Türkiye’de eğitimde fırsat eşitliği, yıllardır tartışılan ancak tam da çözülemeyen bir mesele.
Özellikle son yıllarda, devlet okullarıyla özel okullar arasındaki uçurum giderek artıyor.
Bu farkın temel göstergelerinden biri ders içi süre.
Devlet okullarında öğrencilerin, genellikle günlük 5 saatlik bir ders programı varken, özel okullarda bu süre 8 – 10 saate kadar çıkabiliyor.
Peki, bu şartlarda bir devlet okulu öğrencisinin, özel okul öğrencisiyle aynı sınavlara, aynı geleceğe hazırlanması ne kadar adil?
Bu soru yalnızca bir eğitim sorunu değil; bir sosyal adalet ve toplumsal eşitlik sorunudur.
Devlet okullarında görev yapan binlerce öğretmen, sınırlı imkanlarla büyük işler başarmaya çalışıyor. Fakat ne yazık ki sistemsel yapı, bu çabaları çoğu zaman gölgede bırakıyor.
Günlük ders süresinin sınırlı olması, müfredatın sıkışmasına, kazanımların yüzeysel geçilmesine ve öğrencilerin ihtiyaç duyduğu tekrar veya derinlemesine öğrenme fırsatının azalmasına yol açıyor.
Diğer yandan özel okullar, daha uzun ders saatlerine ek olarak etüt programları, birebir destek çalışmaları, deneme sınavları, mentorluk sistemleri ve psikolojik danışmanlık gibi pek çok destekleyici hizmet sunuyor. Bu da özel okul öğrencilerinin hem akademik hem duygusal olarak daha donanımlı yetişmesini sağlıyor. Bir başka deyişle, aynı sınava giren öğrenciler çok farklı kulvarlarda koşuyor.
Buradaki asıl problem, öğrencilerin kişisel potansiyellerinin bu sistem farkları nedeniyle geri planda kalmasıdır. Devlet okulunda okuyan, son derece zeki ve istekli bir öğrenci; sadece günlük 5 saatlik kısıtlı eğitim ve destek yetersizliği yüzünden hak ettiği başarıya ulaşamayabiliyor.
Sınavlarsa bu eşitsizliğin üzerini örtüyor.
90 soruluk bir test, öğrencinin hayatındaki sosyoekonomik engelleri ya da eğitim süresindeki farkları dikkate almıyor.
Bu durumun uzun vadeli sonuçları oldukça düşündürücü.
Devlet okullarında okuyan milyonlarca öğrenci, sistemin sunduğu sınırlarla yetinmek zorunda kalırken; özel okul öğrencileri, sadece daha fazla ders değil, aynı zamanda daha iyi bir gelecek için daha fazla fırsat elde ediyor. Bu tablo, eğitimde sınıf farkını derinleştiriyor ve toplumda yeni eşitsizlik katmanları oluşturuyor.
Çözüm tabiki yalnızca ders saatini artırmakla sınırlı değil. Ancak bu temel fark bile, devlet okullarının nasıl bir dezavantajla mücadele ettiğini gözler önüne seriyor. Ders saatlerinin arttırılması, öğretmen desteğinin güçlendirilmesi, etüt sistemlerinin yaygınlaştırılması ve okul sonrası destek programlarının geliştirilmesi gibi adımlar, devlet okulundaki öğrencilerin rekabet gücünü artırabilir.
Eğitim, yalnızca bireylerin değil, toplumun geleceğini belirler. Bu yüzden eşitlik ilkesi, sadece bir ideal değil; aynı zamanda bir zorunluluktur. Eğer gerçekten eşit bir gelecek istiyorsak, devlet okullarının özel okullarla yalnızca ideallerde değil, uygulamada da rekabet edebileceği bir sistem kurmak zorundayız. Aksi halde, sadece sınav sonuçlarına değil, çocuklarımızın umutlarına da haksızlık etmiş oluruz.
Çözüm de çok zor değil aslında.
Bu tablo karamsar görünse de değiştirilemez değil. Devlet okullarının ders saatleri esnekleştirilebilir.
Devlet okullarındaki 5 saatlik günlük ders süresi, birçok konunun yüzeysel işlenmesine yol açıyor. Okullara, ilave etüt saatleri ya da geliştirme saatleri eklenerek öğrencilerin ihtiyaçlarına göre bireysel veya grup çalışmaları yapılabilir.
Bu saatler, zorunlu değil; gönüllülük esasına dayalı olabilir. Özellikle sınav yılı olan 8. ve 12. sınıflar için bu destek büyük fark yaratacaktır.
Okul sonrası akademik destek programları kurulabilir.
Birçok özel okulda olduğu gibi, devlet okullarında da “akademik destek kulüpleri” kurulabilir. Bu kulüpler, öğretmenlerin rehberliğinde öğrencilerin zorlandığı konulara tekrar odaklandığı, deneme sınavları çözdüğü, soru çözüm tekniklerini öğrendiği alanlar olabilir. Bu kulüpler için bakanlık destekli kaynak kitaplar ve materyaller hazırlanabilir.
Öğretmenlere ek destek ve teşvik verilebilir.
Devlet okullarında öğretmenler büyük bir özveriyle çalışsa da ek mesai gerektiren çalışmalar için zaman, motivasyon ve kaynak eksikliği yaşanıyor.
Bu yüzden, gönüllü olarak ek ders yapan öğretmenler için hem maddi hem manevi teşvik sistemleri kurulmalı. Bu teşvikler; performansa dayalı primler, sertifikalı eğitimler veya kariyer gelişim fırsatları şeklinde olabilir.
Ya da diijtal eğitim platformları yaygınlaştırılabilir.
Öğrencilerin okul dışı zamanlarını verimli değerlendirebileceği, MEB onaylı dijital platformlar daha etkili kullanılabilir. Bugün bazı uygulamalar olsa da erişilebilirlik, güncellik ve rehberlik açısından yeterli değiller. Devlet destekli, kişiselleştirilmiş yapay zeka tabanlı öğrenme sistemleriyle öğrencilere bireysel öğrenme imkanı sunulabilir.
Psikolojik destek ve rehberlik hizmetleri güçlendirilebilir.
Özel okullarda her öğrenciyle bir rehber öğretmen ilgilenirken, devlet okullarında bir rehber öğretmen yüzlerce öğrenciyle ilgilenmek zorunda kalabiliyor. Oysa sınavlara hazırlık sürecinde psikolojik destek ve motivasyon ,akademik bilgi kadar önemli.
Rehberlik hizmetlerinin güçlendirilmesi, öğrenci-veli-okul üçgeninde farkındalık yaratılmasını sağlar.
Sosyal sermaye farkı kapatılmalı mesela.
Öğrencilerin yalnızca sınav başarısına değil, genel yaşam becerilerine yatırım yapılmalı. Proje tabanlı öğrenme, kültürel geziler, spor ve sanat etkinlikleri gibi uygulamalar özel okullarda bir standartken, devlet okullarında çoğu zaman bütçe ve zaman yetersizliği nedeniyle erteleniyor.
Bu faaliyetler öğrencinin öz güvenini, iletişim becerisini ve dünyaya bakışını geliştirir.
Devlet okullarının, özel okullarla yarışabilmesi için bir tek okul binası yeterli değil. Daha fazla zaman, daha fazla destek ve daha fazla rehberlik gerekiyor.
Eğitim, bir ülkenin geleceğini inşa ederken kullandığı en güçlü araçtır. Bu yüzden, tüm çocukların bu yarışa eşit koşullarda başlaması, yalnızca bir ideal değil,
bir zorunluluktur.