İnsan doğduğu andan itibaren etrafında duyduğu sesleri taklit etmeye çalışır. Bu bilişsel olabileceği gibi refleksif de olabilir. İnsan konuşma yeteneğine sahip donanımlarla doğar. Bu donanımı harekete geçirecek olgunluğa eriştiğinde ise konuşmaya başlar.
İlk ihtiyaç duyduğu insan ise ebeveynleridir. Zamanla ihtiyaçları artar. Buna bağlı olarak da kelime sayısı artar. Bu içinde yaşadığı coğrafyaya bağlı olarak şekillenir. Hayatı kuşatan her neyse onun seslerinin kendinde yarattığı çağrışımlara bağlı olarak gelişir.
Ebeveyn bu ihtiyacın farkında olmalı ve çocuğun ihtiyaç duyacağı her kelimeyi ya hissettirmeli ya da onu doğrudan aktarmalıdır. Dil canlı bir anlaşma aracıdır. Şöyle bir tanımlama getirenler de olabilir. Dil korunması ve geliştirilmesi gereken yaşamsal bir dizgedir. Bu da kabul edilebilir bir savdır ve doğruluğu şüphe götürmez bir değerlendirmedir. O halde dil bilinci ve dili kullanma becerisi nasıl aktarılmalıdır?
Elmayı bize sevdiren ve elmanın hizmetçisiymişiz gibi ona hizmet ettiren duygu ne kadar yaşamsalsa dil ihtiyacı da en az o derecede vazgeçilmezdir. Elma kendi kendine büyümeyeceği ve meyve vermeyeceğini bildiğimiz halde dilin kendi kendine büyüyüp olgunlaşmasını beklemek gerçekten tutarsız ve temelsiz bir o kadar da hevayı hevestir. Elma bahçesinde kaç ağacımız olduğu ve ne kadar meyve vereceği bilgisine sahipken dilimizin kaç kelimeyle konuşulduğunu bilmemek acı vericidir.
Kelimeler ihtiyaçlardan doğar. Peki bir insanın daha dar bir ifadeyle öğrencilerimizin kaç kelimeye ihtiyacı vardır?
İki bin yirmi iki yılında yapılan bir araştırmaya göre ülkemizde öğrencilerimizin birinci sınıftan on ikinci sınıfa kadar yaklaşık iki bin kelime ile karşılaştığı* saptanmıştır. Yüzde yüz hata payı olsa bile dört bin kelime. Yaklaşık yüz yirmi bin kelimeden oluşan Türkçe için çok komik bir rakamdır. Bu sayının bazı ülkelerde yetmiş bine kadar çıktığı bilgisini eklediğimizde durumun vahameti daha açık bir şekilde ortaya çıkacaktır.
Toplumların yaşam kalitesini artıran müverrihlerin sayısı artmalıdır. Evet, çok kabul edilebilir bir ve desteklenebilir bir tezdir bu. İki bin kelime ile düşünen bir insanın katma değer yaratması nasıl beklenebilir? Çünkü iki bin kelime gündelik hayatın yaşamsal sorunların çözmeye anca yeter. Yaşamsal sorunlarla boğuşan bir bireyden soyut ürünler üretmesini bekleyebilir miyiz?
Dil geliştikçe medeniyet gelişir. Bunun aksini ispatlayacak bir argüman henüz geliştirilmedi. Basit bir dille toplumuna katma değer katacak düşün insanları da henüz doğmadı. İnsanlık medeniyetine yön vermiş ilk çağ uygarlıkları bile bugün onlardan bize kalan belki de onların kırıntısı olan bazı somut kalıntılardan yola çıkarak dillerine olan özenlerinden ileri gelmiştir. Tekerlek ki bence tarihin bize bıraktığı en büyük mirastır, bu dil sayesinde bize ulaşmıştır.
Tekerlek örneği belki somut anlamıyla maddi bir varlıktır. Ben daha çok o tekerleği tasarlayan yani onu dizaynını zihninde soyutlamayı sağlayan dilin zenginliğine bağlıyorum.
*karşılaşma; kişinin o şeyi anlaması, içselleştirmesi ve belli düzeyde ondan yarar sağlaması.
En ilkel olandan en ileriye kadar bütün silahlar yine soyutlama yeteneği olan zihinler tarafından imal edildi. Bugün pekâlâ bütün ekonomik aygıtlar bir silah olarak kullanılabiliyor ve caydırıcı olma özelliğini en az silahlar kadar etkili bir şekilde kullanabiliyor. O halde şöyle bir çıkarımda bulunabiliriz; soyutlama yeteneği gelişmiş toplumlar silah kullanmadan yani savaş aygıtlarını kullanmadan da etkili bir savaş yürütebilirler.
İnsana soyutlama yeteneği kazandıran en önemli etken dili kullanma becerisidir. Bu çoğu zaman, daha da ileri götürürsek her zaman bildiği kelime sayısıyla doğru orantılıdır. İki bin kelime ve yetmiş bin kelime belki de zihnimizi açan bir örnek olur.
Savaş örneği bilinçli olarak kullanılan bir kelimedir. Savaş toplumlar arasında olabileceği gibi kişinin doğaya karşı verdiği mücadele de olabilir. (eğer kazanırsak kaybedeceğiz vecizesi ayrı bir tartışma konusudur.) insanın mağaralardan çıkıp yerleşik düzene geçmesi yine soyutlama yeteneği gelişmiş bir mimarın eseridir. İnsan kendini koruyacak dört duvar örme fikri ilk ne zaman ortaya çıktı sorusu daha sonra irdelenmelidir.
İnsan kelimeler ve görüntülerle düşünür. Kavramların içini dolduran yine kelimelerdir. Bir sır ile inşa edilmiş evrenin şifrelerini çözmek yine bir soyutlama gerektirir. Evrenin en küçük yapı taşından başlayarak büyük binayı hayal etmek kim bilir ne muazzam bir histir. Kısıtlı bir varlık olan insan kendi kısıtlarını aşarak bu güzel manzaraya ulaşmasını sağlayan şey soyutlama yeteneğidir. Herkesin gördüğü şeyi bilimsel bir temele oturtmak yine böyle bir zihin sayesinden olmuştur.
Anne diyen bebek büyüdü. Bu elma neden başıma düştü diye bir soru sordu. Kim bilir bu bahçede daha kaç tane elma vardır. Kim bilebilir?