Son yıllarda eğitim sistemi, adeta bir çıkmazın içine sürüklenmiş durumda. Özellikle özel okullarda yaşanan sorunlar, aslında sadece bu kurumlarla sınırlı değil ülkenin eğitim anlayışının geldiği noktayı da açıkça gösteriyor.
Özel okullar bir dönem, kaliteli eğitimin simgesi olarak görülürdü. Ancak günümüzde çoğu kurum, ticari bir işletme mantığıyla hareket ediyor. Öğrenciler birer birey değil müşteri; eğitim ise bir hak değil ürün olarak sunuluyor. Bu anlayış, eğitimin ruhunu zedeliyor. Veliler büyük bedeller ödüyor ama karşılığında çocukların gelişimine katkı sağlayacak nitelikli bir eğitim alamıyor.
Sistemin temel sorunu, vizyon eksikliği. Müfredat ezberci, öğretmenler yorgun, öğrenciler ise motivasyonsuz. Eğitimin amacı; düşünen, sorgulayan, üreten bireyler yetiştirmek olması gerekirken sınav odaklı ve rekabetçi bir düzen içinde çocukların hayalleri köreltiliyor.
Bir ülkenin geleceği sınıflarda şekillenir. Oysa bugün, eğitimde umut yerine kaygı; ilham yerine baskı hâkim. Öğrenciler, kendi potansiyelini keşfetmek yerine not ve sınav stresine teslim oluyor.
Eğitim, ticaret değil bir milletin ortak değeridir. Öğretmenin itibarı yeniden güçlendirilmedikçe, müfredat çağın ihtiyaçlarına göre yenilenmedikçe, okullar birer öğrenme yuvası yerine müşteri merkezleri olmaktan çıkmadıkça, ne yazık ki geleceğe umutla bakmak zor olacak.
Gerçek reform, eğitimi sadece bir meslek değil bir ideal olarak gören öğretmenlerle, çocuğunu yarış atı değil birey olarak görmek isteyen ailelerle, yani topyekûn bir zihniyet değişimiyle mümkün olacak.
Bugün birçok veli, çocuğunu özel okula gönderirken aslında bir seçimden çok çaresizlik yaşıyor. Devlet okullarındaki kalabalık sınıflar, eksik kaynaklar, yetersiz destekler onları özel kurumlara yönlendiriyor. Ancak özel okullar da çoğu zaman aynı kısır döngünün parçası. Çocuğa değer katmak yerine marka algısı yaratmaya, sosyal medya vitrinlerinde parlamaya odaklanıyorlar.
En büyük kayıp ise çocukların ruhunda yaşanıyor. Eğitim artık merak uyandıran bir yolculuk değil yarış pistine dönmüş durumda. Çocukların gözlerindeki ışık, rekabetin gölgesinde sönüyor. Oysa eğitim dediğimiz şey; merakın, keşfin, hayal gücünün, öz güvenin filizlenmesi demekti.
Bir de öğretmenler var… Bir yandan idealistçe mücadele etmeye çalışan diğer yandan düşük ücretler ve güvencesizlik içinde yıpranan… Onların emeği, ne yazık ki ne özel okullarda ne de sistemin bütününde hak ettiği değeri bulabiliyor. Öğretmenin mutsuz olduğu bir yerde öğrencinin mutlu ve başarılı olması zaten mümkün değil.
Bugün eğitimde yaşanan sorunlar sadece bir kuşağı değil aslında bir ülkenin geleceğini tehdit ediyor. Çünkü iyi yetişmemiş nesiller, yarının üretmeyen, sorgulamayan, umutsuz topluluklarını oluşturuyor.
Artık sorumluluk hepimizin: Devletin, özel kurumların, öğretmenlerin, ailelerin… Eğitim bir “pazar” değil bir gelecek inşasıdır. Eğer bizler, eğitimi gerçekten ciddiye almazsak geleceğimizin sağlam temeller üzerine kurulmasını beklemek hayalden öteye geçemez.
Peki bu çıkmazdan nasıl kurtulabiliriz?
Her şeyden önce, eğitimin ticari bir meta değil toplumsal bir hak olduğu gerçeğini kabul etmemiz gerekiyor. Okulların önceliği kâr değil çocuğun gelişimi olmalı.
Unutulmamalı ki eğitim bir yolculuktur. Bu yolculuğun merkezinde çocuklar vardır. Onları yarış atı gibi koşturarak değil sevgiyle besleyerek, ilham vererek, özgürce öğrenmelerine izin vererek geleceğe hazırlayabiliriz.
Eğer biz bugünden bu adımları atabilirsek yarının sınıflarında kaygının değil; umut, merak ve hayal gücünün sesi yankılanacak. Ve işte o zaman, gerçekten eğitimden söz edebileceğiz.
Eğitimdeki sorunları konuşmak elbette önemli ama asıl mesele çözüm için harekete geçebilmek. Çünkü bugün kaybettiğimiz her yıl, aslında geleceğimizden çalınan bir yıl demek.
Bir çocuğun merak eden gözleri, bir öğretmenin idealist ruhu, bir ailenin umudu… Bunlar, eğitimin gerçek sermayesidir. Para, binalar, tabelalar gelip geçicidir ama insan ruhuna dokunan bir eğitim kalıcıdır.
Geleceğin dünyası yapay zekâ, teknoloji ve hızla dönüşen bilgiyle şekillenecek. Eğer biz hâlâ sınav odaklı, ezbere dayalı bir anlayışla çocuklarımızı yetiştirirsek onları çağın gerisinde bırakmış olacağız. Oysa bizim ihtiyacımız; üreten, sorgulayan, yenilikçi ve değerlerini koruyan nesiller.
Eğitim, sadece bir bireyi değil bütün bir toplumu yeniden inşa eder. Bugün atılan doğru adımlar, yarın adaletli, bilinçli, üretken bir toplumun temelini oluşturacak.
Ve belki de en önemlisi… Eğitim, umudu canlı tutmaktır. Çünkü umudu olan çocuk, geleceğe inanan genç, idealini kaybetmeyen öğretmen ve bilinçlenen aile, bütün karanlıkları aydınlatmaya yeter.

