Bu yazıda fen bilimleri eğitiminin geçmişi ve geleceği üzerine düşüncelerimi paylaşacağım. Malumunuz son zamanlarda çeşitli konular çerçevesinde fen eğitimi ele alınmıştı. Bunlar elbet tartışılabilir ancak fen eğitiminde çok daha önemli bir noktanın yine bizzat bu işin eğiticileri tarafından atlandığını görüyorum.
Fen ve diğer doğa bilimlerinin deneye dayalı bilimler olduğunu söylemeye sanırım gerek yoktur. Yani bu bilimlerde, öncelikle bir doğa problemine karşı araştırma sorusu geliştirilir ve geliştirilen soruyu cevaplandırmak üzere çeşitli varsayımlar (hipotezler) üretilir. Sonraki aşamada ise her varsayım teste tabi tutulur yani denenir ve buna göre varsayımlar doğrulanır/yanlışlanır. Varsayımların doğrulanması ve yanlışlanması eşit öneme sahip deneysel bulgulardır.
Bu, işin teorik tarafı. Yani fen bilimlerinin temel sistematiği. Bir de bu işin pratik tarafı vardır ki bilim insanlarının bilimsel yönteme olan duyarlıkları, bilgi ve beceri düzeyleri bilimsel araştırmaların sonuçlarını etkiler. Örneğin siz bilim tarihi, bilimsel yöntem ve bilim felsefesi üzerine bir uzman olabilirsiniz ancak iş bilgi-becerilerinizi pratiğe dökmeye geldiğinde yani “sahaya indiğinizde” yöntemi uygulama konusunda sıkıntılar yaşıyorsanız muhtemelen çok farklı bilimsel bulgulara varacak, pek çok bilimsel hataya hatta “saçmalıklara” düşeceksinizdir [1]. Bu da araştırmanızın bilimselliğine zarar verecektir. Öyleyse denebilir ki bilimsel çalışmalarda teorik bilgi kadar bunu uygulamaya dönük pratik bilgi-beceriler de büyük önem taşımakta, ancak pratiğin gelişebilmesi için de teorik bilginin kusursuz yapılandırılmış olması gerekmektedir.
Bu minvalde ülkemizdeki fen eğitiminin geçmişini ve bugününü incelediğimde vardığım sonuçlar şunlardır:
1- Özellikle 2000 yılı ve öncesi fen bilimleri ders kitaplarını incelerseniz yoğun bir teorik bilgiyle karşılaşırsınız. Bilimin tanımı, bilimsel yöntem, kontrollü deneyler gibi doğa bilimlerinin özünü oluşturan anlatılar bu devirde ders kitaplarında çokça yer almıştır. O yüzden bu kitaplar sıkıcı, bilgi ağırlıklı kitaplar olarak nitelendirilmiştir ki kısmen de öyledir. Yazının ilerleyen kısımlarında eleştirilecek olan pratik ağırlıklı bilim eğitiminin tam tersidir bu. Dolayısıyla bu da eleştirilmektedir.
2- Yeni paradigmanın benimsendiği 2004 yılından itibaren ise tüm ders kitaplarında olduğu gibi fen eğitiminde de “sadeleştirmeye” gidilmiştir. Bunu kısmen onaylıyorum. Zira eski ders kitapları gerçekten de çağ nüfusu için (ortaokul-lise) ağır bir içeriğe sahipti. Hepsi olmasa bile pek çok konu, fen bilimlerinin “zor ve sıkıcı” dersler olduğu yönünde halen süren büyük bir algı yarattı. Günümüz velilerinin mevcut ders kitaplarına yönelik “kitapta hiç konu anlatımı yok” tarzı söylemlerinin arkasında da bu ağır içeriğin birden bire “sadeleştirilmesi” yer almaktadır. Üstelik konuyu sadeleştirme telaşı ile yapılan bilimsel hatalar ve düşülen komik durumlar öğrencilerin bile dikkatini çeker seviyelere gelmiştir. Örnek olarak; 7. sınıf fen bilimleri ders kitabında uzayın sonsuz olduğu iddia edilmektedir. Oysa evrenin “genişlediği” bilimsel olarak kanıtlanmıştır ve hatta çoklu evren teorisinin tartışıldığı çağımızda bu ifadenin kabulü elbette mümkün değildir. En azından uzayın/evrenin sonunun var olup olmadığı ile ilgili farklı görüşler/teoriler mevcuttur diye belirtilebilir. İlgili paragrafın son cümlesinde ise uzay araştırmaları ile ilgili pek çok soru art arda sıralandıktan sonra “Farklı fikirlere sahip olsanız bile sabırlı bir şekilde arkadaşlarınızla tartışınız.” denilmesi [2], sınıfta istemsiz bir şekilde gülüşmelere yol açmıştır. Yorum sizin.
3- Öte yandan sadeleştirme akımı beraberinde “çocuk-etkinlik temelli” tam olarak ne olduğu anlaşılamayan bir zihniyeti getirmiştir. Öğrenci merkezli eğitim kavramı yanlış yorumlanarak, “maksat çocuğun hoşuna gitsin, fen dersini eğlenerek öğrensin” mantığı üzerine kurulu bir düzlemin gelişmesine yol açmıştır. Özellikle 2004 ve sonrasında mezun olan genç öğretmenler bu akımın etkisiyle fen dersini oyunlaştırma, eğlendirme, sevdirerek öğretmeye yönelik bir öğretmenlik tavrı geliştirmiş; bilimsel yöntem, hipotez geliştirme, konrollü deney planlama, (büyük boy çizgisiz deney defterleri olurdu hatırlayınız) bilimsel raporlama gibi bilimin olmazsa olmazları yani metodolojisi arka plana atılmıştır. Bu bilgiler artık o kadar arkada kalmışlardır ki görünmez olmuşlardır. Üstelik fen bilimleri öğretmenlerinin kendi metodoloji bilgileri de ayrı bir tartışma konusudur. Özellikle sosyal medya üzerinden “fen öğretmenlerinin” zümrelerine sordukları soruların niteliği, ülkemizdeki öğretmen yetiştirme programları üzerine acilen eğilmemiz gerektiği hissini uyandırmaktadır. Kısaca söylemek gerekirse; üretilen bilimsel bilginin “öğretiminde” insanlık için eski ama bizim için yeni bir yöntem kabul edilmiş, ancak; iş bilimsel bilginin “üretilmesine” gelince orada mola verilmiştir. Üretimsiz, hazır bilgiyi yücelten ve hazırcılığı “sevdiren” bir yaklaşımdır bu. (Yanlış anlaşılma olmasın. Dersler sıkıcı olmalı, teorik işlenmeli demiyorum ve dersini sevdiren öğretmenlere de büyük saygı duyuyorum. Ancak bu arada bilimin özünü kaçırmıyor muyuz? Dersin/öğretmenin sevilmesi veya çocukların derste eğlenmesi o dersin verimli işlendiğinin bir göstergesi midir? Unutmayın en sevilen öğretmenler derste çocukları serbest bırakan ve şakacı öğretmenler değil midir?)
4- Yakın zamanda yeni bir program değişikliği ile zaten azaltılmış olan teorik bilgi daha da azaltılarak neredeyse “yok” seviyelerine gelmiştir. Hipotez ve değişken kavramları haricinde bilimsel yönteme ilişkin hangi kavram vardır? Ayrıca ünite dağılımları da sıkıntılıdır. Mesela bu seneki 8. sınıflar bazı konuları arka arkaya iki yıl görürken (örneğin katı-sıvı-gaz basıncı), bazı konuları ise hiç görmeden liseye geçecekler (örneğin mitoz ve mayoz hücre bölünmeleri). Üstelik bir konuyu anlamak için gereken temel bilgi olmadan ileri düzey öğrenmenin gerçekleşmesi bekleniyor (örneğin 6. sınıflarda hücreyi bilmeden vücudumuzdaki sistemler işleniyor) ve eksik bilgiler yüzünden bazı konular birbiriyle çelişkili gibi duruyor. Buna en güzel örnek bir yandan “kütlenin korunumu kanununu” öğretirken diğer yandan “kimyasal denklem denkleştirmeye” girilmemesi (Bu yüzden işte tepkimeye giren iki Hidrojen atomu bir atom olarak çıkabiliyor ve diğer atoma ne olduğu sorusu havada kalıyor). Hatta ortaokul fen bilimleri programlarına baktığımızda matematiksel bağıntılara girilmemesi gerektiği ısrarla vurgulanıyor. Yani matematiksiz bir fen eğitimi verilmesi isteniyor. Yoruma dayalı, gözlemsel boyutta kalan, matematiksiz dolayısıyla teorisiz bir fen eğitiminin geçerliğini yorumlamayı sizlere bırakıyorum. Diğer yandan bu aralar pek sevdiğimiz, hatta ders kitaplarına bile düşünmeden soktuğumuz STEM’in açılımında yer alan bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik! gibi uğraşların tamamen matematik tabanlı olması da işin ayrı bir düşündürücü tarafıdır.
5- Bu noktada önemli bir gelişme olarak bilim uygulamaları dersinin seçmeli de olsa alınabiliyor olmasını atlamamak lazım. Bu, olumlu ama yetersiz bir gelişmedir. Bu ders normal fen dersine eklenerek (4+2) toplam altı saat şeklinde uygulanmalıdır. Dersin teori-pratik dengesini ayarlamak öğretmenin görevidir. Doğrusu budur. Maalesef ki bilim uygulamaları dersinde çocuklar “test çözmekte”, sınavlarda ise “fen kitaplarındaki konulardan” sorumlu tutulmaktadırlar. İsteyenler benim yaptığım gibi fen bilimleri ile ilgili sitelerden veya sosyal medyadan, hazırlanmış “bilim uygulamaları” sınavlarını indirerek kontrol edebilirler, yani bu hipotezi test edebilirler.
6- Teorinin bu denli yok sayılmasıyla beraber günümüzde STEM, robotik-kodlama vb. uygulama alanlarıyla (dikkat buyrun uygulama diyorum) teorik bilgi tamamen bitirilmiş; pratik beceriler kazandırma uğruna bilimin özü yok sayılmıştır. Bugün öğrenciler fen dersinde robot yapmayı, kod yazmayı, çeşitli alet-edavatlarla birtakım sistemler geliştirmeyi öğrenmekte, bunlara yönlendirilmektedir. Bu bakımdan öğretmen bir teknisyen, öğrenci ise onun stajyeri konumundadır. Diğer bir deyişle; yakamızdan atmaya çalıştığımız Sanayi Devri düzenidir bu. Üstüne üstlük Mars’a araba gönderilen bir çağda futbol oynayan robotlar üretilmekte ve maç yaptırılmaktadır! Bu olay tıpkı teknolojiden faydalanmayı bilmeyen çocukların tablet şifrelerini kırıp oyun yüklemeleri ile övünmelerine benzemektedir. STEM türü eğitimlere karşı olmamakla birlikte arkasında sağlam bir bilimsel teorik bilgi olmadan uygulanmaya çalışılmasını bu yüzden doğru bulmuyorum. Çocuk bir şey yapıyor ama neyi, neden yaptığını ve hangi bilimsel süreçleri kullandığını ya da bu çalışmasının bilimsel doğurgularını, yani işin “felsefesini” bilmiyor. Ayrıca bilginin transfer edilebilirliği noktasında ciddi sıkıntılar olduğu, tablet şifresi meselesindeki gibi apaçık görülüyor. Ha, çocuklar eğleniyor mu? Kuşkusuz evet! Öğretmenleri de kendileriyle övünüyor mu? Ona da hay hay! E bize yeten bu ise o zaman S(i)TEM etmemek gerekir?
7- Artan bilgi birikimi tüm disiplinlerde ayrışmayı beraberinde getirmiştir. Bilimsel bilgi mesela felsefeden ayrı tutulmaktadır. Felsefe denildiğinde akla sosyal bilgiler dersi, fen bilimleri denildiğinde fizik, kimya, biyoloji vb. gelmektedir. Öğrenciler fen dersinde problem çözerken matematiksel bir bağıntı kullanmak gerektiğinde “Bu fen de matematiğe dönüştü” gibi “saçma” görüşler sunmaktadır. Tabii ki burada öğrenciler belki de en masum güruhtur. Çünkü onlara eğitim hayatları boyunca fen, matematik, tarih gibi bütün dersler parça parça verilmekte, onlar da bu derslerin aslında büyük resmin yani ilmi hakikatlerin bir parçası olduğunu bilmeden öğrenmektedirler. Bu yüzden fen eğitiminde diğer derslerle bütünleştirici faaliyetlere, özellikle de sanat gibi yaratıcılığı ve eleştirel bakış açısını geliştirici etkinliklere yer verilmelidir. Bilimsel altyapı ve sanat-estetikle buluşan bir STEM eğitimi çocuklarımızı bir teknisyen olmanın ötesine taşıyacak; onlara hem bilimsel-eleştirel düşünmeyi hem de yaratıcıkla harmanlanmış estetik donanımı da sağlayacaktır.
8- Bitirirken; geleceğin fen eğitimi mutlaka ama mutlaka teori-pratik dengesi gözetilerek planlanmalıdır. Teorik temel olmadan, teoriyi yani bilgiyi küçümser bir bakışla arka plana itmek; bilgi olmadan analiz-sentez ve değerlendirmenin olamayacağını; olsa da bir işe yaramayacağını anlamak gerekiyor. Eleştirel düşüncenin gelişimi mutlaka anasınıfından başlanarak verilmeli, ilkokulda çocuğu eleştirel düşünmeye sevk edici etkinlikler yapılmalı hatta düşünme eğitimi gibi bir ders konulmalıdır. Bu ders ortaokulda da devam etmeli, lisede ise felsefeyle birleştirilmelidir. İlkokul 4-5. sınıflarda fen dersi bilimsel yöntemi anlamaya, bilimin felsefesini kavramaya ve çocukları şaşırtarak (Evet bütün bilimsel gelişmeler birilerinin bir şeye şaşırması ve merakıyla başlamıştır) onlara bilimin güzelliğini göstererek işlenmelidir. Bu bağlamda fen öğretmenleri ilkokullarda derse girebilecek şekilde eğitimden geçmelidir. Böylece fene karşı ilgi, merak ve sevgi geliştirilmeli, ancak onunla birlikte bilimsel yöntem kazandırılarak çocukların ortaokul ve lise yıllarında projeler geliştirmesine, bilimsel araştırma yapmalarına ve uygulama ağırlıklı STEM türü aktivitelerle haşır neşir olmalarına imkan sağlanmalıdır. STEM, robotik, kodlama gibi eğitimler tüm çocuklara değil ancak bilime meraklı ve kabiliyetli seçme öğrencilerin yönlendirileceği eğitimler olmalıdır. Bu eğitimler fen liseleri veya fen ve teknoloji liselerinde ağırlıklı olarak uygulanmalı, bu çocukların geleceğin bilim insanları olarak insanlığa hizmet etmelerinin önü (burslar, özel kanunlar vb.) açılmalıdır.
Açıklamalar
[1] https://evrimagaci.org/bilimin-alet-edildigi-zirvalar-sacmaliklar-kandirmacalar-ve-yalanlar-304
[2] Ortaokul ve İmam Hatip Ortaokulu 7. Sınıf Fen Bilimleri Ders Kitabı, Aydın Yayıncılık, sf: 6
*Bu yazı ilk haliyle yazarın web sitesinde paylaşılmıştır. Ulaşmak için tıklayınız.