Bu yazıda 20-21 Nisan 2019 tarihlerinde Başka Bir Okul Mümkün (BBOM) Ankara Eğitim Kooperatifi ve TED Üniversitesi’nin evsahipliğinde gerçekleştirilen “Eğitimi Demokratikleştirmek” Konferansı hakkındaki gözlem ve görüşlerimi paylaşacağım.
Konferansın yurtdışından gelen davetli konuşmacıları Prof. Dr. Michael Apple ve Doç. Dr. Matthew Knoester idi. Giriş konuşmasını Prof. Apple yaptı. Konuşmasına öğretmenlere yönelik bir “saygısızlık çağının” yaşandığına işaret ederek başlayan Prof. Dr. Apple; gerçek deneyimlere sahip, yani bu işin mutfağında çalışan öğretmenlere daha fazla kulak verilmesi gerektiğini belirtti. Bu noktada eğitim araştırmalarındaki teorik yayınların artışını eleştirdi ve sonrasında gerçek bir öğretmen mektubu okudu. Mektupta ilk defa okul müdürü tarafından sınıfta denetime tabi tutulan bir öğretmenin yaşadığı endişe halini gözler önüne seren Prof. Dr. Apple bunun öğretmenler üzerinde bir baskı yarattığını sözlerine ekledi. Özellikle sınav baskısını vurgulayan Prof. Dr Apple merkezi sınavlarda öğretmenlerin etki güçlerinin çok az, buna karşılık sorumluluklarının çok fazla olduğunu dile getirdi.

Neyi öğretmek gerek? Ve buna kim karar verecek? Devlet buna benim adıma nasıl karar verebilir? şeklinde provakatif sorularla devam eden Prof. Dr. Apple; bilginin sadece bir isim veya fiil olarak görülmemesi gerektiğini söyledi. Bilginin kolektif olarak oluşturulması gerektiğinden bahsederken ayrıca bilginin nasıl organize edileceğinin yanıtlanması gerektiğini ifade etti. Bunu eğitimdeki temel fikir olarak sunması ilgi çekiciydi. Yani bizim öncelikle “bilgi” üzerine düşünmemizi söyledi. Bilginin maliyetinin kamu tarafından zaten karşılandığını, bizim bu bilgiyi kamuya aktarmamız gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Apple sonrasında yine test usulü merkezi sınavları eleştirerek kırsaldan gelen çocukların bunlarda dezavantajlı olduğunu belirtti. ABD’deki homeschooling uygulamasını eleştiren ve bunun farklı kültürlerin etkileşimini yok ettiğini ifade eden Prof. Dr. Apple bu yüzden çocukların farklı kültürlere saygıyı kazanamadığını sözlerine ekledi.
Prof. Dr. Apple’ın şu cümlesi belki de konuşmasının en vurucu cümlesiydi: “Kar yaratmayan insanlar toplumda bir kenara atılıyor.” Böylece Apple, toplumun bütünüyle neoliberal politikalara olan esaretini vurgulamış oluyor. Her şeyin para vb. maddi değerler üzerinden ölçüldüğü bir çağa işaret ediyor. BBOM gibi okul sistemlerinin özel iştirakten çıkarak kamusallaşması gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Apple yoksa özel teşebbüslerin “ömrünün” fazla uzun sürmeyeceğini söyledi. Diğer bir deyişle kamu okullarının demokratik okul sistemlerine geçiş yapması gerektiğini vurguladı. Ülkemizdeki yasal dayanaklar bunu çok zorlasa da en azından eğitim öğretim uygulamalarında bunu yapmak mümkün.
Bu noktada eleştirel müfredatın tartışmaya açılması ve okul-öğretmen-çocuk arasında güçlü bir diyalogun geliştirilmesi gerektiğini ekledi. Gramsci’nin sözlerine atıf yaparak; entelektüel bilginin okullarda sürekli yeniden üretilmesini, aynı bilgilerin tekrar ve tekrar kusulmamasını söyledi. Bu da güçlü bir eleştirel müfredat ve etik ilkelere bağlı diyalogla gerçekleşecek dedi. Devletin dayattığı testler ve müfredat bir yere kadar kabul edilebilir dedi ancak bunlarla mücadeleyi hiç bırakmamalıyız diyerek devletin eğitim üzerindeki tahakkümünü peşinen kabul etmememiz gerektiğini ifade etti. Mücadeleyle bir kapıyı açıp daha sonra adım adım diğer kapıları açmalıyız dedi.
Devlet baskısına karşın eleştirel eğitim nasıl meşrulaştırılır’ın yanıtını böylece vermeye çalıştı. Konuşmasını geçmişte yaptığı çeşitli görevleri sıralayarak bitiren Prof. Dr. Apple, en sonunda kendisinin sadece bir öğretmen olduğunu vurguladı. Hatta “Sadece bizleri okumayın, bu alanda benden çok daha tecrübeli isimler var, sahada çalışanlar var onları da mutlaka dinleyin” diyerek mütevazılığını gösterdi. Konferansı başından sonuna kadar ilgiyle takip etti. Onun bu akademik ve insani tavrı ayrıca bizlere “ders” oldu.
Daha sonra soru-cevap bölümüne geçildi. Prof. Dr. Apple burada da önemli açıklamalar yaptı. Öncelikle neden eleştirel eğitim yapıyoruz? Bunun cevabını vermeliyiz dedi. Temel meselemiz bu işin özünü anlamak diye vurguladı. Eleştirel eğitimde akademik dilin çok fazlalaştığını, eleştirel eğitimcileri anlamak için yanımızda en az iki sözlük taşımamız gerektiğini söyledi. Burada bir özeleştiri yaparak kendisini diğer insanlara nasıl tanıtacağı veya konuşmaya nereden başlayacağını artık bilemediğini söyledi.
Hatta neye dönüştüğümü ben bile kestiremiyorum diyerek öz eleştirisine devam etti. Dilin en önemli araç olduğunu, akademik dilin bize kendimizi unutturduğunu ifade etti. Bu yüzden eleştirel eğitimde pratiğe daha çok eğilinmesi gerektiğini hatırlattı. Çocuklara sosyal gerçekliklerin karamsar olarak değil ama gerçekçi biçimde anlatılması gerektiğini söyledi. Prof. Dr. Apple soru cevap kısmını “yarın ne yapacağını bilmiyorsan eğitimci olma” diyerek bitirdi. Sanırım burada eğitimcilerin çok düzenli ve planlı hareket etmeleri gerektiğini vurguladı. ABD’de bulunan Sudbury Valley okuluna çokça atıf yapıldı. Bu okulda öğrencilerin sadece 4 saat okulda bulunmasının şart koşulduğu, buna karşılık diğer her şeyde öğrencilere tamamen bir serbestlik sağlandığı anlatıldı. Bu tabii ki kuralsız bir okula işaret etmemektedir diye vurgulandı.

Sonrasında kürsüyü devralan Doç. Dr. Knoester ise günümüzde eğitimin ekonomi ve iş dünyası ihtiyaçlarını gidermeye yönelik kurgulandığını söyledi. Kendisinin de çalışmış olduğu Mission Hill okulunu örnek bir okul olarak tanıttı. Bir tür orman okulu olan bu okuldaki etkinlik ve çalışmalarla ilgili videolar izletti. Kapsayıcı bir okul için temel ilkeleri sıraladı. Bu ilkeler içinde özellikle kültürel çeşitliliği vurguladı. Ayrıca okulun canlı ve sürekli etkileşimli bir yer olması gerektiğinden bahsetti. Benim açımdan konuşmasının en kaydadeğer cümlesi “Okulun bir hikayesi değil, farklı perspektiflerden pek çok hikayesi olmalıdır” cümlesiydi. Bu noktada okulun herkes için farklı bir şekilde anlam kazanması gerektiğini belirtti. Mission Hill web sayfası: www.ayearatmissionhill.com
Konferansın devamında panellere geçildi. Panellerde Prof. Dr. Cennet Engin Demir, Dr. Akif Pamuk ve Sinan Erdoğan yer aldı. Burada aldığım notları madde madde paylaşayım.
- Dezavantajlı çocuk diye nitelendirdiklerimiz aslında ana akım eğitime göre dezavantajlı. Alternatif eğitimle bu çocuklardaki cevher ortaya çıkarılabilir.
- Öğrenciler ana akım eğitimde, anti demokratik okullarda dilsel bir kimlik inşası sonucu ötekileştiriliyor. Gruplaşmalar bir tür “bizi” var ediyor.
- Eğitimin demokratikleşmesi demek tüm eğitim aygıtlarının demokratikleşmesi demek.
- Çocuk haklarının ne olması gerektiği konuşuluyor ama bunu yine yetişkinler konuşuyor.
- (Alternatif eğitimi sürekli bir “arayış” şeklinde tanımlayan yoruma ithafen) “Arayış güzel bir şeydir, bulduğunuzda belki büyüsü kaçacak” denildi. Bu cevap bence konferansın en dikkat çekici cümlesiydi.
- Demokratik okullarda çocukların öğretmenleri değerlendirdiği formlar olduğundan bahsedildi.
- Demokratik okullarda işleyiş: her tür gündemi çocuklar belirliyor, kararlar birlikte alınıyor (oybirliği), isteyenler toplantıya katılıyor. Her iş için bir çalışma grubu (çember) var ve hepsi çocuklardan oluşuyor. Çocuklar tartışıyor, kararı onlar alıyor. Kesinlikle yetişkinlerin tahakkümü yok. Çemberler sabah ve akşam toplanıyor. Sabahki çemberde gün içi faaliyetler planlanıyor, akşam değerlendiriliyor ve varsa anlaşmazlıklar çözümleniyor. Her çemberin kendisine göre ritüelleri var. Böylece ekip çalışması güçleniyor ve çocuklar hem bireyselliğin hem de bir grup oluşturmanın tadına varıyor. Kendilerine özgü kimlik kazanıyorlar. Ayrıca sorunları yine kendileri çözüyor. Bir sorunu/problemi onu yaşayan kişilerin çözmesi önemlidir. Dışarıdan bir etki (örneğin öğretmen veya idareci) sorunu çözemez. Sorunlarını kendi çözen öğrenciler çözümü de içselleştiriyor ve kendi belirledikleri ilkelere daha sadık oluyor. Öz eleştiri gelişiyor.
- Her demokratik okulun ilk toplantısı okul ilkelerini belirleme toplantısı oluyor. Bu çok yoğun tartışmaların olduğu ve bazen günlerce sürebilen toplantılar.
- Öğrenme sürecini kendi belirleyen çocuk bundan zevk alıyor ve başarısızlığa uğrasa dahi motivasyon kaybı yaşamıyor hatta daha da motive oluyor.
- BBOM sitesinden öğretmen eğitimleri ile ilgili duyuruları takip etmeliyiz. Bu eğitimlere dışardan da katılabiliyoruz. İlla ki BBOM öğretmeni olmamız şart değil.
Ertesi gün Yılmaz Erdal liderliğindeki “Demokratik eğitim” atölyesine katıldım. Bu atölye daha çok uygulama şeklinde geçti. Grup olarak temsili bir okul ilkeleri belirleme toplantısı yaptık. Herkes öğretmen-veli-çocuk rolünden birini oynadı. Okul meclisinde (en üst karar organı) velilerin bulunup bulunmaması gerektiği üzerine bir “tartışma” yaptık. Yılmaz hocanın vurguladığı, demokratik okul için önemli beş ilke şunlardı:
- Tutumlarını gözden geçir. (Ne dereceye kadar gücü, iktidarı seviyorum ve gücümün ne kadarını diğer insanlara bırakabilirim? Bunu kendine hep sor.)
- Çocukların seçim haklarını mümkün olduğunca arttır.
- Çocukların her seçiminin sorumluluğunu almalarını sağla. Sorumluluksuz seçim hakkı demokratik değil.
- Kuralları çok net yapılandırın. Kurallar içinde kalan her boşluk gerilim yaratır. Sudbury okulunun devasa bir kurallar kitabı olduğundan, bu kitabın bir kısmının okulun kuruluşunda, bir kısmının ise ilerleyen dönemlerinde yazıldığından bahsedildi.
- Her zaman gülün, pozitif olun. Okulun eğlenceli bir yer olduğunu gösterin.
Bunlar haricinde:
- Çocukla konuşurken yargısız konuşun. İktidar dilini kullanmayın. Yani çocuğu yönlendirmeyin onun kendi kararını almasını ve bu kararın sorumluluğunu üstlenmesini sağlayın. Sonuçlar hakkında sadece bilgi verin.
- İsteğimiz çocuğun okulda mutlu olması değil, iyilik halinde olmasıdır. Öğrenme her zaman mutlu bir eylem olmayabilir. Gitar çalmayı öğrenenlerin parmaklarının nasıl acıdığını örnek verdi.
- Bırakın çocuklar kendi sorumluluklarını kendileri yerine getirsin. Müdahil olmayın. Yanlış yaparak sonuçlarını kendisi görsün. Soğuk havada tişörtle dışarı mı çıkmak istiyor, bırakın çıksın.
- Karar alma sürecinde katılımcılık çok önemli. Ama kararın sonuçları kimleri ilgilendiriyorsa karar sürecinde onlar yer almalı. Karar sürecine katılım ve sorumluluk alma demokratik eğitimin anahtarı.
- Şu anki sistemde kamu okullarında demokratik okulu uygulamak en başta yasal nedenlerle mümkün değil. Ama her öğretmen kendi sınıfında eğitim süreçlerini azami ölçüde demokratikleştirebilir. Demokrasiyi özümseyen sınıf disiplin sorunlarını da çözer ve öğretmenin yükünü hafifletir.
Katılımcıların büyük kısmının genç üniversite öğrencileri, genç öğretmenler vs. olması eleştirel eğitimin geleceği adına büyük bir sevinç kaynağıydı. Güzel etkileşimler ve tartışmalar oldu. Ana akım kongrelerde olduğu gibi kuru bir anlatım yerine fikirlerin ve görüşlerin çarpıştığı bir zemin sağlandı. Her sunum eğitimin derin bir meselesine vurgu yaptı. Ivırın zıvırla ilişkisi veya falanın filan üzerine etkisi gibi teorik ve içi boş önermelere sahip sunumlar yerine her biri provakatif ve eyleme dönük tartışmaların olması “evet bir eğitim kongresi böyle olmalı” dedirtti.
Tabii ki daha fazla olabilirdi ama imkanlar ölçüsünde oldukça başarılı bir etkinlik yapılmış oldu. İnsanlar birbiriyle tanıştı ve alanın geleceğine yönelik görüşlerini paylaştılar. Bunda ertesi günü yapılan atölyelerin de büyük etkisi oldu. Böylece bir önceki gün edindiğimiz teorik bilgiyi deneyimleme şansı elde ettik.
Darısı nice alternatif eğitim çalışmalarına diyelim …