öğretmenle öğrencinin göz göze geldiği bir an vardır. Bu ana kitapta potansiyel gelişim anı diyorum.
Kitapta da çok fazla değinilen anda kalma durumu öğrenci için de öğretmen içinde çok önemlidir. Çünkü bir kişiyi anda yaşadıkları değerli kılar. Varlığını hissettiği o anlar, o dokunuş, o bakış, duygusal ve zihinsel süreç öğrenci için bir kişiliğin inşası demektir. Öğrenciye bilgi aktarırken kalıplayıcı bilgilere uygun davranmasını istemek öğrencinin sadece anı kurtarmasını sağlar ki asla istenilen bir durum değildir fakat geliştiren eğitim amacına göre öğrenci kendine özgü bir birey olarak kendini tanımaya ve geliştirmeye önem verir. Böyle bir yöntem de öğrenci yaşamının anlamını daha iyi kavramış olur. Gerek öğretmen gerek ise yönetici olsun öğrencinin fiziksel engel durumu, ekonomik durumu, temiz olması, terbiye durumu, başarı ya da başarısızlığı, güzel ya da çirkin olması ile ilgilenmemeli ve buna göre değerlendirmemelidir. Önemli olan öğrencinin var olması ve öğrenciyi “insan” olarak görebilmektir. Kitapta o kadar değerli öğretmenler gördüm ki olumsuz yorumlarda yer alan öğretmenler aklıma bile gelmiyor. Öğretmen demek; gerektiğinde anne gibi bakmak ve sevmek gerektiğinde baba gibi korumakmış. Bir insan kendisini önemseyen ve ona saygı duyan öğretmenini hiçbir zaman unutmaz ve bunu sağlayan öğretmen tüm insanlığa değer vermiş olur. Kitapta öğretmen olmanın niyeti başlığı altında öğretmenin sınıfa girişindeki ve öğrencilere bakışındaki niyetlere çok güzel değinilmiştir.
İnsanda hangi gereksinim baskınsa, şimdi ve burada ile dünya o gereksinime gözlüğünden algılar.
Eğer bir öğretmen sınıfa girdiğinde sınıfındaki öğrencilerine başarılı ve başarısız öğrenci ile yaklaşırsa niyeti bu olursa kaybı da çok olur ama bir öğretmen sınıfa girdiğinde tüm öğrencilerine eşit bir niyet ile yaklaşırsa geleceğe büyük değerler hazırlamış olur. Kendini yukarıda görmeyen ve mevkisi ile övünmeyen yani korku kültürün üyesi olmayanların niyetleri bellidir onlar değerler çerçevesinde sorumluluklarını bilir ve sevgi saygı hazinelerine sahip olurlar. Korku kültürüne ait olanlar ise otorite figürü üzerinde yoğunlaşır ve özgünlükten uzaklaşır.
Bu kitapta okuduğunuz mektuplarda, öğrencisine karşı şiddet uygulayan öğretmenlerin içlerinde utanca boğulmuş bir iç çocuk vardır.
Burada da anlaşıldığı gibi aslında öğretmenin öfkesi öğrencisine değil kendisinedir ama zararı alan ve kalıcı izi kapan öğrencidir. Öğrenci için iletişimin önemi büyüktür sadece sözlü olarak değil sözsüz olarak yapılan iletişimde beyinde çok yer edinir ve kişi ona göre tedbir alır. Sert görünümlü ve asık suratlı bir öğretmene karşı öğrenci sevgi gösteremez ve o derse aktif katılım sağlayamaz. Çünkü öğretmen sevilmez ve benimsenmezse derste sevilemez. “mevki, makam ne kadar yükselirse yüz o kadar asılır.” Denetim odaklı korku sisteminde bu böyledir. O kadar deneyimlerle doğru ki, bu kişilerle iletişim kurmak bile zorlaşıyor çünkü hep yanlarında tutukları bir duvarları oluyor.
“Yapılan çalışmalar gösteriyor ki kendisinden güçlü, çekindiği biriyle etkileşim içinde olan ve sevilmediğini hisseden çocuğun hipotalamusu alarm durumuna geçip tehlike işareti veriyor ve kortizol hormonu tüm sistemi savunma haline sokuyor. Bu durum bağışıklı sistemini çökertiyor.”
Bu yüzden ki öğretmenin öğrenciye yaklaşımı, bakışı ve öğretmen oluşunu otorite olarak değil iyi bir öğretici olarak sağlaması önemlidir. Sınıfa güler yüzle giren ve kendi otoritesine sürekli olarak vurgu yapmayan, disiplinini güç sağlamayarak öğrencilerine hissettiren bir öğretmen ile disiplinini korku ve güçle hissettiren öğretmenin öğrenci üzerinde bıraktığı etki aynı olmayacaktır.
“İlişkide insanın iki doğasından söz edilir. Bunlardan biri sosyal konumu belirten kimlik buna YÜZ doğası diyeceğim, insanın bir de iç dünyası, özü vardır. Buna insanın CAN doğası diyeceğim.” YÜZ YÜZ ilişkisi korkuya dayalı bir ilişkidir ama CAN CAN ilişkisi etkili olan sevgiye dayalı bir ilişkidir. “Bir bebek doğumundan sonra kucaklanıp kendisiyle konuşulmazsa ilk üç ay içinde çeşitli hastalıklar görülür ve ölür.”
Bir bebeğin, çocuğun, öğrencinin, bireyin sevilmesi sağlıklı bir dünya için şarttır. Öğrencilere adıyla seslenilmesinin yanında onları hataları ile de sevdiğimiz hissettirilmelidir. Çocuk başkaları ile değil sürekli kendi ile yarıştırılmalıdır. Bu gelişim odaklı bir kültürdür. Unutulmamalıdır ki öğrencinin öğretmene muhtaç olduğu kadar öğretmende öğrencisine muhtaçtır. Burada önemli olan nokta ben duygusundan ziyade biz duygusunu hissetmektir. Bu sayede sevildiğini hisseden öğrenci güçlenir ve cesaretlenir ama tam zıttı sevilmediğini hisseden öğrenci hayatında hep bir eksiklik hisseder. İyi bir öğretmen öğrencilerinin isteklerini bilmeli ve öz eleştiri almalıdır diye düşünüyorum. Bunu yaptığımız takdirde öğrenciden geri dönüt alır ve değerlendirilmiş oluruz. En başta öğretmenin kendini sevmesi gerekmektedir bu durumda, çünkü kendini sevmeyen öğretmen başkasını sevemez başkasını sevemeyen öğretmen değerlendirilmek istemez. Öğrenciler cesaretlendirildikçe kendilerini savunurlar ve var olduklarını hissederler bu yüzden onlara bu bireyselleşme fırsatı verilmeli ve güven duygusu hissettirilmelidir. Son olarak şuna değiniyorum “ öğretmenini ihmal etmiş bir eğitim sistemi, öğrencisini ihmal etmiş bir eğitim sistemidir. Öğrencisini ihmal etmiş bir eğitim sistemi, ülkenin geleceğini ihmal etmiş bir eğitim sistemidir. Her geçen yıl ülkeye fayda yerine zarar verir. “ burada en baştaki konuya dönüyoruz balıklarla tek tek ilgilenmek yerine suyu değiştirmek gerekir. Bunu başarabildiğimizde gerçekten iyi bir gelecek inşa edeceğiz. Bunun için eğitim fakültelerine öğrenciler alınırken sadece sınav ile değil kişilik özelliklerine göre de alınmalıdır. Unutulmamalıdır ki sevgi geçmiş gelecek ve şimdinin yapı taşıdır.
Değerli okurlarım eğer kitap hakkında biraz dahi güzel bir izlenim bırakabildiysem ne mutlu bana. Eğer kitabı okumadıysanız kesinlikle okumanızı tavsiye ederim. Herkesi eğitim serüveninde bir yolculuğa çıkaran bu kitap, okuyucusuna bilhassa öğretmen adaylarına çok katkı sağlamaktadır.