‘Kendilerine ait masalları, efsaneleri, hikâyeleri başkalarının hakikatine tercih etme cesaretini gösterdiğin gün, adımların yürüdüğün toprağı sana ait bir yola dönüştürmeye başlamış demektir.’
İhsan Fazlıoğlu
Farkındayım ki başlıkta cevap vermeye çalıştığım sorunun cevabı çok geniş bir alana hitap ediyor ve eğitim felsefesi veya bilgi kuramı açısından bir yazıya sığabilecek nitelikte değil. Fakat biz öğretmenler için esas olan öğrenci kalmak ise en nihai hedefim soru sorabilmek, verilen her cevap ile başka sorulara doğru yol alabilmek diyebilirim.
Her şey o ilk kelime ile başladı ise, o zaman ilk sorumuz biz insanlar anlatmaya ne zaman başladık olabilir.
Bunun için şu andaki bilimsel bilgiler ışığında bilebildiğimiz kadarından yola çıkar isek gezegenimiz Dünya üzerinde canlılık bundan 3 500 000 000 yıl önce başlamıştır. İnsan dediğimiz canlının ulaşılan en eski fosilleri 200 000 yıl öncesine tarihlenmektedir. Mağara resmi dediğimiz insanın ilk sanat faaliyetinin yaşı ise 40-50 000 yıl arası tarihlenmiştir.
Dünya tarihinin gerçeklerini alt üst eden Göbeklitepe 12 000 yıl yaşındadır.
Mısır ve Mezopotamya medeniyetleri ile ilgili yapılan araştırmalar bize göstermiştir ki yazı ve yazının öncesi 7-8 000 yıl öncesine kadar uzanmaktadır. Bu kronolojik bilgiler ile diyebilir ki, insanlık yazılı kültürden çok çok önce sözlü kültür ile, yani anlatarak birikimlerini binyıllar boyu aktarmıştır. Dolayısıyla sözlü anlatımın sosyo-kültürel ve bireysel alanlardaki derin etkisi yadsınamaz.
İnsanın bu varoluş macerasında, Prof Dr Sinan Canan, günümüz insanı da dâhil olmak üzere insanlığın bilgi kaynaklarını bilim, duygular, sezgiler ve anlatılar olarak ifade etmektedir.
İşte tam bu noktada kadim bilgi kaynağı olarak anlatıları ele almak ve eğitim alanında karşılığına bakmak, biz öğretmenler için çok büyük bir önem taşımaktadır. Bizler sadece bilgi aktaran kişiler olmaktan çok, bilgiye nasıl ulaşıla bilineceğini gösteren ve bilgi kaynaklarını doğru aktaran, en nihayetinde kişinin kendini bilme yolculuğunda, bilgi ile ilişkisini destekleyen kişiler olmak durumundayız. Ancak böyle olur ise geleceği inşa edecek olan nesilleri yetiştiren öğretmenler olabileceğiz.
Anlatmanın gücü kadar, anlatılanın ne olduğu da büyük bir önem taşımaktadır. En genel hali ile, tarih sahnesindeki insan gibi dünyaya gelen çocuk da, yazıdan önce ses ve kelime ile tanışır. Çocuğa bir şey anlatılır, o dinler. Anne karnında başlayan varoluşu, son ana kadar içinde bulunduğu evreni, kendisini anlamaya bilmeye yöneliktir.
Burada biz öğretmenler için başka bir soru ortaya çıkmaktadır: Okul ile tanışan ve okul ile hayatına yön veren, değer edinen, meslek seçen çocuğa neyi anlatmak!
Türk Dil Kurumu
‘Genellikle halkın yarattığı, hayale dayanan, sözlü gelenekte yaşayan, çoğunlukla insanlar, hayvanlar ile cadı, cin, dev, peri vb. varlıkların başından geçen olağanüstü olayları anlatan edebî tür.’der.
Masal kolektif bilinç ürünü olması, insanlığın var olduğu günden bugüne kadar ortak bilgi ve tecrübe birikimini aktarıyor olması, insanı insana kendini tanıma ve bilme macerasında anlattığı için bir eğitim öğretim yol yordamı olmalıdır diyebiliriz.
Muhakkak ki masalın evrensel bir temeli ve içeriği mevcuttur. Doç Dr Evrim Ölçer Özünel’in de ifade ettiği gibi masalları milli yapan giydiği kıyafetlerdir. İşte masalın bizi ilgilendiren yönü de budur. Eğitim öğretim sisteminin kendi içinde birçok genel ve özel amaçları olmakla birlikte en nihayetinde mutlu insan ve kendine ve başkalarına faydalı insan yetiştirme noktasında evrensel zemin bulmaktadır. Tam da bu sebeple milli eğitim sitemi yakından uzaktan, bilenenden bilinmeyene ilkeleri ile de örtüşecek şekilde kendi kültürünü, kendi bilgisini ‘Dünyayı tanıyacak çocuğa’ desteklemek için vermelidir. Bunu istersek bireysel istersek toplumsal düzlemde düşünelim; kendini seven başkasını sevebilir, kendisini tanıyan başkasını tanımak için de merak içinde olabilir. Yaşantısının temeline kendi kültürel değerlerini koyabilen çocuk kendi geleceği inşa edebilir. Bu kendi kültürel değerlerinin sınırları içinde kalmayı gerektiren bir durum olmamakla birlikte; tam tersine Dünya üzerindeki her insanın kültürel alanına duyulan saygı ile bir üst evrensel çatıda dünya barışı için bir arada olabilmeyi destekleyecektir.
Başladığımız yere geri dönecek isek kendimize ait masalları, efsaneleri, hikâyeleri başkalarının hakikatine tercih etme cesaretini gösteren öğretmenler ile çocuklarımızın adımlayarak yürüdüğün toprağı kendilerine ait bir yola dönüştürmelerini sağlayabiliriz.
Böylece insanın insana anlattığı ilk bilgelik anlatısından günümüze kadar olan varoluş birikimimizi çocuklarımıza aktarmış oluruz…