İngilizcede resilience olarak bilinen kavram Türkçeye psikolojik sağlamlık, yılmazlık olarak çevrilmiştir. Resilience kavramının Türkçe karşılığına bakıldığında, zorlukları yenme gücü, elastikiyet/esneklik, çabuk iyileşme gücü, direnç/mukavemet şeklinde tanımlandığı görülmektedir. Psikolojik sağlamlığı ciddi bir tehdit durumunda ya da olumsuz yaşam deneyimlerinde ayakta kalabilme, çabuk toparlanabilme, sosyal hayatına ve ilişkilerine kaldığı yerden devam edebilme olarak tanımlayabiliriz. Tanımın vurguladığı diğer bir unsur ise uyumdur. İnsanın en önemli becerilerinden biri, yaşabilecek olağan dışı durumlara (doğal afetler, salgın hastalıklar, sevilen birinin ani kaybı, terör, boşanma, sosyo-ekonomik düzeyde ani bir düşüş vb.) karşı kolay uyum sağlayabilmesidir. Uyum sağlayabilmeyi ise ani gelişen, beklenmedik olaylara karşı bireyin gösterdiği bir savunma ve denge bulma (homeostasis) refleksi olarak değerlendirebiliriz. Bireyin psikolojik sağlamlığı, kişilik özelliklerine ve çevreden (aile, okul, sosyal çevre vb.) kaynaklanan faktörlere bağlı olarak değişkenlik göstermektedir (Karaırmak, 2006). Her iki öğenin de kişinin psikolojik sağlamlığını etkilediğini, birinin diğerinden üstün bir yanının olmadığını söyleyebiliriz. Kişilik özelliğinden kasıt ise bireyin olaylara karşı yüklediği anlamın yanında iyimser, özgüven, özsaygı ve öz yeterliliği ile mizahi yönünün güçlü olmasıdır. Yetişkin bireyler deneyimledikleri olumsuz yaşantılara karşı daha güçlü durabilmekle beraber kırılgan bir yapıya sahip olması onun psikolojik sağlamlığını negatif yönde etkilemektedir. Bunun yanında aile ve sosyal çevresinin desteği bireyin daha kolay toparlamasına, hızlıca ayağa kalkmasına ve yaşantısına daha kolay uyum sağlamasına neden olduğu bilinmektedir.
Aynı şekilde çocuklar yaşadıkları olumsuz yaşam deneyimlerine, çoklu risk faktörlerine (ebeveyn kaybı, dezavantaj oluşturabilecek başka risk faktörleri) bağlı olarak psikolojik sağlamlık durumu da etkilenebilmektedir. Özellikle çocukluk döneminde kişilik faktöründen ziyade destek alabileceği kişilerin varlığı ve yakınlığı ile onların sağladığı samimi destek bu sürece katkı sunmaktadır. Kriz ya da ciddi tehdit içeren durumlarda çocuklar, olağan durumlara göre daha fazla aile desteği ve sosyal desteğe gereksinim duyarlar. Anne-babalar bu tür olumsuz yaşantılarda çocukla kurdukları güvene dayalı iletişimde sağladıkları destekle sosyal yaşama daha hızlı bir şekilde uyum sağlamasına yardımcı olmaktadır. Çocuklar bir ebeveyn, aile üyesi veya bir öğretmenin koşulsuz desteğine sahip olduklarını gördüklerinde zor durumlarla başa çıkma konusunda kendilerini daha güçlü hissederler (www.psycom.net). Öğretmenler ise kriz esnasında ya da krizin ortadan kalkması ile öğrencilerinin yaşanılan olayla ilgili gerçekçi bilgiye ulaşmasını sağlayarak var olan kargaşayı ve belirsizliği hafifletmelidir. Olağandışı durumlarda sınıfta oluşabilecek kaosu önlemenin en iyi yolu öğretmenin öğrencilerine verdiği güvendir. Durumun kontrol altığında olduğu, kendilerine herhangi bir zararın dokunmayacağı vurgulanmalıdır. Öğretmen yaşanan travma üzerine kısa bir konuşma gerçekleştirdikten sonra hayatın kaldığı yerden devam edeceğini belirterek süreci normale döndürme çabasında olmalıdır.
Çocuklar ciddi kriz durumlarında kaygı, korku, panik, endişe, şaşkınlık, yaşanılan olayı anlamlandıramama gibi duyguları daha yoğun bir şekilde yaşayabilirler. Yetişkinlerden farklı olarak duygularını farklı yollarda ifade edebilirler. Örneğin duygularını yansıtmama, içe kapanma, hassasiyet veya aşırı huzursuz davranışlar gözlemlenebilir. Duygularını tanımlayamama, duygularını yönetme becerisine henüz tam olarak sahip olamamalarından kaynaklı aşırı tepki gösterebilirler. Ebeveynler çocuğun gösterdiği tepkinin aslında bir uyarı ya da yardım çığlığı olduğunu fark etmelidirler.
Kriz ya da teyakkuz durumlarında çocukların sosyal destek alabilmesi, sorularına cevaplar bulabilmesi, olayı ajite etmeden somut örneklerle açıklanması psikolojik sağlamlıklarını güçlendirebilmektedir. Aileler kriz durumlarında ‘çocuktur anlamaz’ deyip çocuğun yaşına uygun bir açıklama yapmazlar ise çocuğun olayı kendi kafasında farklı anlamlandırmalarına neden olabilirler. Örneğin yaşanılan doğal bir afetin kendi yaptığı hatalarından kaynaklandığını veya anne-babasının boşanmasının nedeninin kendisi olduğunu ya da babasının işlerinin kötüye gitmesinin yakın zamanda kendisine alınan bir hediyeden kaynaklandığını düşünebilir. Bu nedenle çocuklara yaşanılan veya içinde bulunulan durumla ilgili gerçekçi bilgiler vermek, asılsız korkulara kapılmasını engellemektedir. Her ebeveynin bilginin güç olduğunu, insanı bilinmeyenin korkuttuğunu, bilmenin ise korkuyu azalttığını unutmaması gerekir. Aileler, çocuklarının zorlu ve endişe verici olaylar karşısında verdikleri tepkilerin normal bir tepki olduğunu bilmeli, aşırı telaşa kapılmamalıdır. Mümkün oldukça duygularını ifade etmelerine fırsat vermeli, edinilen yanlış bilgilerin gerçek bilgilerle değiştirilmesi sağlanmalıdır.
Bireyler yaşadıkları olumsuz yaşam deneyimlerinde ya da ciddi travmatik olaylarda Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşi’nin ilk basamağında yer alan fiziksel ihtiyaçtan ziyade ikinci basamaktaki güvenlik ihtiyacına yoğunlaşırlar. Zorlu yaşam koşullarında öncelikli ihtiyacımız kendimizi güvende hissedebilme ve olayların kontrolünü hızlıca ele alabilme içgüdüsüdür. Güvenlik ihtiyacımızın karşılanamaması hem yetişkinleri hem de çocukları strese sokmakta ve psikolojik dayanıklılıklarını azaltmaktadır. Stresle baş etme büyüdükçe geliştirilebilir bir beceridir. Çocukluk döneminde bu beceriye yatırım yapmak ise en başta anne-babaların görevidir. Stresle baş etme becerisi gelişmiş bireylerin psikolojik olarak daha dayanıklı olduğu söylenebilir.
Yetişkinlerin zorlu yaşam olayları karşısındaki tavrı çocuklarına yansımaktadır. Eğer ebeveyn olayı bir yok oluş, bir bitiş olarak yorumlarsa çocuğa durumu nasıl yorumlaması gerektiği konusunda başka seçenek bırakmaz. Esas önemli olan ebeveynin yaşantıyı ne şekilde görüp, nasıl değerlendirdiğidir. Ebeveynler psikolojik olarak sağlam çocuklar yetiştirmek istiyorlarsa ilk başta kendisinin olaylara karşı nasıl bir tavır aldığını, nasıl yaklaştığını gözlemlemesi gerekmektedir. Bunun yanında aileler zorlu yaşantıların üstünü örtmemeli, yaşanmamış gibi davranmamalı; çocuklarını dinlemeli ve kendilerini ifade etmesi konusunda onları cesaretlendirmelidirler. Ebeveynler çocukların sorularını sabırla dinlemeli ve cevap bekledikleri sorulara içtenlikle karşılık vermelidirler. Cevabını bilmedikleri sorulara karşı ise birlikte doğru ve güvenilir kaynaktan araştırma yapabilecekleri şeklinde bir teklifte bulunabilirler. Eğer çocuk konuşmak istemiyorsa zorlamamalı, kendini ifade edebileceği başka aktivitelere (resim çizmek, günlük yazmak, müzikle ilgilenmek, sevdiği bir sporu yapmak ya da bisiklete binmek gibi) yönlendirilmelidir. Aileler özellikle belirsizlik ve kriz durumlarında çocuğun rutinlerini bozmamasına dikkat etmelidirler. Örneğin kahvaltı saatlerini, ders saatlerini, oyun saatlerini normal bir günde yaptıkları şekilde devam etmeye özen göstermelidirler. Ayrıca arkadaş ilişkilerinden kopmasına fırsat vermeden, onlarla her zeminde (sosyal medya/internet veya birebir görüşmelerine) paylaşımda bulunmalarına destek olmalıdırlar. Bunların yanında birlikte daha çok vakit geçirebilecekleri aktiviteler bulup ‘nitelikli zaman’ geçirme gayretinde olmalıdırlar (MEB, 2020). Ebeveynler, kriz durumlarında onların gerçekten yanında olduğunu hissettirip gereken desteği sağladıkları oranda çocukları da çabucak ayağa kalkan, psikolojik olarak daha dayanıklı bireyler olacaklardır.
Yaşar DİLBER
Psikolojik Danışman
Bursa/Mart 2020
Kaynaklar
Karaırmak, Ö. (2006). Psikolojik Sağlamlık, Risk Faktörleri ve Koruyucu Faktörler, Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, Cilt:3, Sayı:26, 129-142
MEB (2020). Salgın Hastalık Dönemlerinde Psikolojik Sağlamlığımızı Korumak, Aileler İçin Çocuklara Yardım Rehberi, Özel Eğitim Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Ankara
https://www.psycom.net/build-resilience-children “Resilience in Children: Strategies to Strengthen Your Kids”