Kuyumcu Çırağı
0

Tüm insanlar hayata aynı imkânlarla başlayamıyor. Kimi köyde-şehirde, kimi zengin-fakir, kimi sağlıklı-hasta kimisi de her türlü imkânlarla doğup büyüyor yaşıyor ve ölüyor. 1919 yılında Mersin’in fakir bir mahallesinde asker mektubunu okutabilmek için neredeyse tüm mahallenin dolaşıldığı zamanlarda doğmuş kahramanımız. Kahraman diyorum çünkü yazının sonunda verdiği mücadele bu unvanı hakettiriyor. Bilgisizlik nedeniyle elindeki bereketli toprakları verimli şekilde işleyemeyen bu yörenin insanları, savaştan çıkmış ama yeniden dirilmeye çalışan bir milletin inançlı, iffetli ve onurlu halkı. Bırakınız evleri sokaklarında bile elektriğin olmadığı bu devirde köşe başlarında gaz lambalı asma fenerlerin olduğu dönem.

Okul çağına geldiği halde anne-baba evde hiç okuldan söz etmiyor/edemiyor. Dört çocuklu ailenin geçiminin-ekmek parasının zor kazanıldığı ortamda çocuk okutmak sanki lüks gibi. Evlerin önünden geçen öğrencileri gördükçe hem heyecan hem hüzün kaplıyor içini. Tek odalı da olsa eve gelen giden eş-dost-akraba-konu-komşu oluyormuş yine de. Gelen misafir evin babasına soruyor; “dokuz yaşına girmesine rağmen neden şimdiye kadar çocuğunu okula yazdırmadın?” cevabı anne yetiştiriyor; “babası okula gitmiş de ne olmuş evin geçimini zor temin ediyoruz. Bir sanat sahibi olsaydı muhakkak ki daha rahat bir yaşantımız olurdu. Bu nedenle oğlumuzu, okula göndermeyip bir zanaat sahibi olması için herhangi bir ustanın yanına çırak vermeyi düşünüyoruz.” diyor.

Bu sözleri duyan kahramanımızın okula gitme ümidi yok olurken bu anlar ömür boyu bir acı hatıra olarak kalmış. Birkaç gün sonra annesi; “oğlum, seni okula gönderemeyeceğiz. İstersen çarşıya git, herhangi bir zanaata çırak olarak gir, orada çalış, zanaat öğren, ileride evin masrafına katkın olur” diyor. Yıl 1928. Çarşıda öteye beriye bakınarak yürürken kunduracı/ayakkabıcı dükkânında kalfa olarak çalışan komşunun oğlunu görür. Durumu ona açıklayınca “ o halde gel bizimle çalış, her gün işe birlikte gelir gideriz” teklifini kabul ederek hemen işe başlar. İki yıl boyunca can hıraş çalışır, kendini sevdirir, kalfa yardımcısı olarak haftalık ücret almaya başlar ve yaptıklarıyla takdir edilir. Ayrıca tatil günlerinde bahçelerinde kendiliğinden yetişen çiçekleri toplayarak çarşı pazar dolaşarak satarak harçlığını kazanır.

İşyerinde çalışan diğer kalfa bir gün bu azimli çocuğa; “sen eli yüzü temiz, terbiyeli, çalışkan bir çocuksun. Bu çalışmayla iyi bir kunduracı olacağına inanıyorum. Ancak zamanla bu ortamda sigara-içki gibi kötü alışkanlıklara kapılacağından korkarım. Seni sevdiğim için gelecekte pişman olmaman için yol yakınken gel bu mesleği bırak ve karşıdaki kuyumcuya çırak ol ve temiz ve değerli mesleğin olsun. Senin kısa zamanda bu sanatı da öğreneceğine inanıyorum” der.

Annesine durumu anlatır, meslek değiştirmeyi ama kuyumcunun kabul edip etmeyeceğini bilemediğini söyler. Kuyumcuyu tanıyan komşularına rica ederek birlikte giderler. Kuyumcu eski ustasından izin ve helallik alması halinde çıraklığa kabul eder. Ustasının elini öper, helalliğini hayır duasını ve nasihatlerini alarak yeni işine başlar. Birkaç ay sonra bir müşterinin burma bilezik siparişini ustası kendisi bilmediği için bir başka meslektaşına yaptırırken diğer ustayı dikkatle seyreder. Gözüne kolay görünen bu örme işini bakır telle bir kenarda örüp ustasına gösterir. Her iki usta da hayretini gizleyemez. Böylece kuyumculuk mesleğine yatkınlığı ve yeteneği olduğu da keşfedilir. Bu sanata başladığı günden itibaren iyi bir sanatkâr olmaktan başka hiçbir konuyla ilgilenmez. Onbeş yaşına geldiğinde altın ziynet yapımında epeyce ilerlemiş ve birşeyler yapmayı öğrendikçe de bu sanata daha çok bağlanıyor ve mutlu oluyordu.

İşyerini kapatarak memleketine göç eden ustası ayrılmadan evvel onu elinden tutarak aynı mesleği yapan kuyumcu kardeşine teslim eder. O hiç bıkmadan usanmadan mesleğinde azimle çalışmaya devam eder. Ancak çevresindeki herkes çabasını takdir etmekle beraber bu mesleğin gayrimüslim azınlık milletlere mahsus olduğunu ve hiçbir zaman onlar gibi bu işi iyi beceremeyeceğini de yüzüne söylerler. Umudunu hiç kaybetmez, çevresindekilere aldırmadan yolun sonundaki ışığa bakarak kendine gayret ve cesaret vererek sürekli “ kuyumculuğu çok seviyorum ve tutunacak başka hiçbir dalım olmadığından sanatımın beni kurtaracağına inanıyorum. Çalışkan bir insan olarak neden başaramayayım ki” der. Meslek seçimini de doğru yaptığına inanarak azimle gayretle çalışmaya devam eder.

Kuyumculuk mesleğinde bilgi ve becerisi arttıkça kendine güveni de artar. Ancak okula gitmemiş olması, kendini kültürsüz ve doğuştan talihsiz bir çocuk olarak niteleyerek sürekli Yüce Allah’a kendisine yardımcı olması için dua eder. Allah’ın kendisine en büyük armağanı olarak akıl ve sağlık verdiğini, zamanını boşa harcamadan çok çalışmasının şart olduğuna inanır. Halk Eğitim Merkezinde gece okuluna kayıt olur. Üç yıl sonra üçüncü sınıf seviyesinde okur-yazar diplomasını alır. Artık bulduğu tüm kitapları heyecanla okumaktadır. Öte yandan babasından eski Türkçe ve Kuran-ı Kerim okumayı da öğrenmiştir. Ustasının gözde elemanı olmuş, diğer çalışanları meslekte geçmiş iyi bir usta olmuştur.

Aynı şehirde iyi bir kuyumcu ve kalemkâr ustalığıyla meşhur bir ustaya uzaktan hayranlık duyar. Mevcut ustasından bildiği her şeyi öğrendiğini düşünerek bu yeni ustanın yanında işe girmeyi kafasına koyar. Ancak bunun için yine ustasının ağabeyi gibi memleketine taşınmasını bekler. Ancak bu yeni usta mesleğine âşık bir insan olarak kıskançlığından yanına çırak almadığını öğrenir. Bu korkuyla yanına giderek iş teklifinde bulunamaz. İşsiz kalmıştır ama sürekli modeller çizerek zamanını değerlendirir. Eleman arayan tanıdığı bir başka kuyumcuda işe başlar. Aklı fikri namı herkesçe konuşulan ustadadır.

Tıraş olduğu ve tanıdığı iyi bir insan olan berberi bir gidişinde ona yanında işe girmek istediği ustanın da tıraşa geldiğini ve kendisini sorduğunu “ustası göç ettiğine göre bu çocuk açıkta kalmıştır. Ben onu yanıma almak isterim” dediğini aktarır. Ayrıca “ustaların mesleğinin sanatının dışında özel hayatında kötü alışkanlıkları olabileceğini bu konuda dikkatli olmasını, bugüne kadar olduğu gibi kendisini kötü alışkanlıklardan koruması” öğütler.

Yanında çalıştığı ustasına giderek hayalini kurduğu iş teklifini aldığını, kuyumculukta ihtisaslaşmak istediğini, mesleğini derinlemesine öğrendiğinde ona da faydası olacağını, kendisiyle işbirliğine devam edeceğini taahhüt ederek helalleşir ve hayalini kurduğu ustanın yanına gider ve aşkla bir dahi mesleğine dört elle sarılır. Ustasıyla birlikte çalışırken onun mesleğin incelikleri hakkında anlattıklarını can kulağıyla dinler. Dünyaca meşhur ressam, heykeltıraş ve sanatkârlardan ve bu meslekte tarihin-kültürün öneminden bahseder. Ustası 1933 yılında Atatürk’ün on yılda yaptıklarını ifade eden kabartma resimli gümüş bir madalyon yaparak Çankaya’ya yollamış ve takdirlerine mazhar olmuş.

Mesleğini zirvesine ulaşmak dürtüsünü hiç kaybetmemiş 1938 yılında ustasından izin alarak kuyumculuğun merkezi İstanbul’a giderek mesleğin başka dallarını da öğrenmek ister. İstanbul’da Mersinli arkadaşlarını bulur ve onların işyerlerinde çalışmaya başlar. Kakmacılık dalını da öğrenip eksiklerini kapatmaya başlar. Ancak buradaki çalışanların müşterilerle ve iş sahipleriyle iletişimini konuştuğu konuları dinledikçe kültürel açıdan kendini yetersiz hisseder. Artık ilkokul mezunu olmanın ilerlemesi için yeterli olmayacağına inanır. Sanat öğrenmek için yanlarında çalıştığı ustalardan hiç para almak istemez, sanatını ondan saklamalarından endişe eder.

Geriye memleketine döner ve Akşam Ticaret Okuluna kayıt olur. Kendine okulda iyi bir arkadaş seçer ve birlikte okulu bitirirler. Yıllardır çalışmasının sanat bilgisinin kendisine güç kattığını ve cesaretinin artık bir kat daha arttığına inanır. Bir önceki ustasına ortak olarak yeniden işe başlar. Artık para kazanmaya ve hayat mücadelesinde başarılı olmaya başlamıştır. Görücü usulüyle evlilik yapar. Para zenginliğinin herşey demek olmadığını, gönül-ruh-inanç dünyasının da özüne vakıf olur. İkinci dünya savaşı dönemine denk gelen ve kırkdört ay süren askerliğini tamamlayıp döndüğünde ortağıyla eşlerine ait ziynetleri de kullanarak üçyüzsensen gram altın sermayeyle yeni işlerin tekrar kurarlar.

Çocukları olur artık baba evinden ayrılıp kendilerine yeni bir yuva kurarlar. Yıllarca mücadelesi sonunda emeklerinin boşa gitmemesi için kuyumculuk sanatını Mersin’de yanına aldığı çıraklara öğretmeye başlar. Özellikle yoksul aile çocuklarını seçer sanatkâr gençler yetiştirmeye başlar. Bu düşünceyle yirmibeş kadar çocuğu mesleğin yanında işe özendirme, ahlaki bakımdan da eğitim için işyerinde dersane ve beden sağlığı için kültür-fizik hareketleri yapabilecek spor aletleri de yerleştirir. Onsekiz yıl süren ortaklığı tatlılıkla sona erdirip kendi işyerini açar.

Meslek liselerinde her mesleğin bilgi ve becerisinin öğretilmesi gerektiğine inanır. Kendini hala zirvede görmeyip yetersiz bulur. Araştırmalarına devam eder. Eline geçen bir katalogda Almanya’nın Pforzheim şehrinde kuyumculuk sanatının oldukça ilerlemiş olduğunu öğrenir. Hatta Kuyumculuk Yüksek Okulu olduğunu öğrenince 1959 yılında vakit kaybetmez trenle yola düşer. Gittiği şehirde mesai saatlerinde sokakların bomboş olduğunu görür herkesin işinin başında çalışmakta olduğunu öğrenir.

Oraya turist olarak gittiği için çalışma izni yoktur. Kuyumculuk aletlerinin üretildiği bir fabrikaya özel sipariş çelik kalıplar yaptırmak istediğini ancak yaparken kendisinin de işin başında durup tarif etmek istediğini söyler. Amacı bu sayede bir müddet fabrikada çalışabilmek ve iş öğrenmektir. Ayrıca şehirde Almanca kursu bulup geceleri dil öğrenmeye çalışır. Fabrikada işlerini bitirince yüzdoksan yıllık yüksekokula gider. Ülkemizde meslektaşlarınca kuyumculuğun okulu olduğu hala bilinmiyormuş. Okul yöneticisi ve Profesör kendisiyle yakından ilgilenir. Öncelikle okulda öğretmenlerin akademisyen olması ve sanatın kültürle birleştirilerek dünyanın birçok ülkesinden kız ve erkek öğrencilere öğretilmesinden çok etkilenir. Her atölyeye ve derse girerek resimler çeker, notlar alır, kitapları edinir. Liseyi bitirdiğinde oğlunu gönderebileceğini ve kabul etmeleri ister. Türkiye’den gelen ilk kuyumcu sanatkârı olarak takdirle karşılanır ve şeref defterine yazması istenir.

Alman milletinin bilim, teknik, sanat ve kültür konusundaki başarısının arkasında zamana verdikleri değer ve önem, alışverişte yalan ve aldatmaya asla müsaade edilmeyişi, çok çalışmak, dürüst olmak ve israf etmemek olduğunu öğrenir. İş hayatı dışında ise müzik, spor, kitap gibi insancıl ve kültürel uğraşlarla zaman geçirdiklerini uzun süre boş vakit geçirmediklerine şahit olur. 1966 yılında oğlunu bu okula gönderir, tasarım kuyumculuğu alanında eğitim alır, okulun çok sevilen en uslu ve çalışkan öğrencisi olarak herkesi memnun eder. Tüm yabancı öğrenciler arasında birincilikle mezun olur. Almanya’da kuyumculuk takdir edilen ve saygıyla karşılanan bir meslektir.

Kuyumculuk mesleğinde herkesçe bilinen çeşitli polisiye olaylara ve iftiralara rağmen hepsinden alnının akıyla haklı olduğunu ispatlayarak çıkar. Bir sürü dolandırıcı ve hırsızı yakalatır adalete teslim eder. Bu olayların mesleğin kültürel yetersizliğiyle iyi yetişmemiş meslek insanlarından kaynaklandığına inanır. Eğitim işine 1985 yılında oniki derslikli bir ortaokul bağış yaparak başlar. Bu okuldaki öğrencilerin talebini kırmaz ve mezun olduklarında gidebilecekleri bir de lise yaptırır.

Artık ülkemizde de meslek lisesinde kuyumculuk bölümü açılmasının gerekli olduğuna inanır ve yakındaki meslek lisesi müdürüne tüm masrafları karşılayacağını, ders programını ve kitaplarını hazırlatacağını hatta fahri olarak mesleki eğitim derslerine bizzat girip mesleğini öğreteceğini taahhüt eder. Okul müdürüyle birlikte Ankara’ya gider bakanlık yetkilileriyle görüşüp onları ikna eder. Tüm hazırlıklar tamamlanır ve diğer meslekleri seçmiş öğrencilere yeni bölüm tanıtılır. Kuyumculuğu tercih eden yirmi öğrenciyle derslere başlanır. Kitapları da oğluyla beraber tercüme ederler. Üç yıl boyunca hiç usanmadan eğitime devam edilir ve ilk mezunlar verilir. Bu sürede üç öğretmen de bu işte yetiştirilmiştir.

Ancak hala üç yıllık bir eğitimle kuyumcu yetiştirilemeyeceğine inandığı için fakülte düzeyinde kuyumculuk bölümü açılması çalışmalarına başlar. Altmışbeş yıllık mesleki hayatını bile yeterli görmez. Hala öğreneceğim şeyler var diyerek tasarım, sadekar, kalemkâr, kakmacı, telkârici ve cilacı gibi en az altı temel dalın bir usta tarafından tamamıyla öğrenilemeyeceğini, çok yönlü bu sanatın en iyi şekilde öğretilebilmesi için fakülte mezunu hocalara da ihtiyaç olduğunu anlatır. Üniversitede iki yıllık yüksekokul seviyesinde eğitim bulunmaktadır. Üstelik kuyumculuk sanatının her zaman yenilikçilik isteyen bir meslek olarak gelişmeye açık olduğunu anlatır.

Artık mesleğinin aşığı bir insan olarak bu işe o kadar inanıp bağlanmıştır ki çalışıp güzel şeyler ürettikçe zevkten adeta sarhoş olmaktadır. Kendini sosyal hizmetlere adamaya çalışmaktadır. Kuyumculuk mesleğinin en büyük özelliği ve paradan daha kıymetli olan yalan söylememek, güvenilir kişi olmak ve dürüstçe mesleği icra edecek gençler yetiştirmeye çalışır. “Hayat mücadelesini namuslu yoldan kazanabilenler, Allah’ın rızası ve insanların takdiriyle, sevgisini elde ederek gerçek mutluluğun özüne ererler. Hayatta bunca yıllık ömrümde her şeye doydum; bir tek çalışmaya doyamadım.” Der Mersinli Kuyumcu Merhum Salim YILMAZ. Kimbilir belki de adı

Ne mutlu bir meslek sahibi olup başkalarına öğreten, onların hayata tutunmalarına ve insanlara hizmet üretmelerine sebep olanlara. Ne mutlu bir eğitim kurumu yaparak bağış yapan hayırseverlerimize. Ne mutlu vefalı olup ustasının hayır duasını alıp bu ahilik geleneğini sürdürenlere…

Kaynak: “Hayat Mücadelem: Fakir Bir Çocuğun Okul Özlemi”, Salim YILMAZ, Eğitim Yayınları, Çatalca, 2008

Facebook Yorumları

Erol DEMİR 1967 yılında Gölcük’te doğdu. Piyale Paşa İlkokulu, Gölcük İmam Hatip Ortaokulu, Gölcük Endüstri Meslek Lisesi, Anadolu Üniversitesi Bilecik Meslek Yüksekokulu Elektronik programını ve Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdi. Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde İşletme Yöneticiliği alanında yüksek lisansı “Eğitim Yöneticilerinin Sorunları ve Çözüm Önerileri” konusunda tezini tamamlamıştır. Halen İstanbul Ticaret Üniversitesinde işletme alanında doktora öğrencisidir. 1990 yılında Türkkablo fabrikasında kalite kontrol teknisyeni olarak çalıştı. Öğretmenlik hayatına 1991 yılında Hakkari’de başladı. 1994 yılında Gölcük Mesleki Eğitim Merkezi’ne elektronik öğretmeni olarak atandı. 1995 yılında müdür yardımcısı oldu. 2000 şubat ayında Gölcük Mesleki Eğitim Merkezi Müdürü oldu. 2003 yılında Gölcük İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünde Şube Müdürü olarak çalışmaya başladı. Aralık–2007 ile Haziran-2016 arası İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğünde Şube müdürü olarak çalıştı. Temmuz – 2016 Bakırköy İlçe MEM, Temmuz-2022 İstanbul İl MEM, Ekim-2023 Küçükçekmece İlçe MEM Şube Müdürü olarak görevine devam etmektedir. Evli ve 3 çocuk sahibidir.

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir
Gülsen Metin

Yorumunuz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.