Zamanın birinde padişahlardan biri ava çok düşkünmüş. Sürekli ava gider ve giderken mutlaka yanında vezirini de götürürmüş. Bir gün padişahla veziri yine ava gitmişler. Ama nasıl olduysa olmuş, vezir av sırasında yanlışlıkla padişahın tek parmağını kılıcıyla kesmiş. Padişah çektiği acının etkisiyle çok sinirlenerek hiddetlenmiş ama vezir “Padişahım her işte vardır bir hayır” demekle yetinmiş. Padişah daha çok sinirlenmiş bu duruma “bunda ne hayır olabilir ki?” diyerek çok sevdiği vezirini zindana attırmış.
Aradan zaman geçmiş, padişah ava çıkmaya devam etmiş. Günlerden bir gün yine ava giderken padişah ve yanındakilerin yolunu bir kafile kesmiş ve bu kafile et yiyen bir kafileymiş. Herkesi yakalamışlar ancak padişaha dokunmamışlar. Çünkü insan eti yiyen bu kafile vücudunda herhangi bir noksanlık olan kimseyi yemezmiş. Padişahın da vezirin kestiği parmak sayesinde hayatı kurtulmuş.
Padişah saraya döner dönmez zindandaki vezirini serbest bırakıp huzuruna çağırmış. Başına gelenleri tek tek anlatarak af dilemiş. “O gün parmağımın kesilmesiyle sen benim hayatımın kurtulmasına vesile oldun aslında” demiş. Vezir ise “Padişahım her şeyde vardır bir hayır ” diyerek parmağını kestiği günde olduğu gibi yine sakinlikle devam etmiş:
“Siz canınızı sıkmayın, ben sizi affettim. Sizin parmağınızın kesilmesi kadar benim de zindana atılmamda varmış bir hayır” demiş.
Padişah ise “ben seni zindana attırdım, hayır bunun neresinde?” diye şaşkınlıkla sormuş. Vezir de “Padişahım, eğer siz beni zindana attırmasaydınız ben de o gün ava sizinle gelecektim ve benim vücudumda hiçbir noksanlık olmadığından ben de orada ölecektim. Bu sebeple sizin beni zindana attırmanızda da hayır vardır” demiş..
Kıssadan hisse bu hikâyede başımıza gelen her olayda, olayın oluş biçiminden çok bizim onu yorumlama biçimimizin hayatımızı ne derece etkilediği özetlenmektedir. Tüm yaşamımız boyunca iyi ya da kötü görünen pek çok olayın aslında iyiliği ve kötülüğü genellikle an içinde değil de zaman içinde anlaşılırken, olay sırasındaki hislerimiz ve tepkilerimiz bizim hayata karşı duruşumuzu gösterir. Biz tepkilerimizi genellikle duygularımıza göre veriyoruz ya da yaşam içinde aldığımız tepkilere göre duygularımız oluşuyor. Olayların pek çoğunu unutsak da yaşadığımız duygular duygu hafızamızda depolanıyor. Benzer olaylar yaşadığımızda hafızamızdaki duygulara göre benzer tepkiler geliştiriyoruz. O nedenle duygu durumumuz ve duygu hafızamız çok önemli. Umut ve iyimserlik bizim seçimimizdir. Aynı olayı yaşayan insanların farklı tepkiler göstermesi onların olaylar karşısındaki duygularını kontrol etme becerilerine bağlıdır. Yaşam içinde beklenmedik durumlara, gerginlik, stres ya da kaygı yaratan olaylara çoğunlukla engel olamayız, ancak bu olaylara karşı tepkilerimizi değiştirebilir, yani duygularımızı kontrol edebiliriz. Günlük hayatta duygular iyi yönetilemediği zaman insanı çıkmaza sürükleyerek hayatı kâbusa çevirir ve ciddi ruhsal hasarlar bırakabilir. Duygular bizim olmazsa olmazlarımızdır onlarla yaşarız, fakat iyi yönetemiyorsak duygularımızın esiri olup ruhsal bozukluk da yaşayabiliriz.
İnsanoğlu iç dünyasında yüzlerce duygu biriktirir. Duygu çok bileşkenli bir kavram olup, bizim uyarıcılara, iç dünyamızdan verdiğimiz tepkiler olarak görülür. Yani duygular, iç dünyamızın dış uyaranlara karşı gösterdiği doğal tepkilerdir. Doğuştan getirdiğimiz duygularla birlikte yaşam içinde pek çok duyguyu modelleriz. Korku, kaygı, üzüntü, tiksinti, öfke, sevinç gibi temel duygularla birlikte hoşnutluk, heyecan, aşağılama, sıkıntı, gurur, memnuniyet, utanç, acıma, bıkkınlık, ıstırap, üşenme, nezaket, minnet, merhamet, şefkat, özlem, nefret… gibi yüzlerce duyguyu gün içinde ardı ardına yaşadığımız anlar olur. Bu duyguların bazıları kendimizi iyi hissettiğimiz ve sürekli o hal üzerinde olmak istediğimiz, bazıları da biz de gerginlik yaratan ve kaçma hissi uyandıran bastırdığımız duygulardır. Aslında gün içinde hangi duygular bizde yoğunsa bu bizim psikolojik durumumuzu ortaya koyar. Yani hangi duyguyu daha yoğun yaşıyorsak veya besliyorsak iyi olma halimiz buna göre şekillenir. Diğer taraftan olayların bizde yarattığı duygusal durum, daha sonraki tepkilerimizi de şekillendirir. Örneğin, kontrolü kaybettiğimiz ve elimizden bir şey gelmediğini hissettiğimiz üzüntü durumunda sosyal olarak kendimizi kapatıp içe dönerek bununla baş etmeye çalışırız. Ya da korku anında korktuğumuz şeyden uzaklaşarak geri çekilip kendimizi koruma altına alırız. Korku hayatta kalmak için bizi yöneten temel duygulardan biridir (ama yönetmeyi bilirsek). Sürekli korku içinde olmak, her şeyden tedirginlik olup geri durmak hayatımızı kâbusa da dönüştürebilir. Yine herhangi bir adaletsizlik durumuna uğradığımızda hissedilen öfke de kontrol edilmezse yıkıcı sonuçları olabilen bir duygudur. Yani duygular biz de kabaca savaş ya da kaç mesajı ile sonraki hareketlerimize zemin hazırlar. Kendi duygularımızı sağlıklı biçimde fark ederek duygusal dayanıklılığımızı artırabilir. Yaşadığımız duygunun tanımını yapmak, şiddetinin ve süresinin farkına vararak tepkide bulunmak çok önemlidir. Duyguların en yoğun noktasında sağlıklı kararlar alamayız ve duygusal körlük yaşarız. Kontrolsüz duygular bizi hasta edebilir.
İnsan beden ve ruhtan oluşan karmaşık bir varlık olarak tüm yaşamı boyunca hem kendini hem de diğer insanları tanımak için çabalar. İnsanın biricikliği ve tekliği her ne kadar kabul edilse de tepkileri genellemeye tabi tutulur. Ruhsal dünyamız bedensel dünyamıza kıyasla daha bilinmedik, daha derin ve karmaşık bir yapı arz eder. Kendi kendimizi bile tanımaya çok uzak olduğumuzdan -bazen kendimizden kaçtığımız için bazen de yaşamın getirdiği telaşlar nedeniyle- ne olduğumuz, ne düşündüğümüz, ne hissettiğimiz konusunda çok uzun soluklu sorgulamalar yapamayız. Bu nedenle kendimizi de az tanıdığımız için duygularımız ve tepkilerimiz konusunda da öngörülerimiz hatalı olabilir.
Yaşadığımız salgın hastalık sürecinde beklenmedik bir durumla karşılaştık ve hazırlıksız yakalandık, bir şaşkınlık yaşıyoruz ve bu durum hepimizi duygusal bir karmaşaya soktu. Ayrıca sürecin belirsizliği ve kafa karışıklığı bilinçdışı bir gerginlik yarattı. Zihinsel ve bilişsel potansiyelimiz azaldı, konsantrasyonumuz bozuldu. Kendimizi güvende hissetmiyoruz. Normal koşullar altında olmadığımız için anormal durumda normal davranışlar geliştirmeye çalışarak tökezliyoruz. Bu sürecin geçiciliğini bilsek de, daha önce benzer bir yaşantı deneyimi olmamasından dolayı ve duygu hafızamızdaki boşluk nedeniyle yoğun bir karmaşa yaşıyoruz. Yönetemediğimiz süreç zihin karışıklığımızı arttırıyor.
Aslında olaylar değil, olaylara yüklediğimiz anlamlar ve yargılar bizim kaygımızı belirliyor. Her duruma iyi anlamlar yüklersek iyi olacağına olan inancımız artacaktır. Duygu ile düşünme arasındaki fark bu noktada çok önemlidir. Düşünme bir konu üzerinde hissettiğimiz yargıdır. Her duygumuzun altında mutlaka bir neden ve bir düşünce vardır. O an yaşadığımız duygunun altındaki neden ne? Gerçekten anlamlı mı? Önemli mi? Değerli mi? Değiştirebilir miyim? diye sorgulamamız duygu durumumuzu koruyabilmemiz için son derece önemlidir. Korona konusunda oluşturduğumuz yargılara dayalı oluşan duygularımızı iyi anlamalıyız. Bu konuda fazlaca korku bizi daha çok kaygılandırıyor. Korona süreci toplumsal bir salgın süreci olsa da etkileri hepimizde farklı olacaktır.
Önemli bir nokta da duygular geçicidir. Bu geçici halde kalıcı hasarlar bırakmaması için sadece iyi yönetilmesi gerekir. Yaşadığımız duygu hayatımızı şekillendirir. O nedenle duygularımızı terbiye etmek, ehlileştirmek gerekiyor. Olumsuz duyguların nasıl yönetileceğini bilmek o iradeye sahip olmak çok önemli çünkü beyin kararlarını duygulara göre veriyor. Bugün yaşadığımız belirsizlik halleri bizi duygusal karmaşaya itse de aslında yaşam tümüyle bir belirsizlik halidir. Fakat zihin belirsizliği tehdit olarak algıladığı için bu belirsizliği görmezden gelip yok sayma eğilimindedir. Virüs bizim kontrol edemediğimiz somut bir belirsizlik hali olduğu için doğal bir korku yaşıyoruz. Sağlıklı kalmak için korunmak dışında bedensel anlamda bir şey yapamasak da bu süreçte duygularımızı kontrol edebilmek bizim elimizde. Sürekli konu üzerinde olmak, düşünüp takip etmek pozitif duygu halimize engelliyor. Korku ve kaygı uygun miktarda olursa bizi korur uzun süreli kaygı bizi depresyona iter. Şu an gerçek bir korku ve stres yaşıyoruz kendimiz, yakın çevremiz, ülkemiz ve hatta dünyamız için somut bir korku yaşıyoruz fakat bu sürecin sonunda güçlü kalmak zorundayız. Kendimize karşı direncimizi arttırmamız gerekiyor. Bu olay geçtikten sonra yoğun yaşadığımız duygulara bağlı stres tepkileri geliştirip travmatik stres bozuklukları da yaşayabiliriz. Olay bittikten sonra ne olacağımız, şuan neler yaptığımız ve bu günkü tutumlarımıza bağlı olarak şekillenecektir. Bugün yaşadığımız duygularla baş etme kapasitemiz gelecekteki durumumuza yön verecektir. Hiçbir olay kendi başına travma yaratmaz ama ona yüklediğimiz anlamlara dayalı yaşadığımız duygular travmaya neden olabilir. Dönemin getirdiği strese bağlı gelişen, dikkatin azalması, karar vermede güçlük unutkanlık, aşırı sinirlilik, öfke kontrol bozukluğu, ağlama, içe kapanma; veya bedensel olarak uyku düzeninde bozulma ya da yoğun uykusuzluk, baş-mide ağrıları, kas ağrıları yorgunluk, bitkinlik, güçsüz hissetme, bunaltı duyma-sıkıntı vs stres belirtileri olarak belirli parametrelerde yaşadığımız sürece bağlı normal kabul edilse de sıklığı ve yoğunluğu bizim için tehlikelidir.
Hikâyeye geri dönersek aslolan denge halidir. Her durumda sakin kalabilmek, uyum sağlayabilmek bu süreçte önemini bir kez daha karşımıza çıkarıyor. Süreç sonunda tüm dünya için beklenen bazı iyi oluş halleri yazılıp çiziliyor. Belki de kendimizi şimdiden iyimserliğe koşullayıp daha iyi olma yolunda adımlarımızı bu günden atmamız gerekir. Hepimiz bu süreç geçsin bitsin istiyoruz ama geçsin bitsin dediğimiz tüm zamanlar bizim kısacık yaşamımızın sadece bir parçası. Bitsin dediğimiz her an bizim ömrümüzden gidiyor. O nedenle hangi durumda olursak olalım anın kıymetini bilmek gerçek iyilik halidir. Hayatımızda olumlu noktalara odaklanabilmek çok önemli çünkü bilgi değil daha çok duygu depoluyoruz. Duygular çok daha kalıcı etki bırakıyor. Bir yandan da yaşadığımız duygular yüzümüze yansıyor. Kendi duygusal ihtiyaçlarımızla birlikte çevremizdeki insanlara da hem model oluyoruz hem de onları model alıyoruz. Tüm duygular bulaşıcıdır çok kolay modellenir, o nedenle biraz durmak düşünmek sonra hareket etmek, iyi duyguları harekete geçirmek iyimser olmak hepimize iyi gelecektir..
İyi duygularla kalmanız dileğiyle….
Nermin ELMAS