Her dilin iki temel kuralı vardır: tasarruf ve anlaşılırlık. Tasarruf, dildeki sözcüklerin bir nevi hızlanan günlük yaşama ayak uydurabilmek adına kısalması; anlaşılırlık ise bu kısalma gerçekleşirken eski anlamını kaybetmeyeceği oranda olmasını sağlamadır. Örneğin, eski Türkçedeki “men kelür ermiş men” ifadesi günümüz Türkçesinde “gelirmişim” şeklini; “tabışkan” ifadesi de “tavşan” şeklini almıştır. (İngilizcedeki “do not” = “don’t” gibi) Günümüzde kullandığımız çoğu çekim ekinin eski dilde kelime halinde olup sonradan ekleşmesi de bu ilkeler sayesinde gerçekleşmiştir. (Yukarıdaki örnekte yer alan “ermiş” = “-miş” gibi)
Peki günümüzdeki durum nedir? Bu kurallardan özellikle anlaşılırlık ilkesini göz ardı edip neden “değil mi” yerine “dimi”, “selam” yerine “slm”, “ne haber” yerine “naber” diyoruz? Bir de bunlar yetmiyormuş gibi Türkçesi varken “full, security, global” gibi İngilizcelerini kullanıyoruz. En fazla 100 senelik aciz bir ömrümüzle neden yaklaşık 8500 yaşında bir “dev”e -dilimize- kafa tutuyoruz? 400-500 senelik mimari ve tarihi eserlerimize gözümüz gibi bakarken neden binlerce yıllık, en büyük mirasımıza ihanet edip sahip çıkmıyoruz?
Demem o ki bir an önce aklımızı başımıza devşirip, dilimiz bize gücenip bizden vazgeçmeden önce onun gönlünü alalım; kafa tutmak yerine başımızın üstünde taşıyalım.